CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun Menderes’in türbesini ziyaret edip, ruhaniyetinden “özür” anlamına gelen sözler söylemesi, özellikle idamları “cinayet” olarak vasıflandırması önemli bir gelişmedir...
En azından ben önemsiyorum... Bunun hesabını partisinin “eski tüfek”lerine nasıl vereceğini de kendisi bilir. Çünkü özellikle eski partililerde iflah olmaz bir Menderes düşmanlığı ile izahı zor bir 27 Mayıs taraftarlığı var. 27 Mayıs’ın vatanı kurtardığına hâlâ inanıyorlar ve hâlâ toz kondurmuyorlar.
27 Mayıs’ı takip eden günlerde, bizim ilçenin CHP’li önderlerine hâkim olan sevinci, Demokrat Parti’den söz ederken “düşük-kuyruk” demeleri ve bundan aldıkları derin hazzı sırıtıklarına yansıtmaları bugünkü gibi hatırımda...
Çünkü halktan bir türlü alamadıkları iktidarı, askerin elinden altın tepsi içinde alacaklardı... Bir süreliğine aldılar da... Ne de olsa dönemin Genel Başkanı İsmet İnönü, “Şartlar tamam olduğunda ihtilal meşru olur” diyerek, iktidara darbe yoluyla gelmeyi “meşru hedef” olarak işaretlemişti.
Tüm Demokrat Partililer bu formüle göre yargılandı ve nihayet aynı formüle göre Menderes, Polatkan ve Zorlu sehpaya gönderildi.
Pek çok kişiye göre, İnönü, “eski komutan”, “Milli Şef”, “Atatürk’ün arkadaşı” ve “İkinci Adam” kimliğiyle bu idamların önüne geçebilirdi.
Son anlarda ziyaretine gidip kendisine bunu hatırlatan Menderes’in eşi Berrin Hanım’a, elinden geleni yaptığını ama dinletemediğini söyledi ve askerlerin silah zoruyla açtığı yoldan yürüyüp Başbakan olmayı içine sindirdi. Zaten darbe sonrasında kendisine “ihtilâlin neresinde” olduğunu soran gazetecilere şöyle cevap vermişti: “Ne içinde, ne dışında...”
Varlığını demokrasiye borçlu olan siyasi bir partinin liderinin bu cevabın devamını “Tam karşısındayım” şeklinde getirmesi gerekmiyor muydu?
Yapmadı. Hiç yüksünmeden, sahibi katledilerek boşaltılan başbakanlık makamına oturdu. Ama ona da yâr olmadı, kısa süre sonra yapılan bütçe oylamasında hükümeti de kendisi de düşürüldü.
İşte bu yüzden Kılıçdaroğlu’nun “kefaret-i zünub”da (günahların kefareti anlamında) bulunması önemlidir...
¥
Menderes’in idamına gelince: Ağır hastaydı. Bu haliyle, ne ilgisi varsa, prostat muayenesi yaptırdılar: Maksat işkence olsun!
Hastalığından dolayı son duruşmaya katılamadığı için idam kararı verildiğini ve iki bakanının bir gün önce asıldığını bilmiyordu.
“Seni hastaneye götüreceğiz” diye kandırıp, infaz edileceği İmralı’ya götürdüler.
İmralı Adası’nın etrafında donanmaya mensup tekneler devriye geziyor, üstünde jetler uçuyordu. Ne hikmetse, elleri arkadan bağlı olarak ölüme giden adamdan hâlâ korkuyorlardı.
Komutanın odasına alındı. Kendisine “Milli Birlik Komitesi” adını veren ve beşi general, sekizi albay, yedisi yarbay, 10’u binbaşı, sekizi yüzbaşı olan 38 kişilik çetenin idamını tasdik ettiğini orada öğrendi.
Görgü şahitlerinin ifadelerine göre, Menderes, idam kararını okuyan Yassıada Başsavcısı Egesel’i sükûnetle dinlemiş, ardından bir sigara istemişti. Sonra da tarihe geçen son sözlerini söyledi: “Dünyadan ayrıldığım şu anda, ailemi ve çocuklarımı şefkatle andığımı kendilerine bildirin. Vatanı ve milleti Allah refah içinde bıraksın.”
Ailesinin yanı sıra, hala memleketini ve milletini düşünüyordu. Oysa milleti, kılını bile kıpırdatacak cesareti gösterememiş, acz içinde yalnızca için için ağlamıştı.
Menderes, 17 Eylül 1961 senesi sabaha karşı saat 02. 31’de asılmak suretiyle katledildi. İdam ipiyle kefen ve tabut parasını bile ailesinden tahsil ettiler.
O fiilin faillerinden biri olan CHP’nin şimdiki Genel Başkanı bunu “cinayet” olarak görüyor ve özür beyan ediyorsa, evet, benim açımdan bu bir milâttır.
Diğer konularda dilenmesi gereken özürlerin de ilkidir. O konulara daha sonra bakalım inşallah...
YENİ AKİT