Sevilay Yılman, Habertürk sitesinde dün yazdığı makalede, mülakat sistemiyle ilgili yazdığı yazıdan sonra iki MEB yetkilisi tarafından aranıp bilgilendirildiğinden bahsediyor. MEB yetkilileri kendisine KPSS’de yüksek puan alsa da mülakatta elenenlerle ilgili net bir bilgi vermiş. Meğer tek elenme gerekçesi “güvenlik soruşturması” imiş. Ve maalesef güvenlik soruşturmaları KPSS’den sonra, mülakattan önce ilgilisine ulaştırılıyormuş.
Aslında bu bilgilerle birlikte bugüne dek mülakatla ilgili yapılan eleştiriler de bu vesileyle boşa düşürülmüş oluyor. Öyle ya, sendikaların “mülakat yazıya dökülsün, kameralar olsun, kayıt altına alınsın”; “mülakatı yapanlar formasyondan geçirilsin” gibi eleştirilerinin de başından bu yana aslında havanda su dövmek olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.
Peki ama bütün bunları öğrenmek için bir gazetecinin yazısının hasbelkader iki bürokratın dikkatini çekmesini neden bekledik bugüne kadar? Eğitim Bir Sen vb. sendikalar şimdi çıkıp sormalı değiller mi, “biz o kadar basın bildirileri yayınladık, hükümete sorular sorduk, bakanları ziyarette bulunduk; neden açık açık bunu söylemeyip de hem bizleri hem de atanamayan adayları oyaladınız!”
Bu iki bürokratın aktardıkları akıl alır gibi değil. İnsanlar güvenlik soruşturmasına takılıyor ama bunu asla öğrenemiyor. Sebebini öğrenmek istese muhattap yok, şeffaflık yok! Mülakat sistemi denen garabet yönteme ilişkin onca şey yazılıp çizildi, yanlış yönleri eleştirildi, kaldırılması dahi teklif edildi ama meğer mesele mesleki ölçüm falan değilmiş. Tam anlamıyla bir mizansenmiş olan biten. Meğer o mülakat komisyonlarındakiler de sadece birer postacı imiş.
Yetkililer yüreklere su serpen (!) rakamlar da vermişler. Meğer zaten bunların sayıları da o kadar çok değilmiş! 60.000 başvurucudan sadece 1000 kişi imiş. Yazıdan, bu bilgileri de kamuoyu “E çok da abartılacak bir durum yokmuş” hissiyatına kavuşsun diye verdikleri intibaı da oluşmakta.
Yılman da sormuş; peki o halde bu insanların neden hem paraları, hem vakitleri hem de emekleri heba ediliyor diye. Öyle ya, en baştan, KPSS başvurusu ardından “güvenlik soruşturmasından geçemediniz” diye bir mail atarsınız olur biter değil mi? Keşke mesele bundan ibaret olsa. Keşke hanımefendinin bahsettiği kadar basit olsa.
İltisaklılık Soruşturmaya Etki Etmiyormuş!
Yetkililerden öğrendiğimize göre, meğer soruşturma adayların sadece şahsi durumlarıyla alakalı imiş ve baba, anne, kardeş yani iltisaklılık durumu asla soruşturmaya olumsuz etki yapmıyormuş!
İkna edici bulduk mu? Ne mümkün! İltisaklılık kelimesinin Türkiye tarihi boyunca en fazla zikredildiği ve insan hayatına en fazla etki ettiği böyle bir dönemde, hiç ikna edici olmadığı gibi, elenen adayların bile bu makale üzerinden şaşkınlıklarını ortaya koydukları da bize ulaşan mesajlardan belli! Hakkında böyle bir karar alınan kişinin bunu sebebini bilme hakkına sahip olması bir yana -bu haktan bugüne dek kimse faydalanamadı- soru şu olmalı değil mi: Güvenlik soruşturmaları ne kadar hukuki?
Emniyet “Temiz” Diyorsa Adaylarla İlgili Fişleme mi Yapıldı?
Bulundukları il ve ilçelerde kendileri hakkında araştırmaya koyulan adaylar, “Emniyete gittim, hakkımda herhangi bir soruşturma yok ve sicilimiz de temiz çıktı” diyorlarsa, bu insanlar demek ki MEB’in kendi yöntemlerine göre daha önce fişlenmişler. Ya da olağanüstülüğü devam ettirilen sürecin malum türedi kriterleri hızla devreye sokulup şeffaf olmayan, hukukiliği şüphe götürür yöntemlerle kararlar alınmakta. Her iki halde de meşruiyeti sorgulatan ve kifayetinin hangi boyutlarda olduğunu bilemediğimiz bürokratların keyfiyetine bakan bir durumla karşı karşıyalar. İnsanların “sakıncalı” statüsüne konup sosyal çevrelerinde mimlenmeleri, lekelenmelerinin de yolunu açan bir uygulamanın itirafıyla karşı karşıyayız. Fişlemenin suç sayılıp sayılmayacağının sorgulanmasının zor olduğu bir dönemden geçsek de, en azından insan merak ediyor, mesela fişlemeler 28 Şubatlara dek uzanan devlet hafızasını mı içeriyor yoksa yakın dönemlerde yeni çalışmalar mı yapıldı? İnsan yazarken bile ürperiyor. Ortada terörle iltisaklılık gibi bir durum varsa, o işin halli ancak mahkemeler yoluyla olur. Mesele, dünya görüşü itibariyle “sakıncalı” görmekse, buna hangi ideoloji mensupları neye, kime göre karar veriyor ve buna ne kadar hakları var? 1000 sayısı gerçeği mi yansıtıyor bilinmez -ki fazla ya da eksik olması bizi konunun özünden uzaklaştırmamalı- ama en başından kuralları koyup bir oyun başlatıp, ardından o kuralları keyfi olarak lastik gibi sağa sola çekiştirmekten ve insanların hayatlarını heba etmekten başka ne ile tarif edilebilir bu tablo, anlaşılır gibi değil! İnsanlar en az bir yıllık stresli bir hazırlanma sürecinin ardından izahı dahi yapılmayan, içeriği bilinmeyen adaletsiz bir yöntemle “oyun dışı kaldınız” denilerek tüm emekleri yok sayılıyor. Tabii bu döneme gelene dek ortaya konan yılların emekleri de cabası.
Evet MEB’in iki yetkilisi bugüne dek merak edilen sorulara verdikleri bu net cevaplarla muhtemelen kamuoyunun tatmin olacağını düşündüler. Oysa bu cevaplar yenilir yutulur cinsten değil. Demek ki baştan bu yana bütün süreçler, komisyonlar, komisyon üyeleri falan mizansenmiş meğer! KHK ile İhraçlar meselesinde de olduğu gibi ‘inadım inat’ sürdürülen bu siyasetler bakalım meyvelerini hangi toplumsal yaralarla verecekler. KHK mağduru olup iade edilme bahtiyarlığına erişen birkaç öğretmenin duygu durumunun aktarıldığı bir grup mesajıyla bitirelim: “Ciddi ciddi insanların enerjisini çekip almışlar. Başlayıp mutlu olan arkadaşım yok, sadece bir rahatlama. Neyse, buna da şükür!”
Son sözü mağdurlara bırakalım: Başta MEB ve ilgili kurumlar çıkıp bu vahim iddialara ilişkin açık, net ve çözüm üretici bir açıklama yapmalılar.
Sevilay Yılman’ın ilgili yazısı:
Türkiye 1’incisi de Olsan KPSS’de Elenebilirsin! Çünkü…