HAKSÖZ HABER
Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Ankara’da kurucusu ve başkanı olduğu İslam Düşünce Enstitüsü’nde “Zor Zamanların Ahlakı” başlığıyla kamuoyuna açık bir sohbet gerçekleştirdi. “Musibetleri Anlamada Usul” dersini takiben yaptığı bu sohbette Görmez, Kur’an ve Sünnet’te bizlere öğretilen “ihsan, isar, infak, sabır, af” gibi mü’minlerin vasıflarını kuşanarak başımıza gelen musibetleri nasıl bir rahmete çevirebileceğimizi izah ediyor. Zor zamanların imanı ve ahlakı üzerine Ku’ani temele ve Nebevi pratiğe uygun neler yapılabileceği üzerine Mehmet Görmez son derece makul, mutedil ve hikmetli bir dizi tavsiyede bulunuyor. Polemik yapmadan, kimseyi kışkırtmaya yeltenmeden ama net ve kararlı bir üslupla hepimizi basiret ve feraset üzere mütevekkil bir duruşa davet ediyor.
Bugün Dertlenme Günü Değil Dertlere Derman Olma Günüdür
Bugün sağlık otoritelerini dinleme zamanıdır. Bugün onların tavsiyelerine kulak vermek aslında yüce dinimizin de emridir. Zira Rabbimizin can emanetini korumak en mukaddes vazifemizdir. Bugün hem kendimizi korumak hem de (hastalığı) başkasına bulaştırmamak için evlerimizde beklemek adeta düşmana karşı siperde durmak gibi, adeta nöbet tutmak gibidir. Cenabı-ı Hak bütün hepimize ve bütün insanlığa kolaylıklar versin.
Değerli kardeşlerim! Geçen hafta burada, (İslam Düşünce) Enstitümüzde “Musibetleri Anlama Usulü” başlığı altında bir dersimiz oldu. Bugün ise içinden geçtiğimiz zor zamanları da dikkate alarak, o dersin bir devamı mahiyetinde, üç sorunun cevabını kısa bir süre içerisinde, dilim döndüğünce vermeye çalışacağım.
1- Zor zamanların ahlakı ve imanı ne demektir?
2- Bu süreçte toplumsal ve manevi bağışıklık sistemimizi nasıl güçlendiririz? Kamuya, aileye, bireye, gençlere düşen görevler nelerdir?
3- İnsanlık ailesi olarak bu süreci rahmete nasıl dönüştürürüz?
Biliyorum bugün ders verme günü değil, ders alma günüdür. Bugün dertlenme günü değil dertlere derman olma, sıkıntıları bertaraf etme günüdür. Ancak anlatacağım konuların bir nebze de olsa dertlere derman olma, sıkıntıları bertaraf etme yönünde katkısı olacağı ümidiyle bunları sizlerle paylaşmayı uygun gördüm.
Zor Zamanların Ahlakı ve İmanı Ne Demektir?
Kıymetli kardeşlerim! Evet, insanların zor zamanları vardır. Milletlerin, toplumların zor zamanları vardır. Ama bugün ilk defa doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle, zenginiyle fakiriyle statü farkı gözetmeden bütün insanlık çok zor bir zamandan, çok zor bir süreçten geçiyor. Kur’an-ı Kerim insanı ele alırken yaşadığı bu zorlukları iki kavramla hatta üç kavramla ifade eder. “Bes’a ve darra” yani zorluk ve sıkıntı. Hem savaşları, kıtlıkları, belaları, hastalıkları, musibetleri, salgınları … Bütün bunlara bu kavramları kullanır ve bu kavramların geçtiği ayetlerde ise hem zor zamanların imanı hem de zor zamanları ahlakı üzerinde durulur.
Zor zamanların imanı büyük bir umutla Rabbe yöneliştir. Zor zamanların imanı insana umut taşımaktır, sevinç taşımaktır. Zor zamanların imanı ve en önemli ilkesi yeis ve ümitsizliğe kapılmamaktır. Zor zamanlarda mü’mine yakışmayan tavır ümitsizliktir. Kur’an-ı Kerim şu ayeti kerimelerde insanoğlunun iki yanlışını karşılaştırarak zikreder. “Bolluk ve kolaylık zamanlarında şımarmak” ve “zorluk ve sıkıntı zamanlarında ise ümidi kesmek”: (her ikisini de) aynı yanlışlık olarak görür. Kur’an-ı Kerin insanı bu özelliğini pek çok yerde eleştirir. Nitekim Yüce Rabbimiz İsra Suresi’nde insanın bu yönünü şöyle nazara verir: “İnsana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirip yan çizer. Ama başına bir musibet gelince ümitsizliğe kapılır, karamsarlığa düşer.” Rum Suresi’nde aynı husus bakın nasıl ifade edilir: “İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman çok sevinir. Ancak bizzat kendi elleriyle yaptıkları hatalardan dolayı bir kötülükle karşılaştıklarında hemen ümitsizliğe düşerler.” Eleştiri olarak yöneltiliyor bu.
Fussilet Suresi’nde aynı husus, başka bir ifadeyle şöyle zikredilir: “İnsan iyi şeyleri istemekten hiç usanmaz. Ancak başına bir musibet geldiğinde ise büsbütün ümitsizliğe kapılır, karamsarlığa kapılır ve ümitsizliğe düşer.” İşte bu zor zamanlarda (yaşayan) mü’min, bu zor zamanlarda, asla ümidini yitirmeyecek ve Rabbe olan teveccühüyle, büyük bir dirençle tüm bunları değiştirmeye çalışacaktır.
Aynı ayetlerde bir zor zamanların ahlakı vardır. Zor zamanların ahlakı ‘ihsan’ ahlakıdır. Zor zamanların ahlakı ‘isar’ ahlakıdır, ‘infak’ ahlakıdır, affetme ahlakıdır, ‘sabır’ ahlakıdır. Zor zamanların ahlakı ‘ihsan’dır ve ‘ihsan’ her türlü kötülüğe karşı iyilikle mukabele etmek demektir. (İhsan) İşi kolay kılmaktır. (İhsan) Bu mücadelede hiçbir kardeşimizin asla yere düşmesine izin vermemektir.
Zor zamanların ahlakı ‘isar’dır. ‘İsar’ ne demektir? Her hâlükârda kardeşimizi kendimize tercih etmek demektir. Komşumuzu kendimize tercih etmek demektir.
Zor zamanların ahlakı ‘infak’ ahlakıdır. (İnfak) Sahip olduğumuz her şeyi kardeşlerimizle paylaşmaktır. Zor zamanların ahlakı affetmektir. Her daim affedici olmak, onarıcı olmak, bağışlayıcı olmaktır.
Zor zamanların ahlakı ‘sabır’dır. Kur’an-ı Kerim’deki sabır, katlanmak değildir. Değerli dostlar, Kur’an-ı Kerim’deki sabır, dirençli olmaktır. Yanlışlara ve kötülüklere karşı direnci asla kaybetmemek demektir.
Bütün bunlar Kur’an-ı Kerim’de şöyle tarif edilir, o mahza iyiliği tarif eden meşhur ayette: “Bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar/infak ederler, öfkelerine hâkim olurlar, affedici olurlar ve işlerini en güzel bir biçimde yaparlar” (Al-i İmran, 134).
Toplumsal ve Manevi Bağışıklık Sistemimizi Nasıl Güçlendiririz?
Aziz kardeşlerim! Üzerinde duracağım ikinci konu toplumsal ve manevi bağışıklık sistemimiz. Elbette Rabbimizin inayetiyle bugünler geçecektir. Ancak bugünlerde elde edeceğimiz ahlaklı ve erdemli davranışlar kalıcı olacaktır. Bu süreçte bir virüse maruz kalmamak için bedenimizin bağışıklık sistemini güçlü tutmak ne kadar önemli ise millet olarak, insanlık olarak ruhi-manevi toplumsal bağışıklık sistemimiz güçlendirmek çok daha büyük önem arz etmektedir.
Bu zor zamanda Allah’ın can emanetini korumanın O’nun en büyük emri olduğunu biliyoruz. Ancak bir taraftan bedenimiz korumaya çalışırken diğer taraftan birlik, beraberlik ve kardeşliğimiz yitirmemek için büyük gayret sarf etmeliyiz. Bir taraftan fiziksel ve sosyal mesafeye dikkat ediyoruz, herkes bize bunu öneriyor ama diğer taraftan gönülleri birleştirmeyi asla ihmal etmemeliyiz.
Bir taraftan fiziksel yakınlaşmaktan mahrum kalıyoruz, musafaha bile edemiyoruz ama gönül yakınlığımızı bu süreçte arttırmalıyız. Bir taraftan fert bazında kendimizi karantinaya alıyoruz (biz o öneriliyor, yapmamız lazım) diğer taraftan toplumsal birliğimiz ve dirliğimiz için azami çaba göstermeliyiz. Her türlü ötekileştirici dil ve söylemden uzak durmalıyız. Toplumsal barışa her zamankinden daha fazla hassasiyet göstermeliyiz. Bu yakın geçmişlerde çokça yaptığımız, yaşadığımız her türlü kutuplaşmayı geride bırakmalıyız.
Kardeşlerim, bu musibet er veya geç bitecektir inşallah. Ancak bu tür dönemlerde açılan gönül yaraları kolay kolay iyileşmez. Aman, hiçbir gönülde yara açmayalım. İnsanlık ailesi böylesi zor zamanları aşarken her yerde her kuruma, herkese ayrı ayrı vazifeler ve sorumluluklar düşüyor. Bir kez daha ifade etmek gerekir ki; ancak hep beraber, hep birlikte bu zorluğu aşabiliriz. Bugün her birimiz evlerimizde olsak da insani, İslami ve ahlaki görevlerimiz devam etmektedir. Öncelikle bu zor zamanlarda varlıklı kardeşlerimize büyük görevler düşüyor. Zira kardeşlerim, maişetlerini günlük işlerde kazanan ve bugünlerde evlerine kapanmak zorunda kalan milyonlarca kardeşimiz var: bunu hepimiz biliyoruz.
Bugünler Biriktirme Günü Değil; Paylaşma Günüdür
Bugünler biriktirme günü değil; dağıtma ve paylaşma günüdür. Bugünler Allah’ın verdiği rızıktan kardeşlerimiz için harcama günüdür. Bugünler kendimiz için istediğimizi başkası için de isteme günüdür. Kendimiz kadar başkasını düşünme günüdür. Elbette Rabbimizin inayetiyle bugünler geçecektir. Ancak bugünlere elde ettiğimiz iyilikler, erdemler kalıcı olacaktır. Varlıklı kardeşlerimizden istirhamım, fiili dualarınız lütfen arttırın. Ne yapabilirler? Kiracılarının kiralarını ikram etsinler demiştik. İşçilerinin ücretini mümkün olduğunca ödemeye devam etsinler. Geçmişte ihmal ettiğimiz, veremediğimiz zekâtları vermenin tam da zamanı. Hatta gelecek sene vereceğimiz zekâtları (evet senenin tamamlanması gerekiyor ama) önceden de hesaplayıp verme imkânına sahibiz, diye düşünüyorum.
Bu süreçte aile hayatımız çok daha büyük önem arz ediyor. Bir nevi mecburi izolasyona maruz kaldığımız bu günleri, hani Kur’an-ı Kerim’de geçen ve Ramazan’ın son on gününde yerine getirdiğimiz bir itikaf ibadeti var. Tam da itikaf şuuruyla aktif bir izolasyona dönüştürebiliriz. Pasif bir izolasyon değil aktif bir izolasyon. Yani bu musibeti def etmek için her birimiz üzerimize düşen her vazifeyi bulunduğumuz yerde yerine getireceğiz. Bu musibete karşı siper edindiğimiz hanelerimizi iki cihan saadetinin yurduna, yuvasına dönüştürebiliriz.
Bugünlerde güzel bir slogan dolaşıyor; “hayat eve sığar”. Evet, aslında sadece dünya hayatı değil ebedi ahiret hayatımızda eve sığar. Her iki hayatın da eve sığabileceğini düşünelim. Dijital dünyanın sahiciliğini yine bu dünyanın imkânlarını kullanarak eşimizin, dostumuzun, yakınlarımızın, konu-komşumuzun hal-hatırını sormak suretiyle hakikate dönüştürebiliriz. Çağımızın iletişim imkânlarından evlerimizi ilim-irfan mekteplerine dönüştürmek için istifade edebiliriz. Rabbimizin Haz Musa ve Hz. Harun’a yönelttiği bir ifade vardır; “Evleriniz kıblegâh, mabed edininiz, namazgâh edininiz” (Yunus Suresi, 87). Tam da bunları düşüneceğimiz zaman.
İhtiyarın Olduğu Yerde Bereket Vardır
Bu süreçte genç dostlarıma birkaç cümle bir şeyler söylemek istiyorum. Bu zor zamanlarda sizlere de önemli sorumluluklar düşüyor. Değerli gençler! Bu salgından kendinizi korurken ihtiyarlarımıza, büyüklerimize sahip çıkmayı asla ihmal etmemeliyiz. Hassaten bugünlerde kendi sıhhatleri için evlerinden çıkamayan büyüklerimize karşı vazifelerimizi yerine getirmeye gayret edelim. Bir taraftan istikbal için okumalar yapalım. Bir taraftan da onların tecrübelerinden istifade edelim. Değerli gençler, aslında bizim kültürümüzde ‘yaşlı’ kavramı pek kullanılmaz, ihtiyar kelimesi tercih edilir. “Hayır” kökünden gelen ihtiyar toplumun seçkinleri, hayırlıları demektir. Zira ihtiyarın olduğu yerde hayır vardır. İhtiyarın olduğu yerde bereket vardır, huzur vardır. Bu vesileyle sevgili gençler fiziksel mesafemizi korurken büyüklerimizle aramızdaki gönül bağlarını güçlendirmeyi de lütfen ihmal etmeyelim.
Bu zor zamanlarda hassaten toplumu irşat konumunda olan değerli ilim adamlarına, bir kardeşleri ve meslektaşları olarak, birkaç hususu arz etmek isterim. Değerli hocalarım, her konuda olduğu gibi bu konuda da aynı hataya düşmeyelim. Bunu haddim olmayarak söylüyorum. Bu musibetleri değerlendirirken hemen çok acele davranıp birimiz kıyamet, birimiz dabbe-tül arz, birimiz Ye’cüc-Me’cüc, birimiz azap-gazap, birimiz helak-felaket üzerinden yorumlamayalım. Lütfen ilim ve hikmetten ayrılıp, Kur’an-ı Kerim ifadesiyle “gaybe taş atmayalım”. Bu tür büyük hastalıklarda, değerli hocalarım dindarlığımızın da hastalık taşımasına izin vermeyelim. Parçalı bir âlem ve eksik bir ilim tasavvuruyla hareket etmeyelim, bütüncül bakalım. Kevni ayetlerle vahyi ayetler, Kur’an’ı, Sünnet’i, insanı, aklı, nakli hep birlikte değerlendirelim.
Bugün Umudun Muallimi Olma Zamanıdır
Böyle zamanlar teorik bir teoloji yapmak için hiç de müsait zamanlar değildir. Tarihe baktığımız zaman büyük felaketler aynı zamanda itikadı bozan batıl inançların türediği zamanlardır. Uzun süredir sosyal medya mecralarında böyle zaman zaman yaralayıcı din tartışmalarına şahit oluyoruz. Bu tartışmaları geride bırakalım. Bugün Kelamın Muallimi Değil Umudun Muallimi Olma Zamanıdır.
Muhterem hocalarım; imtihan dünyasında derler ve ibretlerle dolu bir küresel salgınla karşı karşıya olduğumuz muhakkak. Eğer bizler hocalar olarak, ilim adamları olarak bunu fırsat bilerek insanların hidayetine vesile olmak istiyorsak, insanları (haşa) muhayyel bir korku tanrısıyla Rabbimize yöneltemeyiz. Hiç kimsenin Rahman ve Rahim olan Rabbimizi gökten kullarına öfke saçan, gazap yağdıran bir ilah olarak göstermeye hakkı yoktur. Bunu açıkça ifade etmek isterim. Bunu Sünnetullah’taki dersleri ve ibretleri anlamsızlaştıracak şekilde bir ahir zaman edebiyatıyla gölgelemek doğru değildir. Rabbimiz kâinatı rahman sıfatıyla idare eder. “Rabbiniz, rahmeti kendi üzerine yazmıştır” (En’am Suresi, 54) buyuruluyor. Sadece iman eden, itaat eden kullarına nimet vermez Rabbimiz. İsyan edenlere de verir. Bazen isyan edenlere daha fazla verir. Bütün bunları dikkate alarak yorumlamamız gerekiyor bu meseleleri.
Bugün Müslüman ilim adamlarına düşen görev, bilhassa genç kardeşlerimizin şer ve kötülük konularına dair yeni ve ciddi soruları var, onlara ilmi cevaplar hazırlamalıyız. Bizi kuşatan bu kötülüklerin İlahi rahmet ve adaletle ilişkisini doğru bir biçimde temellendirmemiz ve izah etmemiz gerekiyor. İnşallah ilerideki derslerimizden birinde bu konu üzerinde durmak istiyorum, sevgili gençlerimizle birlikte. Bugün Müslüman ilim adamlarına düşen görev bilhassa Corona Virüs sonrası dünya Din-i Mübin-i İslam’ı nasıl etkileyecek, insanların dini ve manevi hayatı bu süreçten nasıl etkilenecek? Bu gibi konular üzerinde şimdiden ilmi müzakerelerde bulunmak durumundayız hep birlikte.
Mizan Bozuldu, Felaketler Çoğaldı
İnsanlık ailesi olarak bu süreci rahmete nasıl dönüştürebiliriz? Yüce Rabbimiz Bakara Suresi 216. Ayeti kerimede şöyle buyuruyor: “Hiç hoşlanmadığınız nice şeyler var ki, sizin için onda hayırlar vardır. Sevdiğiniz nice şeyler var ki, onda da sizin için kötülükler vardır.” Kardeşlerim belki de çok fazla yorduğumuz dünyamızın biraz sükûnete ihtiyacı vardı: Gerçekten çok yorduk hayatı, çok hoyrat kullandık. Belki de tabiatın hukukuna yeniden dikkat çekmek gerekiyor. Bu hukuku ne kadar çiğnediğimizi yeniden gözden geçirmek gerekiyor. Çünkü Rabbimiz oraya bir mizan yerleştirdi. Rabbimizin koyduğu bu mizan bozulursa tabiat bitkin düşer. İnsanlık hasta olur, sular kirlenir. Yemek hasta eder, ilaç öldürür, hepimiz buna şahidiz. Belki de bu musibet insanın değerini ve onurunu, yaradılış gayesini ve hikmetini yeniden keşfetmemize vesile olacaktır. Zira bu vesileyle güç yarışının hayatın temel karakteristiği haline geldiği bir zamanda insan kibrinin ne kadar basit, ne kadar bayağı bir zemine dayandığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Değerli kardeşlerim, insan için bu tabiat hem nimet olmuştur hem külfet olmuştur. Yüce Yaratıcı insanı bu külfeti hep nimete çevirebilecek potansiyelde yaratmıştır. İnsanoğlu tarihi değiştirebilecek güç ve potansiyelde yaratılmıştır. İnsanoğlu tarihte yaşanan nice musibetleri rahmete dönüştürebilmiştir.
Hiç kuşku yok ki, inşallah bilgiyle, imanla, hikmetle, azimle, gayretle, tedbirle, tevekküle bugün yaşanan bu küresel salgın bertaraf edilecektir.
Birilerin dediği gibi “insan insanın kurdu” değildir. (Aksine) “İnsan insanın yurdudur”. Bu hadise bize bunu gösterecektir; “İnsan insanın şifasıdır”. Bu vesileyle biz insanın insanın yurdu olduğunu, şifası olduğunu yeniden göreceğiz. Niyazım odur ki; insanlık bunu çözdükten sonra ders ve ibret alarak, bütün ortak düşmanlarına karşı birlik içinde olsun. Bu seferki ortak düşmanımız bir virüs. Fakat kardeşlerim, insanlığın çok ortak düşmanı var. Belki de bütün bu yaşadıklarımız o ortak düşmanlarımızla mücadele vermememizden kaynaklanıyor. Nedir onlar? Mesela güç tutkusu, bencillik, sömürge, zulüm, cehalet, azgınlık, bozgunculuk … Yüce Rabbimiz insanlık ailesine bu süreci bir rahmete dönüştürmeyi nasip eylesin. Ben sözlerimi insanlık ailesinin ilk ataları Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın Kur’an-ı Kerim’de ebedileşen duasıyla bitirmek istiyorum: “Rabbimiz biz kendimize zulmettik. Eğer bize mağfiret etmezsen biz ziyana/hüsrana uğrayanlardan oluruz. Bizi hüsrana uğrayanlardan eyleme Rabbim” (Araf Suresi, 23).
Yüce Rabbimiz en kısa zamanda bu süreci geride bırakarak ve insanlığın bütün ortak kötülüklere karşı birlikte mücadele ederek yepyeni bir dünya kurmayı bizlere nasip ve müyesser eylesin. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Rabbimin rahmeti, bereketi, hıfzı emanı üzerinize, üzerimize olsun. Allah’a emanet olunuz.