Haber değeri olan "dinler arası diyalog taplantıları"ndan birisinin daha yapılıyor olması değil, bu başlık altında uluslararası bir toplantının Mekke'de, Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın himayesi altında yapılıyor olmasıdır.
Toplantıyı gerçekleştirme işini Türkiye'de 1980'li yıllarda çokça sözü edilen Rabıtatu'l-Alemi'l-İslami üstlenmiş bulunmaktadır. Bir basın toplantısıyla konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Genel Sekreter Dr. Abdullah b. Abdulmuhsin El Türki, şaşırtıcı şeyler söyledi.
Uzun yıllar bakanlık da yapmış bulunan El Türki, belli ki çok iyi bir hazırlık yapmıştı ve bana sorarsanız -ki ben yaklaşık 20 senedir diyalog toplantılarının faydaları konusunda yazılar yazdım ve son 10 yıllık diyalog toplantılarının bir kısmına da katıldım- Suudi Arabistan, son derece 'stratejik' sayılacak bir adım atıyor. 600 civarında davetli var, dünyanın hemen hemen Müslüman bulunan -küçücük bir azınlık olsa dahi- her yerinden bir veya iki kişi toplantıya davet edilmiş.
El Türki'ye göre Suudi Arabistan, çok daha öncesinde diyalog çalışmalarının farkındaydı. Rahmetli Kral Faysal, hep bunun öneminden bahsetmiş, bazı girişimlerde bulunmuştu. Şimdi Kral Abdullah, bizzat inisiyatif alıyor. Mekke'deki toplantı "ilk aşamada düşünülmüş bir girişim", bu yüzden sadece Müslüman temsilciler, yazarlar veya kanaat önderleri çağrılmış, Mekke'de, Ka'be'nin hemen yanı başında yapılıyor olması da bununla ilgili. Çünkü çok doğru bir biçimde, eğer dünyada kalıcı etkisi olan bir diyalog düşünülüyorsa, öncelikle bunun "Müslümanlar arasında" yapılması gerekir. Farklı düşüncelere, coğrafyalara ve sorunlara sahip Müslümanlar bir araya gelip, kendi aralarında sağlıklı bir diyalog kurma başarısını göstermeliler. Bu başarılabilinirse, bu zeminde "dinler arası diyalog" safhasına geçilecek, o zaman da toplantı muhtemelen başkent Riyad'da yapılacak.
El Türki, "dinler arası diyalog"un "dinler arasında yakınlaşma, dinlerin telfiki, ortak bir din oluşturma" gibi niyet ve hedefleri olmadığını özellikle belirtiyor. Böyle bir şey zaten mümkün değildir, herkes kendi dininin hak ve doğru olduğuna inanıyor, herkesin dini kendine. Diyalog toplantılarına karşı geliştirilen rezervlerden biri de, "bu yolla İslami bazı hükümlerin rafa kalkacağı, dinden bazı eksiltmelerin yapılacağı veya dine ilavelerde bulunulacağı" yolundaki korkudur. Tabii ki böyle bir şey kimsenin aklından geçmez. Herkes kendi dinini bir bütün olarak anlayıp hayatında yaşama hakkına sahiptir. Müslümanların kendi aralarında süren dinî görüş ayrılıkları da bu toplantıların gündem maddesini oluşturmaz, çünkü bu görüş ayrılıklarını ve ihtilafları konuşup müzakere etmenin zemini burası değil, İslami ilimler konusunda otorite olan alimlerin işidir. Aktüel-gündelik siyasi konular da diyalog toplantılarında yer almamalı. Bunlar zaten siyasi platformlarda ele alınıyor, konuşuluyor ve çoğu zaman siyasi görüş ayrılıkları ve çıkarlar bir araya gelişleri engelleyici rol oynuyor.
Müslümanların kendi aralarında ortak bir dil kurmalarının zamanı çoktan geçmiş. Müslüman dünya böyle bir dil kurmak için herkesten çok daha büyük imkanlara ve avantajlara sahip bulunmaktadır. Sorun, insanların bir araya gelip konuşmaması, müzakerelerde bulunmaması. Eğer Müslümanlar kendi aralarında güçlü bir dil geliştirebilirlerse, diğer din müntesipleri veya başka kültürden olan insanlarla sağlıklı ilişkiler kurabilecektir. Beşeriyetin kendi içinde bir diyaloğa ihtiyacı var; herkesi derinden rahatsız eden sorunlar görmezlikten gelinemez. Mesela ailenin zayıflaması, uyuşturucu, baskı, terör, yoksulluk, açlık tehlikesi, savaş yıkımları vb. yüksek insani ortak değerlerin aşınmaya uğraması. Bunlar ortak sorunlardır, ortak sorumlulukları gerektirmektedir. Kral Abdullah'ın bu toplantıya büyük önem verdiğini belirten El Türki, kavramsal çerçeveyi biraz daha genişletip, "dinler arası diyalog"un aslında "kültürler arası diyalog"a doğru evrildiğini ve bundan asıl kastedilenin "öteki ile diyalog" olduğunu, öyle anlaşılması gerektiğini söylüyor.
Zaman gazetesi