HAKSÖZ-HABER
Yazısında son günlerde ayyuka çıkan Atatürk’ü Koruma Kanunu bağlantılı tutuklamalara değinen Yıldıray Oğur, yükselenin aslında Kemalizm’in aksine hukuksuzluk, keyfi tutuklama alışkanlığı ve yargının ideolojik davranma geleneği olduğunu söylüyor.
Bu bağlamda “5816 sayılı kanun o yıllarda da yürürlükteydi ama o yıllarda Atatürk’e hakaret soruşturmalarında bu kadar rahat gözaltı ve tutuklama kararı verilmesi nadirattandı… Yani son zamanlarda artan bu hukuksuz ve keyfi tutuklamaları sadece yükselen Kemalist dalga ile açıklamak gerçeğin üzerinden atlamak olur… Esas yükselen Kemalizm değil, esas yükselen hukuksuzluk, keyfi tutuklama alışkanlığı ve yargının ideolojik davranma geleneği...” diyen Yıldıray Oğur, yargı alanında yaşanmakta olan hukuksuzluk, keyfilik ve ideolojik davranma alışkanlığına Osman Kavala davasını örnek gösteriyor.
Osman Kavala’nın bir yılı aşkın bir süredir tutuklu olduğu halde nedense bir yıldır iddianamesinin bir türlü yazıl(a)madığına dikkat çeken Oğur, bu gidişle yeni bir Büyükada fiyaskosunun kapıda olduğunu belirtmekte ve yazısını şu değerlendirmelerle tamamlamakta:
“Karşımızda açtığı davanın devamını getiremediği için davayı büyütmeye karar vermiş yargı zihniyetinin sebep olduğu yeni bir Büyükada davası rezaleti var.
Türkiye bu yargı zihniyetinin yeni operasyonu yüzünden Kaşıkçı olayı yüzünden kazandığı itibarı tüketecek, yine bütün dünyada zor durumda kalacak.
Önyargılı ve ideolojik böylesine bir hukukla masum insanları mağdur, ülkeyi de bir kere daha mahçup etmeye hakkınız yok.”
*
Yıldıray Oğur’un Karar’daki köşesinde yayımlanan yazısının (17 Kasım 2018) tam metni:
Bu Ülkeyi Utandırıyorsunuz!
Aslında düne kadar Türkiye’nin hukuksuzluk gündemi son bir hafta içinde 67 yıllık 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu kapsamında yaşanan tutuklamalardı.
Muhafazakar kesimde pek çok yazar ve sivil toplum örgütü, Kemalpaşa tatlısı üzerine bir espriden bile savcıların tutuklama kararları vermesini son dönemde yükselen Kemalist dalgaya bağladı ve statükonun geri gelme sinyalleri verdiği yolunda ikazlar yaptı.
Ama bu dikkate değer ikazların önemli bir eksiği vardı.
Türkiye’de Kemalist hassasiyetler ilk kez yükselişe geçmedi. En yüksekte olduğu zamanlar da bu günler değildi.
90’ların başlarında, 97-98 ve sonrası 28 Şubat yıllarında bu hassasiyetler çok daha yüksekti ve yargıya da bu zihniyet hakimdi.
5816 sayılı kanun o yıllarda da yürürlükteydi ama o yıllarda Atatürk’e hakaret soruşturmalarında bu kadar rahat gözaltı ve tutuklama kararı verilmesi nadirattandı.
(Önceki günkü yazısında hatırlattığı gibi o davaların mağdurlarından olan Hakan Albayrak da sonu mahkumiyetle biten davasında tutuksuz yargılanmıştı.)
Yani son zamanlarda artan bu hukuksuz ve keyfi tutuklamaları sadece yükselen Kemalist dalga ile açıklamak gerçeğin üzerinden atlamak olur.
Esas yükselen Kemalizm değil, esas yükselen hukuksuzluk, keyfi tutuklama alışkanlığı ve yargının ideolojik davranma geleneği...
Polisin, savcıların, hakimlerin ideolojik müktesebatı devrin havasıyla birleşince de ortaya “senin tipini, fikrini beğenmedim, tutuklanmana...” kararları çıkıyor. Bazen bir çarşaflı kız için, bazen seküler bir sivil toplum aktivisti için... Ana akımın dışında olmanız yeterli..
Büyükada davasında bir otel odasında seminerden Türkiye’yi bölme parçalama haritaları, ajan hikayeleri çıkaran, 23 yıldır İzmir’de misyonerlik yapan bir Amerikalıyı gizli tanık ifadeleriyle neredeyse Gezi’nin darbenin, hendek terörün beyni yapan, subliminal mesajdan müebbet cezaya varıp, Adana merkezli küçük bir İslami cemaatin lideri olan Alparslan Kuytul’u aynı anda FETÖ, PKK, IŞİD’le irtibatlı göstermeyi başaran aynı yargı zihniyeti, şartları ve havayı uygun bulduğunda Kemalpaşa tatlısından da Atatürk’e hakaret çıkarıp rahatlıkla tutuklama kararı verebiliyor.
Bu yargı zihniyetin uzun süredir en büyük mağdurlarından biri de işadamı Osman Kavala.
Kavala bir yılı aşkın bir süredir tutuklu ve nedense bir yıldır iddianamesi yazılamıyor.
Nedense çünkü tutuklanırken gazetelerde hakkında yazılan iddialardan bile uzunca bir iddianame çıkabilirdi.
Kasım 2017’de tutuklanan Kavala’ya yöneltilen suçlama “Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs” ve “Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs”tü.
Savcılık, tutuklamaya sevk yazısında Kavala’nın bu iki ağır suçu 15 Temmuz darbesi ve Gezi Olayları’ndaki rolüyle işlediğini iddia etmekteydi.
Sevk yazısına göre Kavala “hükümeti ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye yönelik bir ayaklanma olan ve tüm terör örgütlerinin (FETÖ/PDY, PKK/KCK, DHKP/C, MLKP) aktif olarak katıldığı ve destek verdikleri kamuoyunda “Gezi olayları” olarak bilinen eylemlerin yöneticisi ve organizatörü”ydü.
15 Temmuz 2016’da ise “15-16 Temmuz 2016’da Büyükada Splendid Otel’de yapılan darbe teşebbüsü sürecinde darbenin organizatörlerinden olan Hanry Jak Barkey ile yabancı uyruklu kişi ve kişilerle olağanın ötesinde yoğun irtibat kurarak” darbe teşebbüsüne katılmıştı.
Savcılık Kavala’nın Anayasal düzeni cebir ve şiddet yöntemleri ile değiştirmek suçunu işlediğine dair bulgu ve delillere ulaşıldığını söylüyordu.
Fakat bu ulaşıldığı söylenen ve ünlü bir işadamının tutuklanmasına neden olan bu deliller bir yıldır bir iddianameye dönemedi.
Ama iddianameye dönemeyen bu deliller medyada görücüye çıktı. Daha doğrusu deliller önce medyada test edildi.
Medyaya sızdırılan ilk deliller soruşturmanın esas büyük iddiası hakkındaydı.
Yani Kavala’nın 15 Temmuz darbe girişimiyle hükümeti yıkmaya teşebbüs suçu hakkında. Çünkü Gezi’nin üzerinden dört yıl geçmişti. Kavala’nın darbenin ardından gözaltına alınmasının sebebi bu eski mesele olamazdı. Olsa zaten daha önce de bu soruşturmanın yapılması gerekirdi.
O yüzden soruşturma esas olarak Kavala’nın 15 Temmuz darbe girişimindeki rolü üzerine kurulmuş olmalıydı.
Savcının bu çok ciddi suçlamayla ilgili medyaya sızdırdığı elindeki delil ise bir HTS raporu çıktı.
Gazetelerde çıkan haliyle Osman Kavala, darbenin organizatörü olduğu iddian edilen Türkiye asıllı ABD vatandaşı Türkiye uzmanı Henry Barkey ile tam 93 saat 34 dakika 1 saniye telefonda görüşmüştü.
Haberlere göre bu 93 saatlik telefon görüşmesi Mayıs 2015’den Haziran 2016 arasında İstanbul ve Diyarbakır’da gerçekleşmişti. İddiaya göre Kavala sadece kendi telefonundan değil, 13 saat eşinin, 1.30 saat ablasının, 1.3 saat ortağının ve 54 dakikada da şirket müdürünün telefonundan Barkey ile görüşmüştü.
HTS raporuna dikkatlice bakınca bunların Kavala ve Barkey arasındaki telefon görüşmelerinin süresi değil, her ikisinin Mayıs 2015’den Haziran 2016’ya kadar İstanbul ve Diyarbakır’da telefonlarının yakın baz istasyonlarında sinyal verdiği süre olduğu anlaşıldı.
Sadece Kavala’nın değil, herhalde bu süreyi artırmak için Kavala’nın eşinin, ablasının, ortağının ve şirket müdürünün telefonlarının Barkey ile yakın bazlarda verdiği sinyal süresi de buna eklenmiş ve 93 saate ulaşılmıştı.
Yani birbirilerini tanıdıkları ve bir kaç kez görüştüklerini inkar etmeyen Kavala ile Barkey’i yoğun irtibatta göstermek için HTS raporuyla delil üretmek gibi pek de hukuki olmayan bir yönteme başvurulmuştu.
Bunun ortaya çıkmasıyla savcılığın, basına sızdırarak test ettiği, muhtemelen iddianamesindeki 15 Temmuz darbesine katılma suçlamasının temeli olarak bir delil çökmüş oldu.
Fakat büyük gürültüler ve iddialarla tutuklanan Kavala ile ilgili iddianamenin bir yıldır yazılmamış olması ile ilgili baskı da artmaktaydı.
İşte bu baskıların arttığı geçen hafta önce yine bir haber sızdırıldı. Haberde “Gezi eylemlerini organize eden” diye geçen, Sabancı Vakfı’ndan pek çok AK Partili siyasetçinin de parçası olduğu Kader’e kadar pek çok kuruluşta çalışmış bir sivil toplum profesyonelinin Kavala’ya email atıp, “Gezi olaylarını Anadolu’ya yaymaya çalışmak istiyoruz” diyerek, Kavala’nın sahibi olduğu Cezayir Lokantası’nda toplantı yapmak istediği, onun da “tamam” dediği iddia edilmekteydi.
Ve bu haberden sekiz gün sonra dün sabaha karşı aralarında Osman Kavala’nın kurucusu olduğu Anadolu Kültür’ün yöneticisi ve çalışanları ile sivil toplum camiasının çok iyi bildiği sivil toplum profesyonelleri ve akademisyenlerin olduğu 13 isim gözaltına alındı.
Suçlama bu 13 ismin Osman Kavala ile hiyerarşik ilişki içinde hareket ederek Gezi parkı olaylarını organize ve finanse ettiği ve Türkiye’ye yaymaya çalıştığı.
Savcılığın basına bilgi notu olarak geçtiği, tuhaf küçük iddianameye göre cebir ve şiddet yoluyla TC hükümeti devirmekle suçlanan Kavala bu 13 isim “Sivil İtaatsizlik ve Şiddetsiz Eylem” yoluyla cebir ve şiddet uygulamaya çalışmıştı.
Savcılık, üzerinden beş yıl geçtikten sonra, 2014’ün sonlarında başladığı bir soruşturmayla nihayet Gezi Parkı olaylarını organize edenleri yakalamıştı!
Yakalananlar arasında kimler yoktu ki.
Türkiye’nin en ünlü hukukçularından, uluslararası camiada, özellikle AİHM çevrelerinde de çok iyi tanınan, Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin kurucusu ve dekanı Prof. Dr. Turgut Tarhanlı. Tarhanlı, üniversitedeki İnsan Haklar Merkezi’nin de başkanı.
Savcılığın basına gönderdiği bilgi notunda “Boğaziçi Üniversitesi Matematik Öğretmeni” diye geçen Prof. Dr. Betül Tanbay, tabii ki ünlü bir matematik profesörü. Ünü sadece Türkiye’yle de sınırlı değil. Tanbay, Avrupa Matematik Birliği başkan yardımcısı.
Aktif bir sivil toplumcu olan Tanbay eğer Gezi ayaklanmasıyla hükümeti devirmeye çalıştıysa olaylar sırasında Başbakan Erdoğan’ın neden onun da içinde olduğu heyetle saatler süren görüşmeler yaptığı, bu görüşmelerden parkla ilgili referandum kararının nasıl çıktığını da savcıların ileriki aşamalarda açıklaması gerekecek.
Yine tutuklananlardan Brookings Ensitüsü uzmanlarından Hakan Altınay da hükümete yakın çevrelerin yakından tanıdığı bir isim. Bir zamanlar Can Paker’in başkanlığını yaptığı Açık Toplum Vakfı’nın yöneticilerinden biriydi.
Yiğit Ekmekçi, Bilgi Üniversitesi’nin kurucularından biri. Nabi Avcı başta olmak üzere yine çok sayıda AK Partilinin yakından tanıdığı bir isim.
Yiğit Aksakoğlu, Çiğdem Mater herkesin tanıdığı sivil toplum alanında profesyonel olarak çalışan isimler.
Yine eski bir TESEV çalışanı olan Hande Özhabeş son olarak Çalışma Bakanlığı ile bir projede görev almış, uzun süredir de evinde çocuğunu büyütmeye çalışan bir anne.
Hepsinin esas suçu ise Osman Kavala’nın bir türlü yazılamayan iddianamesine malzeme olabilme ihtimalleri.
Tek başına Kavala’nin Gezi’yi organize ettiği iddiası gülünç kaçacağı için, onunla bir şekilde teşriki mesaisi olmuş isimlerden bir örgüt oluşturulmuş.
Karşımızda açtığı davanın devamını getiremediği için davayı büyütmeye karar vermiş yargı zihniyetinin sebep olduğu yeni bir Büyükada davası rezaleti var.
Türkiye bu yargı zihniyetinin yeni operasyonu yüzünden Kaşıkçı olayı yüzünden kazandığı itibarı tüketecek, yine bütün dünyada zor durumda kalacak.
Önyargılı ve ideolojik böylesine bir hukukla masum insanları mağdur, ülkeyi de bir kere daha mahçup etmeye hakkınız yok.