Menkıbeler tatlı gerçek ise acıdır

Emre Aköz

Olay şöyle: İsmet İnönü, bir akşam Florya Köşkü'ne acil bir ziyaret yaparak " Azınlıklarla ilgili Meclis'e getirecekleri yasa teklifi " hakkında konuşmak istiyor.

Atatürk, " Geç oldu, yarın sabah konuşalım " diyor. Başbakan gidince de laleler hariç köşkün bahçesindeki tüm çiçekleri söktürüyor.

Ertesi sabah İnönü geldiğinde bahçenin durumunu soruyor: " Azınlıkları söküp attım " diyor Atatürk.

Sonra da açıklıyor: "Ben, ' Ne mutlu Türküm diyene' sözünü boş yere söylemedim. Kendini Türk hisseden herkes bu vatanın öz evladıdır. Ben hayatta olduğum sürece bu böyle bilinsin. Ve sakın azınlıklar ile ilgili bir kanun çıkarılmasın." ( İnan Kıraç'tan aktaran Yavuz Donat, 24 Aralık )

 

Gelin ben size başka bir hikâye anlatayım. İster muğlak menkıbelere inanın, ister tarihi gerçeklere. İlki pek tatlı, diğeri acı mı acı! "

Ne mutlu Türküm diyene " sözü, 10'uncu Yıl Nutku'nda geçer. Yani 29 Ekim 1933'te söylenmiştir.

1933'e dek azınlıkların çoğu zaten o çiçekler gibi sökülüp atılmıştı.

Ankara Hükümeti, daha Kurtuluş Savaşı bitmeden ve Lozan Antlaşması imzalanmadan Rumları ülkeden göndermek üzere çalışmalara başlamıştı.

Mesela Fethi (Okyar) Bey, konuyu İngilizlerle konuşmak üzere Ağustos 1922'de Londra'daydı. Bu süreç Mübadele'yle sonuçlandı.

Ermenilerden ve Rumlardan sonra sıra Yahudilere gelmişti. Ağustos 1927'deki Elza Niyego cinayeti, yeni rejimin gerçek yüzünü ortaya koydu: Gazeteler hakaretler yağdırıp gözdağı verirken; Türkçüler, Yahudilerin şiddetle cezalandırılmalarını istiyordu. (Halbuki öldürülen bir Yahudi kızıydı.)

Bu arada Yahudilerin ülke içinde serbest dolaşımı yasaklandı: Yahudi tüccarlar İstanbul'dan çıkarılmadı, Anadolu' ya gitmiş olanlar da kente sokulmadı.

 

Baştaki hatıra, 1933'ten sonraki bir tarihten söz ediyor. Acaba azınlıklarla ilgili o konu, 1996'ya dek üstü örtülen 1934'teki Trakya Olayları mı? (Florya Köşkü'nde geçtiğine göre mevsim yaz.)

Haziran 1934'te Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ Yahudilerinin ev ve işyerleri yağmalandı. Tehdit ve tacizlerle Yahudiler ellerindeki malları yok pahasına satarak kaçmaya mecbur edildi.

Olaylar sürerken, Atatürk, İran Şahı Rıza Pehlevi'ye "modern" Türkiye'yi gezdiriyordu. 25 Haziran günü Çanakkale' deydiler.

Bir Yahudi, Atatürk'e dert yandı: " Paşam bizi kovuyorlar, ne yapacağız? " Kastedileni anlayan Atatürk sordu: " Sizi kim kovuyor? Hükümet mi, kanun mu, polis mi, jandarma mı? Bana söyle! "

" Hayır Paşam, halk kovuyor " cevabını alan Atatürk, " Halk isterse beni de kovar " dedi ve yürüyüp gitti.

" Ben karışmam, başınızın çaresine bakın " anlamına gelen bu cevap, 'Ne mutlu Türküm diyene'den sadece bir yıl sonra verilmiştir.

 

Özetlersek:

1) Atatürk'ün, İnönü'yü ikna etmek için çiçekleri yoldurmak gibi görsel örneklere ihtiyacı yoktu. Açıkça tartışırlar, son sözü Atatürk söyler, uygulamayı İnönü yapardı.

2) Cumhuriyet ilan edilmeden başlayan Türkleştirme ve Sünnileştirme

politikaları bugün de sürüyor. Ne tükenmez bir çeşitliliğe sahipmiş şu Osmanlı!

3) Kimse kendini kandırmasın: Devletteki hâkim anlayışa göre Türk dediğin Müslüman'dır; gayrimüslim vatandaşa ise sadece ' tahammül' edilir.

SABAH