MHP lideri Devlet Bahçeli’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen ardından CHP içinde başarısızlığı faturasını kesmek istedikleri Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik yükselen ‘istifa’ talebine verdiği tepki oldukça manidardı. Bahçeli adeta MHP lideri olduğunu unutmuştu. Bahçeli, Çatı Aday formülüyle ittifak kurduğu Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP’yle hayata geçirecek daha çok projeleri olduğunu şu sözüyle açık etmişti sanki: "CHP'li muhalif ve vekiller çok aceleci davrandı."
CHP genel başkanı seçildikten sonra Kılıçdaroğlu 5 seçim, MHP genel başkanı olduktan sonra Bahçeli ise 12 seçim kaybetti. Enteresandır Bahçeli, ne kendi adına ne de müttefiki Kılıçdaroğlu adına hiçbir özeleştiriye hacet hissetmediği bir vasatta kamuoyuna yansıyan eleştiriler için ‘çok aceleci’ şeklinde bir nitelemede bulundu. Oysa aynı zaman diliminde liberal Taraf ve ulusolcu Cumhuriyet, Washington Post’a atıf yaparak “Türkiye’nin Erdoğan’ın baskısından kurtulması gerekiyor” ortak paydasında buluşurlarken nedense hiç de aceleci sayılmıyorlardı.
Tören ve Diskurlara Açık Değiliz
Türkiye devleti kuruluşundan bu yana hem bürokrasinin oligarşik niteliği hem de resmi ideolojinin tahakkümcü pratiği dolayısıyla kendisini siyaset ve toplumu terbiye etme hak ve sorumluluğunda gördü. Bunun en önemli göstergelerinden biri de hiç şüphesiz sıklıkla düzenlenen törenler ve bu törenlerin anlam ve önemine binaen çekilen diskurlardı. Öyle ki bu tören ve diskurlarla hem topluma hem de toplumu temsil makamındaki siyasetçilere mütemadiyen ‘devlet terbiyesi’ kazandırılıyordu. Yapılacak davranışlar, söylenecek sözler ve bunlar karşısında hepbirlikte geliştirilecek tepkilerse klişeler halinde belirlenmişti.
Eski Türkiye-Yeni Türkiye tartışmaları yapılırken hem alınan mesafeyi görmek hem de ne gibi zincirlerden kurtulduğumuzu akılda tutmak son derece faydalı ve gerekli. Resmi bayramlar, askeri geçitler, andımız gibi sapkın şartlandırmalar aşama aşama tarihe gömüldü.
Kanun, yönetmelik veya teamül adı altında devlet adına topluma karşı sergilenen buyurganlıklar kamusal hayattan tasfiye sürecine sokuldu. Bu süreç zihinsel ve ruhsal açıdan hastalıklı tipler ve elbette ki bunlar üzerinden iktidarlarını garanti altına alan devlet sınıfları haricindeki bütün toplumu sevindiren, rahatlatan adımlardı. Bütün bir toplum hem ahlaken hem de hukuken gayrı meşru olan ulusalcı-milliyetçi ve laikleştirici pratiklerden kurtuluyordu.
10 Ağustos seçim sonuçlarının ardından bu gayrı meşru ve gayrı ahlaki tören ve diskurların birinden daha kurtulunacağına dair yeni bir gelişme yaşandı. Halkoyuyla 12. Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan, 1 Eylül tarihinde gerçekleşecek Adli Yıl açılış töreni için şunları söylüyordu: “Eğer Yargıtay, Baro Başkanı'nı çağırıp orada konuşturacak olursa, oraya ben katılmam. Cumhurbaşkanı gelip de orada Baro Başkanı'nı dinlemek durumunda değil. Bugüne kadar bu tür şeyler olduysa, artık bunların reforme edilmesi lazım.”
Teamüllere Neden Tahammül Edilsin?
12. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından verilen mesaj gayet kısa ve net: Yargıtay, Danıştay, Sayıştay veya Baro başkanları bu saatten sonra bize diskur çekemez, ayar veremez, fırça atamaz, istikamet bildiremez.
Biraz da sosyolojik literatür kullanalım istenirse, analiz sonucu şu şekilde de rapor edilebilir: Törenler yoluyla devlet sınıflarının, bürokratik oligarşinin siyaset ve topluma nizamat bildirme, terbiye etme, hizaya çekme küstahlığına ve terbiyesizliğine artık geçit vermeyeceğiz!
Erdoğan’ın henüz Cumhurbaşkanlığı makamına oturmadan verdiği bu mesajı sıradan bir meydan okuma veya basit bir gündem değiştirme taktiği şeklinde değerlendirmek yanlış olur. Bakın bu mesaj gayet hızlı bir biçimde adresini buldu ve kritik mevkilerde ciddi bir telaşa hatta krize sebep oldu bile.
Yargıtay Başkanı Ali Alkan’ın mezkûr gelişme üzerine hemen Yargıtay Başkanlar Kurulu’nu toplantıya davet etmesi ve devamındaki beyanlara dikkat edelim. Alkan, Adli Yıl açılış törenlerini çok önemsediklerini vurgularken, Yargıtay Başkanı’nın konuşmasıyla alakalı sadece yönetmeliklere, Baro Başkanı’nın konuşmasıyla alakalıysa sadece 1943’ten itibaren oluşan geleneğe atıf yapabildi. Şimdiden sonra Yargıtay yeni bir kurumsal karar almak ve hukuka, siyasal ve toplumsal taleplere uygun bir yerde konumlanmak durumundadır.
Geçtiğimiz aylarda Başbakan Erdoğan’ın “terbiyesizlik yapıyorsun’ hitabına muhatap olmuş, laik-Kemalist cenahın popüler ve militan hukukçusu TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun bu itiraz karşısında aldığı pozisyon nedir? Şudur: “Demokrasilerde teamüller, yazılı kurallar kadar önemlidir. Bu kural nerede yazıyor diye sormak yanlış. Biz devlet geleneğinden geliyoruz."
İşte İstanbul Barosu da bu sebeple “gelenek ve teamül kavramlarının hukuksal retorik olarak ifade ettiği anlamlar” üzerinden güya “majestelerinin hukukuna teslim olmayız” gibi bir imaj vermek için yırtınıyor. Hâlbuki yeni dönemle birlikte majestelerinin hukuku da teamülleri de çektikleri diskurlar da iyiden iyiye geçersiz kılınıyor. Çünkü bundan böyle siyaset ve toplum ‘devletin verdiği mesaj alınmıştır’ demeyecek. Tersine, ‘devlet verilen mesajı alsın ve gereğini yerine getirsin’ demekte kararlıdır.