Medya temsilcileri, basın özgürlüğüne karşı!

Ali İhsan Karahasanoğlu

“Basın özgürlüğü, adil yargılanmayı etkileme, özel hayatın ve soruşturmanın gizliliğinin ihlali” başlığı altında yapılacak kanun değişikliklerinde dikkate alınmak üzere, dün Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in daveti ile İstanbul Üniversitesi Baltalimanı Sosyal Tesisleri’nde, medya organı temsilcileri ile toplandık.

Hemen belirteyim; önceki iktidarlar döneminde yapılan tek sesli toplantıların yerini, çok sesli ve hemen hemen tüm medya organlarının temsilcilerinin katıldığı toplantıların alması, sevindirici bir gelişme..
Sosyal demokrat olduğunu iddia eden, liberal olduğunu iddia eden siyasi iktidarlar döneminde de benzeri toplantılar yapılıyordu. Ancak, katılımcılar, hep belli kesime hitap eden medya organlarının temsilcileri idi.
Şimdi bu gelenek değişti..
Değişik kesimlerin görüşlerini öğrenme açısından, bence olumlu bir gelişme bu.
Aynı zamanda dünkü toplantının, son günlerdeki “sivil dikta” başlıklı tartışmalara da bir cevap mahiyetinde olduğunu düşünüyorum.
Gerçekten de, “sivil dikta”larda yaşanması mümkün olmayan “çok seslilik” içinde, fikir alışverişinde bulundu, “dikta kurmak”la itham edilenler.. Dikkatle dinleyip, not aldılar..
Basın özgürlüğünün tartışıldığı, yapılacak değişikliklerin masaya yatırıldığı dünkü toplantıda beni esas şaşırtan konu ise, daha önceki yıllarda (farklı siyasi iktidarların işbaşında olduğu dönemlerde), bu tür toplantılar sonrasında yapılan açıklamalardaki “Basın özgürlüğü tehdit altında. Basın özgürlüğü fiilen ortadan kaldırılmak isteniyor” türünden görüş açıklamalarının yerini şimdi, “Dinlemeler korku verici boyutta. Dinlemelerin haberleştirilmesi, önemli bir tehdittir” söylemi almış..
Medyanın tamamı olmasa da, en azından; eski yıllardan beri medyanın sözcüsü konumundakiler, bugün bu söyleme gelmişler..
“Basın özgürlüğü tehdit altında olmaktan kurtulmuş demek ki” dedim kendi kendime..
Öyle ya, basın özgürlüğünü tartışmak için katıldığımız toplantıda bile, basın özgürlüğünden çok, “kişilik hakları” konuşuluyor!
“Basın özgürlüğü kısıtlanıyor. Haber verme hakkını kısıtlayan şu maddenin değiştirilmesi/kaldırılması gerekir. Şu maddedeki cezanın azaltılması gerekir”den ziyade, “Basın fazla özgür. Cezaları artırmak, her olayın haber yapılmasının önlenmesi gerekir” noktasına gelmiş bazı meslektaşlarımız, bugün!
Ve gelinen bu noktaya, ben bir gazeteci olarak şaşırdım kaldım..
Sanıyorum bazı meslektaşlarımızın, meslek örgütü temsilcilerimizin bu tavır değişikliğinin sebebi, önceki yıllarda aleyhine haber yapılanların kimlikleri ile bugün aleyhine haber yapılanların kimliklerinin farklılığından kaynaklanıyor!
Düne kadar, mütedeyyin insanlar karalanırken, olabildiğince “özgürlük” isteyenler, olabildiğince “basının haber verme hakkının sınırsız olması”nı isteyenler, şimdi darbe girişimine soyunanların aleyhine yapılan haber örneklerini gündeme getirerek, kişi haklarının ön plana çıkarılmasını öneriyorlar..
Basın Konseyi’nden.. Gazeteciler Cemiyeti’nden, hiç çekinmeden bu yönde talepler geliyor!
Tabii ki kişilik haklarına saldırının serbest olmasını öneriyor değilim.
Ama basın sektöründen temsilcilerin, en azından bu temsilcilerin belli bir kısmının, “kişi haklarını ön plana çıkaran yorumlarda bulunmaları” benim hayli garibime gitti..
Bu tesbitlerimi, toplantıda ifade ettiğim için, buraya da aktarmakta sakınca görmüyorum..
Gelelim somut önerilere..
Bakanlık yetkilileri not aldılar. Ama kamuoyunun da bu konuyu tartışması gerektiği kanaatindeyim.
Öncelikle, basın organlarına yönelik gerek manevi tazminat ve gerekse ceza davalarındaki uygulamaların, tiraj esasına göre yapılması gerektiği kanaatindeyim.
Bugünkü kanun sisteminde, “yaygın süreli” ve “bölgesel” ayrımı, sadece bazı ceza davalarında kıstas olarak ele alınıyor. Bu ayrımın artık terkedilip, tüm ceza-hukuk davalarında uygulanmak üzere, tiraj unsurunu dikkate alan düzenlemeye geçilmesini öneriyorum.
Yine Basın Kanunu ile TCK arasındaki yer yer tekrar ve yer yer iç içe geçen düzenlemelerin, Basın Kanunu çatısı altında toplanması gerektiği kanaatindeyim. Bugün zaten Basın Kanunu’nda var olan hükümlerin, bir de mükerreren ve farklı düzenleme ile TCK’da yer almasının yanlışlığına dikkat çekiyorum.
Sonuç; Türkiye değişiyor.. Kabuklar kırılıyor..
Bu değişim sırasında, gerçek demokratlar, gerçek basın özgürlüğünden yana olanlar da ortaya çıkıyor.
Tabii bu arada, despotlar ve basın özgürlüğünün kısıtlanmasını önerenler de deşifre oluyorlar!

VAKİT