Meğer Türkiye Çoktan İran Olmuş Arkadaş

KENAN ALPAY

Son bir haftadır Türkiye ve İran’ı aynılaştıran hatta özdeşleştiren ama bu işi kurtulunması imkânsız bir felaket senaryosu eşliğinde yapma modasına kapılmış gidiyoruz. Henüz İran’da ne olduğunu anlamaya yönelik ciddi bir gayret dahi sarf etmeden ortaya çıkan toplumsal hareketliliğin Türkiye için nasıl bir yakın tehdit olduğunu izah etmek üzere müthiş bir seferberlik havası hâkim oldu medyada.

İran’ı ara hedef ancak ondan sonra Türkiye’yi asli hedef olarak tanımlayan stratejik analizler sağdan soldan, medyadan akademiden süratle sökün etti, maşallah. Zaten adı hiç bir zaman açıklanmayan istihbarat uzmanları daha önce pek çok kez gördüğümüz o malum filmin kısa özetini medyada yer tutan güvenilir yazarlar aracılığıyla hemen paylaşmayı bir vazife biliyorlardı: Önce İran’ı karıştırmak istiyorlar. Becerebilirlerse devamında biz varız.” Acaba başta Rehber Hamaney ve Devrim Muhafızları olmak üzere öfkeli protestoların hedefinde yer alan İran Devleti’nin yetkilileri de bu büyük gerçekten haberdarlar mıdır?

İran’ın Suçlarından Biz Neden Gocunalım?

Son derece tuhaf ve son derece temelsiz bir takım verilerden yola çıkarak Türkiye ve İran arasında kurulan benzerlik ve paralelliklerle elbette bir takım şeyler (şimdilik kaydıyla) izah edilebilir. Ancak bu tuhaf ve temelsiz benzetmelerin ne İran’daki şiddetli protestoları teskin etmeye ne de Türkiye için sadra şifa bir tedbirler silsilesini devreye sokma fırsatı yakalamak bakımından faydası olur. On milyonlarla ifade edilen bir toplumun, ülkenin pek çok şehrinde yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, baskı ve rejim/devlet merkezli sıkıntılarla strese hatta depresyona sürüklenmesini göz ardı etmek bu kadar kolay olmamalı. Benzeri değişik ölçeklerde defalarca tekrar etmiş toplumsal olayları Amerika, İsrail ve Suudi Arabistan tarafından organize edilen bir komplo etrafında tasvire girişerek sadece hakikat ıskalanmaz. Aksine beraberinde kangrene dönüşen sorunlar ve düşünme melekelerini dumura uğratan hasarlar bırakır.

Hikâyenin emperyalist kuşatma ve baskılarla alakalı bölümünü hepimiz yakından biliyoruz elbette. Ancak unutmayalım ki; İran devleti despotik iktidarların hâkim olduğu bölgeye adalet ve merhameti esas alan bir İslam devrimi değil etnik ve mezhebi temelde terör ihraç etmek stratejisini benimsedi. İran zayıf ve meşruiyete muhtaç olduğu dönemlerde İslamcı/ümmetçi söylemi yükseltme yönünde politikalar icra ettiyse de görece olarak palazlanınca Orta Doğu’nun tipik bir despotik iktidarına dönüştü kolayca.

Bu dönüşümün bölgedeki despotik rejimlere değil doğrudan halklara bedeli çok ama çok ağır oldu. Hele hele Afganistan ve Irak’ın Amerika tarafından işgalinde oynadı rolü hatırlayınca. Hemen akabinde Rusya’nın piyade unsuru olarak Suriye ve Yemen’i harabeye çevirmeye giriştiğinde özgüven patlaması yaşamıştı. Rehber Hamaney’in danışmanları “Pers/Fars hegemonyası beş Arap başkentini kontrol altında tutuyor” yönlü açıklamalar yaparken bunlara yenilerini eklemek üzere Devrim Muhafızları’nın ne kadar arzulu olduğunu da ihsas ediyordu. Ne var ki bütün bir bölgeyi yıkıma sürüklerken içerinin gül bahçesi olacağı vehmiyle rahat hareket etmenin faydasını değil zararını görmeye başladılar şimdilerde.

İran’dan gelen bilgi ve görüntüler pek fazla değil. Uzun yıllardan bu yana sansür en katı haliyle işliyor çünkü. Kısa video kayıtlarındaki devlet dairelerine, güvenlik güçlerine yönelen şiddeti ve beraberinde rejim aleyhtarlığına dönüşen sloganları belli belirsiz seçebiliyoruz. Etnik veya mezhebi bir protesto olmadığı gibi liderlik kadrosu belirgin ve belirli bir merkezden örgütlenmiş hesaplı kitaplı bir protesto dalgası da olmadığı ortada. Bu sebeple “İran’ı bölecekler, İran toplumunu etnik ve mezhebi temelde parçalayacaklar” türü panik içeren söylemlerin olgusal olarak hemen hiçbir karşılığı görülmüyor.

Şikâyet Konusu: ‘Saçma Twittler’

Amerikan Başkanı Trump ve İsrail Başbakanı Netenyahu’nun sevinç ve arzularını aşikâr eden beyanları İran’daki toplumsal olayları asla Amerika ve İsrail’in örgütleyip kontrol ettiğini göstermeye yetmez. Temenni ederler, çaba sarf ederler, kaynak aktarırlar, medyada manipülasyona girişirler ama sokak ve meydanları harekete geçirebilecek bırakın yaygın bir örgütlenmeyi doğru düzgün bir planları bile yoktur. Belki noktasal operasyonlar ve birkaç suikast ötesine geçebilecek kadar Amerika ve İsrail’in İran’a nüfuz edebilecek kudreti olmadığı ortada. Diplomatik gerilim dışında Amerika ve İsrail’in nüfuz ettiği hangi coğrafyada İran’a yönelik bir askeri müdahalesi olduğunu şöyle bir düşünelim! Buradan hareketle olup bitenleri Amerika ve İsrail’in düşmanca gayretleriyle özdeşleştirmek makul ve faydalı değil.

Fanatik bir mezhep rejimi olarak topluma nerdeyse serbest hareket ve ifade alanı bırakmayan bir İran devlet yapısının diğer ülkelerde de sıkça yaşanan toplumsal protestolarla muhatap olduğu besbelli. Rehber Hamaney ve Devrim Muhafızları merkezli İran rejimi bölge halklarına kan kustururken öteden beri kendi halkından da refah ve huzuru hiç yüksünmeden esirgiyordu. Yolsuzlukların tam merkezine oturmuş bir devlet düşünün. Petrol ve doğal gaz zengini bir ülkede mezhepçi bir oligarşi tarafından rüşvet ve iltimassız hemen hiçbir alanda iş yapılamayan bir idare tasavvur edin. Aynı süreçte yolsuzluk, rüşvet, iltimas, işsizlik, fahiş zamların protesto edilmesini dahi Amerika ve İsrail’in ajanlığı olarak yaftalamayı ve azgınca bir şiddetle bastırmayı teamül haline getirmiş bir rejimin sarılacağı klişe söylemleri kabaca bir hesap edin.

Olayları izah sadedinde Rehber Hamaney’in kurduğu cümle şu: Düşmanlarımız para, silah ve ajanlarını kullanarak ülkemizi karıştırdı. Protestocular devlet katında sadece “fitneci, münafık, Amerika ve İsrail’in ajanı, Allah düşmanları” gibi çirkin sıfatlarla anılıyor. Ancak İran Devrim Muhafızları Komutanı Muhammed Ali Caferi tarafından “Büyük Şeytan Amerika’nın emrindeki enayiler tarafından çıkarılan çok küçük çapta bir kör fitneMeşhed, Şiraz, Urumiye, Erdebil ve İsfahan gibi birçok büyük kenti etkisine alan eylemleri polis ve milis güçleri tarafından bastırılabiliyordu. O da Devrim Muhafızları’nın oluşturduğu korku atmosferinden istifade ederek. Dahası İran’ın BM Daimi Temsilcisi Gulamali Hüsrev, BM Güvenlik Konseyi’ne gönderdiği mektupta “ABD Hükümeti gösterilere destek verme bahanesiyle anlamsız bir şekilde İran’ın içişlerine müdahale eylemlerini arttırdı. ABD Başkanı Trump ve Başkan Yardımcısı Pence çok sayıda saçma tweet ile İranlıları tahrik edici tahrik edici eylemlere teşvik etti” şikâyetinde bulundu.

Kesintisiz bir biçimde Amerika ve İsrail ajanlarının ülkeyi karıştırdığından bahset, askeri üslere yönelik silahlı saldırılar yapıldığına dair ajanslardan sıralı haberler geç, düşmanların İran’ı karıştırmak üzere para, silah ve ajanlar kullandığına dair feveran et ama günün sonunda şikâyet konusu olarak “birkaç saçma tweet”ten başka dünyanın dikkatine sunacak bir şey göstereme. Şöhretli “Acem palavrası” ve hayran bırakan “derin Fars diplomasisi” diye anılan müessir tecrübe böyle bir şeymiş demek.

Suriye ve Irak’tan bayrağa sarılmış tabutlar içinde İran’a dönen asker cenazelerinin toplumda oluşturduğu tepkileri etraflıca konuşmak lazım. Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan için harcanan milyarlarca doların İran ekonomisinde açtığı derin ve kronik tahribatı göz önünde tutmak gerek. Siyasi suçlar dolayısıyla cezaevlerine tıkılmış binlerce insanın gerilimini yaşayan toplumun umutsuzluk sarmalına kapılmış psikolojisini anlamak lazım. Yolsuzluk ve yoksulluğa dini bir kisve giydiren oligarşik yapıya karşı her geçen gün büyüyen öfkeyi görmek lazım. Bütün pisliklerini Büyük Şeytan’la savaş maskesiyle meşrulaştırmaya azmetmiş utanmazlığın toplumda oluşturduğu bıkkınlığı, nefreti ve nihilizme akan öfkeyi hesaba katmak lazım. Nihayet bütün bunların üstüne birileri yine de Türkiye ile İran’ı özdeşleştirmeye, aynı safta ve kategoride değerlendirmeye devam ediyorsa bize bir şey demek düşmez.

Yeni Akit