MEHMET Ö. ALKAN: “İtiraz edebilecek bir kişi bırakılmadı. Ya idam, ya tasfiye edildi. Böylece Nutuk okunabilir hale geldi. Ve Atatürk, ‘1919 Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım. Vaziyet, manzara şöyleydi’ diyecek hale geldi.”
“Atatürk, bütün muhaliflerini susturdu. Önce, 1925’te ülkede dinî muhalefet, Kürt muhalefeti ve M. Kemal’in yakın arkadaşları tasfiye edildi. Ardından 1926’da da İttihatçılar tasfiye edildi.”
“Atatürk, Meclis Hükümeti sistemini bitirdi, Kabine sistemini getirdi. Yani hükümeti Meclis değil, kendisi kurmaya başladı. Bunu nasıl yaptı? Cumhuriyet’i ilan ederek yaptı! Tek adam olma yolunda büyük adım attı.”
NEŞE DÜZEL'in Taraf gazetesinde tarihçi MEHMET Ö. ALKAN'la yaptığı röportajın ikinci bölümü:
Tarihçi Mehmet Ö. Alkan’la dün birinci bölümünü verdiğimiz konuşmaya, kaldığımız yerden küçük bir hatırlatma yaparak devam ediyoruz.
Birinci bölümde Kemalizm’in Atatürk döneminde oluştuğunu ve Atatürk’ün Kemalist olduğunu söyleyen Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan, 1925’ten sonra tek parti rejiminin kurumlaştığını ve bunun için önce siyasi muhalefetin tasfiye edildiğini sonra da Kürtlerden sosyalistlere her türlü toplumsal muhalefetin bitirildiğine dikkat çekti. “Türk Kadınlar Birliği de kapatıldı” dedi.
(Neşe Düzel / Taraf)
***
NEŞE DÜZEL: Kemalistlerin kendilerini İslamcı kesimden en fazla ayırt ettikleri konu kadının özgürlüğü konusudur. Kadın hareketini yok etmenin gerekçesi nedir? Atatürk’e rağmen mi kapatıldı bu kadın birliği?
MEHMET Ö. ALKAN: Hayır. Mustafa Kemal, İnönü, Recep Peker gibi Türkiye’nin tek partiyle yönetilmesini savunan ekip kapattı bu birliği. Toplumsal muhalefet potansiyeli olan bütün dernekleri kapattılar. Oysa Türk Kadınlar Birliği, İkinci Meşrutiyet’ten beri kadın hakları için müthiş mücadele etti.
Bu kadın hareketi o dönemde ne yaptı?
Daha 1923’te hiç bir parti yokken “halk fırkası” diye bir parti kurmak istedi ama bu kabul edilmedi. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı istedi, bu da kabul edilmedi. 1927’de, “Tamam, oy kullanamıyoruz, hiç olmazsa kadın haklarını Meclis’te dile getirecek bazı mebusların seçilmesini biz önerelim” dedi, o da kabul edilmedi. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı daha sonra 1934’te verildi. Cumhuriyet tarihi hakkında hakikaten bilmediğimiz çok şey var. Mesela ilk İstiklal Marşı alaturkaydı.
Nasıl? İstiklal Marşı alaturka mıydı?
Evet. 1924’te Rıfat Çağatay’ın alaturka bestesi 1924’ten 1930’a kadar altı yıl milli marş olarak çalındı. 1930’da bir anda yeni beste kabul edildi ve milli marş alafranga oldu.
Galiba yakın tarihimiz konusunda en çok tartışma Atatürk’le ilgili çıkıyor. Atatürk diktatör müydü?
Ben Atatürk için diktatör sıfatını, modernleştirici pozitif anlamda kullanabilirim belki ama... Bence Atatürk için asıl kullanılabilecek olan sıfat tek parti, tek adam sıfatıdır. Diktatör deyip işin içinden sıyrılmak bana doğru gelmiyor.
Hesap sorulamayan, hiçbir muhalefetin olmadığı tek adam yönetimine diktatörlük dememek doğru geliyor mu size peki?
Doğru geliyor. Çünkü her tek adamın diktatör olması gerekmiyor. Her diktatör tek adam olabilir ama her tek adam diktatör değildir.
Dersim katliamını, zorunlu göç uygulamalarını, her türlü muhalefeti ezen Takrir-i Sükûn Kanunu’nu, İstiklal Mahkemelerini, muhalefetin idamla yargılanmasını ve bazılarının idam edilmesini eğer diktatörlüğün içine yerleştirmiyorsanız, hangi sistemin içine yerleştiriyorsunuz?
Teknik anlamda otokrasi ve otokrat diyebilirim. Çünkü rejimde tek adam yoktu aslında. Tek adama odaklanırsak, bunun bir ekip ve parti olduğunu, bir zihniyet olduğunu gözden kaçırırız. Bir lidere odaklaştığımızda da, dönemi ya onunla kutsarız ya da onunla kötüleriz. Bütün iyilikleri ondan gördüğümüz gibi bütün kötülükleri de ondan görürüz. O zaman...
Evet, o zaman ne olur?
O zaman bazı insanlar aklanmaya ve bir kişiye yüklenen diktatör sıfatıyla bir dönem perdelenmeye başlar. Bir kişiye odaklanıp, dönem gene tartışmanın dışına çıkarılır. Mesela benim için diktatör Hitler’dir, Mussolini’dir. Etrafındakilerle birlikte İkinci Dünya Savaşı’yla tasfiye edildiler. Bizde ise Tek Parti döneminin kadroları büyük ölçüde devam etti. 1942’de Varlık Vergisi’ni getiren, 6-7 Eylül’ü yapan kimdi?
Peki, kendi döneminde Atatürk tek hâkim değil miydi?
1925’ten sonra tam manasıyla bir tek adam- tek parti yönetimi kuruldu. Mesela 1927’de CHP’nin tüzüğünde yapılan değişiklikle parlamentonun bütün üyelerini yani bütün milletvekili adaylarını, Genel Başkan seçmeye başladı. Genel Başkan kim?
Kim?
M. Kemal ama M. Kemal 1934-35’ten sonra artık tek hâkim değildi. 1925’ten itibaren idam edilenler, Kürtlere ve Yahudilere yapılanlar da dâhil olmak üzere o kadar çok trajedi var ki... Bu trajediyi bir kişiyle açıklamaya başladığınızda, bu uygulamaları yapan o kadar çok insanı aklamaya başlarsınız ki!
İstiklal Mahkemesi’nin idam ettiği muhaliflerden biri de İttihat Terakki hükümetinde maliye bakanlığı yapmış olan liberal Cavit Bey. Bir yurtdışı görevindeyken M. Kemal’in Cavit Bey’den ödenek istediği fakat Cavit Bey’in bu ödeneği vermediği ve M. Kemal’in de bunu hiç unutmadığı, Cavit Bey’in idamının arkasında bu olayın olduğu da anlatılır. Bu gerçek mi?
İdamına sebep bu mudur bilmiyorum ama M. Kemal baştan beri kendisinin İttihatçı olmadığını söylemeye çalıştı. M. Kemal İttihatçıydı ama böyle bir imaj vermek istemedi. Zaten hem çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu, hem o dönemde kurulan İstiklal Mahkemeleri hem de açılan İzmir Suikastı davası, birlikte yola çıktığı İttihatçılar’ın tasfiye edilmelerine vesile oldu. Böylece 1926 yılına gelindiğinde, bir yandan Karabekir’in Terakkiperver Cumhuriyet Grubu, bir yandan da sistem içindeki İttihatçılar tasfiye edildi. Kısacası siyasi muhalefet yok edildi ve 1927’de artık Nutuk okunabilir hale geldi.
Dolayısıyla bir dönemin tarihi sadece Atatürk’ün bakış açısıyla yazıldı. Nutuk, 1927’den önce okunamaz mıydı? Muhalefetin hâlâ olduğu bir ortamda okunsaydı, itirazlar mı olacaktı?
Evet, itiraz edilecekti. 1927’de okunduğunda ise itiraz olmadı, çünkü itiraz edecek olanlar ya idam edildiler, ya da siyasetten tasfiye edildiler. Şimdi diyeceksiniz ki bunun adı ne?
Atatürk, bütün muhaliflerini susturdu mu?
Susturdu. Önce, 1925’te ülkede dinî muhalefet, Kürt muhalefeti ve M. Kemal’in yakın arkadaşları tasfiye edildi. Ardından 1926’da da İttihatçılar tasfiye edildi. Sonra bürokrasi içinde daha alt düzeyde İttihatçıların tasfiyesine gidildi ve kurumlarda ayıklamalar yapıldı. 1926’dan itibaren devletin içinde muhalif bir ses, bir kişi bırakılmadı. Böylece Nutuk okunabilir hale geldi. Böylece tarih, 19 Mayıs 1919’dan itibaren yazılabilir duruma kavuştu. “1919 Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara şu haldeydi...” diyebilecek bir hale geldi.
Atatürk’ün sağlığında onun diktatör olduğunu söyleyen çıktı mı?
Hayır. Ülke içinde bunu söyleyecek biri çıkamaz zaten. Ancak ülke dışında bunu söyleyenler oldu. Ülke içinde böyle bir şeyi söylemeye cesaret edemezsiniz. Tam tersine herkesin Mustafa Kemal’i övme konusunda yarıştıkları bir dönem bu. Hitler’e Führer, Mussolini’ye Duce deniyor. Atatürk’e de “önder” deniyor. Atatürk için ilk defa o dönemde “önder “lafı kullanılmaya başladı. Gazetelerde, “önderimiz, önder” diye tekil ifade kullanıldı. Şu da çok önemli: 1925’te Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ve arkasından kurulan İstiklal Mahkemeleriyle sadece arkadaşlarını tasfiye etmedi Atatürk. Çok daha önemlisi, bu yolla basın da susturuldu. Bu kanunla idareye, yargı kararı olmaksızın dernek, cemiyet, gazete, dergi kapatma yetkisi verildi.
Atatürk’e en çok hangi konularda muhalefet edildi sağlığında?
En çok liderliği, tek adamlığı eleştirildi. Birlikte yola çıktığı arkadaşları buna itiraz ettiler. Aslında 1 Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılması, arkasından 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanı, sonra da 3 Mart 1924’te Hilafet’in kaldırılması, M. Kemal’in tek adamlığa gidişinin üç kritik tarihidir. Oysa M. Kemal Milli Mücadele’ye başlandığında arkadaşları arasında eşitler arasında birincidir. Onun liderliği bir görev dağılımı gibi düşünülür. Fakat bir aşamadan sonra M. Kemal’in kendi liderliğini çeşitli vesilelerle pekiştirdiğini görürler. Zaten M. Kemal de, onların kendisini tasfiye etme derdinde olduğunu düşünmeye başlar. Aslında Cumhuriyet’in 29 ekim günü ilan edilmesi tesadüf değildir.
29 ekim tarihi niye seçildi?
Bu tarih özellikle seçildi. O gün, Kazım Karabekir Trabzon’da, Rauf Orbay İstanbul’dadır. O dönemde Meclis Hükümeti denen bir sistem var. Hükümetin üyelerini Meclis tek tek seçiyor. Karabekir Grubu, Lozan’da İnönü’nün taviz verdiğini düşünüyor. M. Kemal’in Meclis Başkanı olarak kurdurduğu hükümetin güçsüz görünmesi için de ellerinden geleni yapıyorlar. M. Kemal bu grubu tasfiye etmek için hükümet krizi çıkartıyor. Bunun için önce hükümet üyelerini istifa ettiriyor. Aday olmayacaklarına dair hepsinden söz alıyor. Dolayısıyla hükümet kurulamıyor. Sonunda M. Kemal’e, hükümet kurulamıyor diye geliyorlar.
Ne yapıyor?
Onun da arzu ettiği bu zaten. Böylece Meclis Hükümeti sistemini bitiriyor, Kabine sistemini getiriyor. Yani hükümeti Meclis değil, kendisi kuruyor. Bunu nasıl yapıyor? Cumhuriyet’i ilan ederek yapıyor! Cumhuriyet’in ilanı 24 saatlik bir süreçte oluyor. Bütün muhalifler dışarıdayken, 360 milletvekilinden sadece 158’i Meclis’teyken, Cumhuriyet onaylanıyor. Ve, Cumhuriyet’in ilanıyla, M. Kemal tek adam olma yolunda çok önemli bir adım atıyor! M. Kemal’e en çok hangi konularda muhalefet edildi diye sormuştunuz. Mesela Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın, tüzüğünde, “Bu parti dine hürmetkârdır” diye yazması, aslında o dönemin Halk Fırkası’na ve dolayısıyla M. Kemal’e yapılan bir göndermedir.
Niye?
Bakın şöyle... Dini siyasetin tamamen dışına iten laikliğin keskinleşmesi, militan bir laikliğe dönüşmesi, 1925’teki Şeyh Sait Ayaklanması’ndan sonra oldu. O zaman, İstiklal Mahkemeleri kararıyla tekkeler, tarikatlar, zaviyeler kapatıldı.
Şeyh Sait İsyanı, militan laikliği uygulamak için bir fırsat olarak mı kullanıldı?
Evet, kesinlikle kullanıldı. Cumhuriyet’in başında rejimin kırılma noktası, Takrir-i Sükûn Kanunu’nun getirilmesidir ve Tek Parti yönetiminin kurulmasıdır. Bunlar, Şeyh Sait Ayaklanması’nın sonrasıdır. Başta da söyledim. Bu ülkede darbelerin de, parti kapatmaların da gerekçesi aynıdır. Birinci gerekçe irtica, ikinci gerekçe Kürtçülüktür. Bu iki gerekçenin birlikte zikredildiği dönemlerde, Türkiye’ye hep totaliter rejimler, darbeler geldi! 1925’te de bu böyle oldu, 1960’da da böyle oldu. 1971, 1980 ve 28 Şubat’ta da hep aynı şey süreç yaşandı. Zaten bu ülkede diğer tarihlerin değil de özellikle 31 Mart tarihinin hatırlanmasının nedeni de budur. Hatırlatılacak ve hatırlanacak ki, böylece irtica konusu sıcak tutulacak!
Peki, bu ülkede ne zamandan ya da hangi olaydan sonra Atatürk’ü eleştirmek imkânsızlaştı?
Ben tarihçi olarak, 1926 İzmir Suikastı davasından sonra Gazi Paşa’ya karşı sarf edilmiş tek bir muhalif masum cümle bile hatırlamıyorum.
Peki, ya sonra? Atatürk’le birlikte Milli Mücadele’yi başlatan ekipten kimler kaldı yanında?
1925’ten itibaren İsmet İnönü, Mareşal Fevzi Çakmak, Refik Saydam, Şükrü Saracoğlu, Recep Peker, Celal Bayar kaldı. Üst düzeyde çok dar bir ekiptir bu. Ama bunların dışında bir de sofrasında olanlar vardır. Birçok kararın da o dönemde Çankaya’da veya Dolmabahçe’de sofrada alındığı doğrudur. Bütün Cumhuriyet eliti o sofradadır. Atatürk’le en rahat ilişki kuran, onunla senli benli konuşan çocukluk arkadaşı Nuri Conker’dir. Zaten Nuri Conker’in ölümünden sonra Atatürk’ün iyice içine kapandığı söylenir. Atatürk dönemindeki muhalefeti sormuştunuz...
Evet...
Hükümete karşı en büyük tepki 1930’da yaşanıyor. Dünya ekonomik bunalımı Türkiye’yi çok etkiliyor. Hem köylü tepkisi hem de Kürt tepkisi o dönemde oluşuyor. Bu muhalefetin varlığı, Serbest Cumhuriyet Fırkası’yla ortaya gün ışına çıkıyor.
Bu partiyi Atatürk kendisi kurdurmuyor mu?
Evet. En samimi arkadaşlarından Fethi Okyar’a bu partiyi kurduruyor. Kızkardeşi Makbule’yi de partiye üye yazdırıyor. Aslında bu partiyi kurdurmakla Atatürk çok partili siyasi hayatı denemiyor. O, muhalefetin gücünü anlamaya çalışıyor. Muhalefetin boyunu ölçmeyi deniyor. Muhalefetin boyunu gördükten sonra da partiyi kapatıyor. Çünkü köylü, Kürtçü, dinci, sosyalist, liberal bütün muhalefet orada toplanıyor. İşte o dönemde Atatürk, “Köylü milletin efendisidir” diyor. Çünkü Türkiye’nin yüzde 90’ı kırsal kesimde yaşıyor ve bu kesim muhalefetin potansiyel alanı haline gelmiş bulunuyor. Atatürk köylünün gönlünü alıyor.
Peki, Atatürk kendisini nasıl tarif ediyordu?
Önder ve tek adam olmayı benimsemiş durumda. Bu çok açık. Etrafında da bir iktidar eliti oluşuyor.
Atatürk, Fethi Bey’e kendi döneminin de bir istibdat dönemi olduğuna dair bir itirafta bulunmuş mu?
Böyle ifadeler kullanıyor. “Çok mu aşırıya kaçtık? Bir diktatörlük olarak mı tanımlanacak bu? Bunu yapmazsak bizi diktatörlük olarak görecekler” gibi sözler söylüyor. Bazıları, “Seçimler, 1923, 1927, 1931 ve 1935’te düzenli olarak yapıldı ve Meclis oluştu” diyorlar. Oysa bu ülkede 1876’dan beri bir anayasa var ve 1877’den beri de parlamento ve seçimler var.
Atatürk, Osmanlı’nın gerisine düşmeyi göze alabilir miydi?
Bu geleneği görmezden gelip parlamentoyu kapatmak, seçimleri kaldırmak zaten olmaz. Bunları kapatırsa, Osmanlı’nın gerisine düşer. Şunu da söylemeliyiz. Türkiye’de ilk tek parti deneyimi İttihat Terakki’nin 1913-1918’deki iktidarında yaşandı ve İttihat Terakki hiçbir derneğe, basına izin vermedi. İşte o deneyim 1925’te Cumhuriyet’te kullanıldı.
Biz Atatürk’ün o dönemdeki bütün muhaliflerini hain olarak öğrendik. Hain miydi hepsi?
Asla öyle bir şey söyleyemeyiz. Buna Vahdettin de dâhil. Milli Mücadele’yi desteklemediği, M. Kemal’e idam cezası verdiği ve işgal sürecinde İngilizlerle çok yakın işbirliği yaptığı için Vahdettin’e hain deniyor. Aslında o dönemde bu kimliğe uyan pek çok kişi var. O dönemde başkent İstanbul’da pek çok kişi ve bütün bürokrasi böyleydi. Atatürk Nutuk’ta Vahdettin için hain diyor ve bazıları Vahdettin’e hain olarak bakıyor ama bazıları için de Vahdettin kutsal padişah bugün. Atlanan bir şey var. M. Kemal başta olmak üzere Vahdettin’e hain sıfatını yakıştırıyor ama, Saltanat kaldırıldığı zaman, Ankara Halife olarak 17 gün daha Vahdettin’le çalışıyor.
Atatürk’ün Vahdetinle ilişkisi neydi?
Onu bilmiyoruz. Yaptıkları baş başa bir görüşme var. Bunun tutanakları bir gün çıkar. Çünkü Vahdettin Devlet Başkanı olduğu için görüşmesinin içeriğinin bir yere yazılması lazım. Şunu biliyoruz. M. Kemal, Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak resmî görevle Samsun’a gidiyor. Gizli gitmiyor oraya. Oradaki rahatsızlıkları kontrol altına alması için Samsun’a gönderiliyor.
Milli Mücadele’yi başlatması için görevlendirildi mi Vahdettin tarafından?
Bilmiyoruz. O ikili konuşmada ne konuşulduğu bilmiyoruz.
Atatürk döneminde, en çok da Birinci Meclis döneminde, demokratik bir sistem kurulmasını önerenler oldu mu?
Evet oluyor. O günün ölçülerinde daha çok demokrasi talep edenler oluyor. Mesela Kadınlar Birliği, dönemin sosyalistleri tek dereceli seçim istiyorlar. Çünkü çift dereceli seçim kolay kontrol ediliyor. 1927’den itibaren tüzük gereği bütün mebus adaylarını Reisicumhur ve Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Başkanı olarak M. Kemal belirliyor. Diyelim ki İstanbul’dan 20 kişi Meclis’e seçilecek. 20 tane aday gösteriyor. Bunları da ikinci seçmenler seçiyor. Diyelim İstanbul’da 200 ikinci seçmen var. Bunlar kendilerine önerilen 20 kişiyi seçiyorlar. 200 ikinci seçmenin kimler olacağını da parti belirliyor.
M. Kemal’i Meclis’te eleştirenlerin başına ne geldi sonunda?
Tasfiye oldular. Ne kamuda ne de basında görev alabildiler.
***
YARIN: Mustafa isminden neden hoşlanmıyor? Atatürk’ün gerçek bir rakibi var mıydı? Militan laikliğe nasıl geçildi? Kürtler Atatürk döneminde kaç kez ayaklandı?
***
Röportajın birinci bölümü için aşağıdaki linki tıklayınız:
“ATATÜRK HER ZAMAN KEMALİSTTİ!”