Melilla katliamı ve dünyayı bekleyen lanetli sınıfların öfkesi

​​​​​​​Dünyanın tüm “lanetli sınıfları” eninde ya da sonunda dünyayı yangın yerine çevirmenin bir yolunu bulacaklardır. Bu düzen böyle gitmez, gidemez çünkü.

İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısında İspanya-Fas sınırındaki Melilla şehrindeki göçmen katliamını yorumluyor:

DW Türkçenin, İspanya’nın Fas’taki iki özerk şehrinden biri olan Melilla’da yaşanan katliamdan bahsetme biçimi bana hiç şaşırtıcı gelmedi. Haberi servis ettiği başlık şu: “İnsan hakları örgütleri Melilla’daki facianın soruşturulmasını istiyor.” Haberin içinde de olan bitinden “izdiham” olarak söz ediliyor zaten.

Bu böyledir ve seneler içerisinde hiç değişmemiştir. Öyle ya da böyle, sınırı aşmaya çalışan insanların üzerine ateş açıldığı, 37 kişinin öldüğü, Faslı polislerin yaralı insanları dahi copladığı gerçekleri ayan beyan ortadayken, durum öyle gerektiriyorsa “katliam” yerine “facia” kelimesini kullanırsınız. Çünkü bu lanetli dünyada her şey politiktir. Hele hele işin ucu bir Avrupa ülkesine dokunacaksa çok daha fazla politiktir.

Şimdi sorsak muhtemelen savunmaları şu olacak: “Henüz olay hakkında net bir bilgiye sahip değiliz, mesele aydınlanana kadar hiçbir ülkeyi töhmet altında bırakmak istemiyoruz.”

Yanlış anlaşılmasın. Bu açıklamayı bir bahane olarak görmem. Tam tersine, böyle bir savunma, bu haberi yapan arkadaşların samimiyetine delil bile kabul edilebilir. Zira artık bu çirkin dünyada tüm duyarlılıklar da politiktir.

Ölüm? Ölüm zaten hem pratik hem de düşünsel anlamda “politik” bir meseledir artık dünya için. Hangi ölümün üzülmeye, hangi ölümün kabullenmeye, hangi ölümün ardından ağıt yakılmaya değer olduğuna karar veren devasa bir mekanizma vardır dünyada. Elbette hangi ölümün sadece istatistik bir anlam ifade edeceğine karar veren de aynı mekanizmadır.

Elimizdeki veriler şöyledir: Melilla’da çıkan izdihamda 17 ya da 23 ya da 27 ya da 37 mülteci hayatını kaybetti. Buradaki “istatistik belirsizliğin” farklı örgütler tarafından açıklanan rakamların farklılığından kaynaklandığını düşünüyorsanız epeyce safsınız demektir aslında.

Örneğin “Rusya’nın Halep’te yaptığı bombardımanda 100’ün üzerinde insanın öldüğü belirtiliyor” cümlesindeki “100’ün üzerinde” ibaresi bütünüyle istatistik belirsizliğe dayalı bir politik çerçevenin eseridir. 151 gibi kesin ve inkâr edilemeyecek bir rakam yerine “100’ün üzerinde ve ölü sayısının artması bekleniyor” yani. Yapacağı haberde Rus askerin kıyafetinin kırmızı şeridinin detayını biliyor ve paylaşıyor olmayı “habercilik başarısı ve haberin ilkelerine uygun davranmak” olarak tanımlayan medya için “100’ün üzerinde” belirsizliği hiçbir sorun teşkil etmez. Tabii ölenler “ölümü makbul bulunanlar” taifesinden değilse.

Doğaldır ki Afrika’nın altından gelip Melilla’nın kapısına dayanan kara mültecilerin ölümü “makbul” değil “istatistik”tir.

Yine doğaldır ki ölen Afrikalı ise 17, 23, 27 ya da 37 rakamlarının herhangi bir önemi de yoktur. Afrikalılardır ve ölürler yani. Arkalarından tören yapılacak değil ya. Derilerinin renkleri, yaşadıkları coğrafya, fakirlikleri falan onların ölümlerinin “önemsiz ölümler” listesine girmesini garanti altına alır.

Yine de facia(!)nın boyutu inkâr edilemeyecek düzeydeyse bu sefer de “bilgi kırıntısı yöntemi” yetişir imdada. Mültecilerle gereksiz yere empati kurup İspanya’nın canını sıkmaya lüzum yoktur çünkü.

Malilla’daki katliamda iki bilgi kırıntısı dolaşıma sokuldu derhal. Biz, empati kurup olanı biteni “vahşet”, “katliam”, “cinayet” gibi kavramlarla tanımlamayalım ve modern dünyanın canı sıkılmasın diye iki bilgi kırıntısı.

Birinci bilgi kırıntısı şu: “Mültecilerin elinde sopalar ve demir çubuklar olduğu ifade edildi.”

Eh yani anlasanıza. Ellerinde sopalar ve demir çubuklar olan Afrikalı mülteciler yani. Onları öldürmekten normal ne olabilir Allah aşkına. Ya mesela sınırı geçen bir Afrikalı mülteci bir İspanyol polisine elindeki sopayla vursaydı da adamcağız yaralansaydı? Değil mi ama?

İkinci bilgi kırıntısını da İspanyol başbakanı olacak adam soktu dolaşıma: “Zaten bu mültecilerin arkasında mafya varmış.”

Bu zaten iyice affedilmez bir şey yani. Arkasında mafya olan Afrikalı göçmenler, ellerindeki demir çubuklarla ve sopalarla sınırı geçmek istiyorlar. Üzerlerine ateş açılmasın da ne yapılsın? Mafya mı girsin Avrupa topraklarına? Onu mu istiyoruz yani biz?

Aslında tüm bu politik düzlemin, tüm bu kokuşmuşluğun, DW’nin, BBC’nin, France 24’ün, VOA’nın saklayamadığı yalın bir gerçek var ve asıl “politik” olan o yalın gerçek bana kalırsa.

Bu saçma ikiyüzlülük daha fazla süremez, daha fazla devam edemez yoluna. Avrupa, dünyadaki her topluluğun canı pahasına kendi varlığını sürdürmeye devam edemez. Bugün “hiçbir umudu kalmamış 500 Afrikalı” dayanır kapıya, yarın Paris sokakları yangın yerine döner, ertesi gün 1 milyon insan çıplak elleriyle caddede sokakta mavi gözlü, sarı saçlı insanları katletmeye başlar.

Dünyanın sonunu Avrupa’nın ve Amerika’nın oluşturduğu ve ne pahasına olursa olsun sürdürmeye kararlı göründüğü “ayrıcalıklı, üstün, makbul beyaz insanlar” düzlemi getirebilir böyle giderse.

Gördüğüm kadarıyla öfke, dünyanın dört bir yanında ve biliniz ki öfke politik değil, yıkıcıdır. Dünyanın tüm “lanetli sınıfları” eninde ya da sonunda dünyayı yangın yerine çevirmenin bir yolunu bulacaklardır. Bu düzen böyle gitmez, gidemez çünkü.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!