Ömer Faruk Şeker / Haksöz Haber
Abdülkadir Hamid et-Ticani’nin kaleme aldığı ve Vahdettin İnce'nin Türkçeye tercüme ettiği “Mekke Döneminde Siyasi Düşünce Metodolojisi” kitabı siyasi düşüncenin Kur’an’daki temellerini konu ediniyor.
Et-Ticani, kitabının başında Kur’an ayetlerini parçalarının ve akışının dikkatli bir incelemeye tabi tutulması gereken başlı başına bir olgu olarak görüp herhangi bir alanda bir olguyu analiz edip birtakım bilimsel yargılara ulaştıktan sonra, kendi sonuçlarını destekleyici kanıtlar bulmak için Kur’an’a bakan araştırma usulünü şiddetle eleştirir. Bu görüşle et-Ticani, kendi araştırmasının metodunu ortaya koyar. O’nun bu araştırmasının mahiyeti Mekke döneminde inen ayetleri kapsamak koşuluyla siyasal düşüncenin temel prensipleridir. Araştırmasının amacının siyaset bilimi veya siyaset fıkhına dair bir kapsam içermediğini, maksadının siyaset felsefesi üzerine şekillendiğini vurgular. Siyasetin arka planında yer alan temel prensiplere ilişkin bir araştırma olması hasebiyle siyaset felsefesi ile ilgilidir bu çalışması.
Et-Ticani, siyasete, siyasal düşüncenin temellerine ve Mekkî ayetlere ilişkin tanımlayıcı açıklamalarından sonra Batılı müsteşriklerin ve onları takip eden Müslüman kökenli aydınların bir yanılsama içerisinde olduklarından bahseder. Et-Ticani, bu yanılsamanın siyasal düşünceye, siyasete dair olduğunu belirtir. Bu yanılsamanın eksenini, İslam inanç sisteminin, Hz. Muhammed’in (s) yaşadığı psikolojik ve tarihsel ortama bağlı olarak geliştiği böylelikle Kur’an’ın Mekke döneminde inen kısmının, ahirette hesaplaşma ve hayatı sonlandıracak acı ve korkunç azapla uyarma ve ahiret âlemindeki ebedi saadete hazırlanmaya çağırma oluşturur. Bu yanılsamaya göre, hicret, Rasulullah’ın (s) mesajının özünde mahiyet olarak bir değişikliğe yol açmıştır. Medine’de gördüğü kabul, onu davetinin metnini genişletmeye yöneltmiştir. Azapla uyarırken artık kabilelerle iletişim içerisinde, onlarla antlaşmalar imzalamakta ve yeni siyasal ve toplumsal bir düzen kurmaya çalışmaktadır.
Bu görüşlere şiddetle karşı çıkan yazar, kendi görüşünü belirtmeden önce İslamcıların görüşünü de onaylamamaktadır. İslamcıların görüşü ise şöyledir: Kur’an’ın Mekke’de inen kısmı, Medine devletinde uygulanmayı, gerçekleştirilmeyi bekleyen genel ilkelerdir. Et-Ticani ise Kur’an’ın, Mekke’de inen kısmını ve tekrar tekrar ahiretteki hesaplaşmayı ve âlemin bir gün yok olacağını söylemesini, İslam’ın siyasal inancını ortaya koyması şeklinde görmektedir. Mekke dönemi ayetleri siyaset ve toplum felsefesine ilişkin itikadi bir odak oluşturur. Böylelikle Kur’an, ayrışmacı (laik) yaklaşımı reddeder. Tevhidi siyasal felsefe, dünya ile ahireti, ahlaki değerlerle siyasal ve ekonomik çıkarları birbirine sıkıca bağlamaktadır.
Et-Ticani, müsteşriklerin içinde bulundukları yanılsamalarını dayandırdıkları felsefi arka planı incelemektedir. Bu arka plan ona göre, Platoncu felsefe ekolü ve bu ekole karşı geliştirilen itirazlardan oluşmaktadır. Platoncu ekolden ve ona itirazlardan bahsettikten sonra bu bütün felsefi ekollerle İslam arasındaki çatışmanın ve ayrışmanın varlığının kaçınılmaz olduğunu vurgular.
Et-Ticani, bu açıklamalarının ardından tamamı Mekke döneminde inen Araf Sûresi’ni ele alır. Bu sûreyi ele almasının nedeni, bu sûrenin siyasal düşünce açısından başvuru çerçevesi konumunda olmasıdır. Et-Ticani, bu sûreyi üç kısma ayırır. İlk kısımda, insanın konumu, Allah, insan ve evrenle ilişkisi bağlamında düşünsel bir çerçeve çizilir. Bütün insanlar tek bir nefisten bozulmamış fıtrat üzere yaratılmışlardır. Bütün insanların her türlü yönetsel velayeti reddedip rasullere tabi olup, tek gücün yönetsel velayetine girmelidirler. İkinci kısımda, geçmiş peygamberlerin deneyimlerinden bazı örnekler verilir. Amaç; yaratılışın ve emrin gidişatını, isyan gerekçelerini ve bunların kaçınılmaz akıbetlerini açıklamaktır. Son kısımda ise, hitap Mekke’deki siyasal kitleye yöneltilir.
Yazar, Araf Sûresi’nden çıkardığı en önemli sonucun; ilk kez devlet düşüncesini ortaya atanların, ilk kez kişisel, sübjektif, beşeri olmayan kanunlarla yönetilme kavramını geliştirenlerin peygamberler olduğunu bunun da hâkim olan siyasal yönetimlere karşı adaleti egemen kılmayı hedefleme olarak tezahür ettiğini söyler. Böylelikle et-Ticani, Peygamberimize (s) de adaleti egemen kılmasının emredildiği ve bunun da bir devletin kurulmasını gerektirdiğini belirtir. İslam devletinin özelliklerini de şu şekilde sıralar ve açıklar:
1. Özgürlükçü-tevhidi bir devlettir: Adalet, yönetimin Allah’ın tekelinde olmasıdır. Böylelikle beşeri azgınlığı ve düzmece ilahların yöneticiliğini geçersiz kılarak insanın özgürlüğüne kavuşmasını sağlar.
2. İslam devleti, insanlar içindir: Kitab-ı Kerim insanlar için indirilmiştir. Dolayısıyla devlet de insanlar içindir.
3. İslam devleti, bir hukuk devletidir: Münzel şeriat, temelleri sağlam atılmış (muhkem) nasslar ve kurallar toplamıdır. Akıl bunların pratize edilmesi için yollar arayabilir ama başlı başına belirleyici değildir (içtihat).
4. İslam devleti, teokratik bir devlet değildir: İslam’da Batı teokrasisi gibi kâhinler zümresinin arzularına ve amaçlarına uygun olarak diledikleri şekilde kanunlar koyduğu bir teokrasi yoktur. İslam’da yönetim, Allah’ın kitabı ve peygamberin sünneti ışığında, Müslümanların tümünün elindedir.
Böylelikle İslam devletinin karakteristik özelliklerini belirginleştiğini belirtir et-Ticani. Hz. Rasul’ün (s) bu özellikleri içselleştirdiğini ve siyasal düzenini bu temellere dayalı olarak kurmaya çalıştığını vurgular.
Ardından et-Ticani, uluslararası ve bölgesel ilişkilerin Hz. Rasul’ün (s) kurduğu devlet üzerindeki etkilerinden bahseder. Bu ilişkilerin Kureyş’in içsel çöküşüne zemin hazırladığını belirtir. ‘Kitap’ın ve ‘devlet’ erkinin yokluğunda baş gösteren toplumsal bozulma ve çözülme olgusunu tartışır. Devamında ise Yahudilerdeki ‘kitap’ın ve ‘devlet’in varlığına rağmen ortaya çıkan bozulma ve çözülme olgusunu ele alır. Rum Sûresi ve tarihi vesikalar ışığında ve çarpıcı örnekler eşliğinde İran ve Roma imparatorluklarının temsil ettikleri uluslararası fesadı gözler önü serer.
Et-Ticani, bütün bu açıklamalarının ardından İslami siyasal düşünce ile çağdaş laik ideoloji arasındaki metodolojik çakışmayı ele alır. Laiklik yazara göre, içinde doğduğu dinsel çevrenin büyük etkisi içerisindedir. Bu sürecin, Yahudilerde kurtarıcı inancı ile gelişen, sürekli bir beklenti içinde olup yönetimlere boyun eğici siyasal faaliyetten geri kalmaları ile başladığı belirtilir. Bu zihniyet ilk kuşak Hristiyanlığın bazı Putperest Grek düşünce ekolleriyle örtüşür. Böylelikle laiklik düşüncesinin Orta Çağ’da yansıması sapkın kilise Hristiyanlığı ile olmuştur. Laik hareketinin zirvesi ise dinde reform hareketi olan Protestanlığın ortaya çıkmasıyla yaşanmıştır.
Abdülkadir et-Ticani, Kur’an’ın Mekke döneminde inen ayetlerinde siyasal düşünceye dair hiçbir anlatının olmadığı, olsa bile bunların Medine devletinde gerçekleştirilmesi beklenen genel prensipler olduğu şeklindeki hâkim hatalı görüşü, bu dönem ayetlerinde ciddi manada siyasal düşüncenin temelleri olduğunu söyleyerek geçersiz kılmaktadır. En başından beri Rasul’ün (s) getirdiği mesajın siyasi içeriğinin de var olduğunu ve Rasul’ün (s) en başından itibaren siyasi hedeflerinin de bulunduğunu ortaya koymaktadır.