Alem ve dünya tasavvurumuza göre tabiatta cereyan eden olaylar ve tabii afetlere ilişkin algılarımız değişir. İslam bakış açısından deprem vb. afetler birer tabiat olayı olmaları yanında bize verilmiş ilahi mesajdır da.
Hiçbir tabiat olayı kendi ölçeğinde diğerlerinden özerk ve sebepsiz olmadığı gibi vuku bulan ve artık zaman zaman fırtınalara dönüşmekte olan afetler de diğer kozmik ve tabii olaylardan bağımsız ve sebepsiz değildir.
Deneysel olarak biliyoruz ki, tabiat olayları sosyal hayatı, ülkelerin ve kapsamına göre yer küresinin sürüp giden düzenini değiştirir. Mesela yıkıcı bir depremde hava alanları tahrip olmuşsa, otobanlar, köprüler çökmüşse ulaşım olmaz, bu ticari hayatı etkiler. Piyasanın akışında zincirleme aksaklıklar yaşanır. Yer altı kaynaklarının boşaltılması, yerküresinin üstüne uyguladığımız aşırı basınç (toplu devasa binalar, gökdelenler), tabiatın kendinde mevcut bulunan ilahi harmoniyi bozan müdahaleler (dağların yerinden oynatılması, nehir yataklarının ve akış güzergahlarının değiştirilmesi, devasa barajlar, nükleer santraller, denemeler, iki bin kilometre mesafedeki mağaraların içini vuracak şekilde geliştirilen silahlar, füzeler, deniz altı denemeleri vs.) birer iktisadi, ticari ve askeri faaliyetler dizisi olarak düşünülür. Modernleşme, kalkınma, sürekli büyüme ve aksaksız işleyen piyasa ekonomisi bunu gerektirir. İktisat, ticaret, üretim, mübadele, dağıtım, tüketim vb. etkinliklerin tümü sosyal düzenimizin modern zeminini teşkil ederler. Hepsi değilse bile, bazı insani tutum ve sosyal davranışlarımız -Allah'a ve tabiata karşı süren modern hayat tarzımız- yıkıcı tabiat olaylarının vuku bulmasına yol açar.
Afetler sosyal hayatı dönüştürür. Eğer "afetler" sınıfına dahil ettiğimiz yıkıcı tabiat olayları ahlaki tutum ve sosyal düzenimizde dönüştürücü etkiye yol açmıyorsa, bunlar modernleştikçe, büyüme sürdükçe "afet fırtınaları"na dönüşecek ve her "ilerlediğimiz aşama" ve katlanan zenginliğe paralel artarak devam edeceklerdir. Kadimlerin söylediği kural hükmünü icra etmektedir: İnsan bozulunca kainat bozulur. Kendisi bozulmuş -fesada uğramış- insan kainatı bozmaya en yakınından, tabiattan başlamaktadır.
Herhangi bir tabii afetle karşılaştığımızda, bununla ilgili verdiğimiz ilk tepki bilimsel, teknolojik ve kamusal gücü artırıp bir sonrakine hazırlık yapmak üzere daha çok bilimsel bilgi, daha çok teknolojik donanım ve daha etkin sivil veya kamusal müdahaledir.
İki gerçeği hayatımızdan kovmuş bulunuyoruz: Tabiatın ve kainatın bir sahibi vardır. Modern insan kendini tabiat üzerinde sahip ve efendi görür. Başka sahip ve malik istemiyor. Bu yüzden yaratıcı Tanrı fikrinden hoşlanmıyor, bunu ateistler gibi açıktan reddetmese bile ya agnostikler gibi "bilinmezlik" sisi içine gömüyor veya deistler gibi Tanrı'nın bu konuda konuşmadığını iddia ediyor. Laiklik ve sekülarizmle dini dışarı çıkarmayı hedefliyor. Bu sayede ya "Allah'ı unutturmak" veya Nietszche'nin deyimiyle "tanrı'yı öldürmek" istiyor.
Dostoyevski'nin dediği gibi "Tanrı yoksa her şey mubahtır". Tabiat, modern insanın "babasının çiftliği"dir. Arzın üzerinde ve altında sayısız düşman, yıkıcı olay ve afet varsa bile, insan bilim sayesinde hepsini teker teker etkisiz hale getirecek, çiftliğe hakim olacaktır.
Paradoks şu ki, insanın tabiata hakim olmak üzere geliştirdiği sayısız bilimsel faaliyet, kendisine yeni tehdit ve afetler biçimi olarak dönmektedir. Modern insanın kabule yanaşmadığı ikinci hakikat budur, derin bir gaflet içinde kendi sonunu getirecek yeni, devasa ve bir öncekinden daha yıkıcı tehdit ve afetleri celbetmektedir. Böylece "Onlar kendilerine zulmediyorlar" hükmü tecelli etmektedir. İnsan; Allah, varlık/tabiat ve kendi nefsine ilişkin temel bir perspektif değişikliğine gidip bugünkü hayat tarzını kökten değiştirmedikçe bu fasit (fesat üreten) daire içinde kendi sonunu kendi elleriyle hazırlayıp hızlandıracaktır.
Deprem ve diğer afetler, bize aczimizi-sınırlarımızı bildiren ilahi mesajlardır. Allah, bize hem sınırlarımızı hem kendisini hatırlatıyor.
ZAMAN