Ergun Babahan’ın Neşe Düzel’le konuşması devam ediyor, ama dün yayımlanan kısımdan sonra tamamlanmasını beklemeden ben de bu konuda birkaç şey söyleyeyim diye düşündüm. Medya-ordu ilişkileri hem bütün toplum açısından son derece önemli, hem de bizim gibi medyanın içinde (tamamen ya da kısmen) olanlar açısından, son derece ilginç.
Bu çarpık ilişki, tarihimizde çok gerilere uzanır. Militarist modernleşme biçiminin kaçınılmaz kıldığı “her şey vatan için” anlayışı burada da kendini göstermiştir.
Son dönemde, yargıç ağzından çıktığı aktarılan “sözkonusu olan devlet çıkarıysa, gerisi teferruattır” sözü (ve çeşitli versiyonları) bir medya mensubunun ideolojisini de pekâlâ yansıtabilir ve bir yargıca yakışmadığı gibi işi medyada doğru bilgi üretmek olan birinin ağzına da yakışmaz.
Medyanın içinde yeri olanlar için bu konunun dedikodu değeri, herkesin izleyip gördüğü gibi, bir hayli yüksek. Bu konu medyaya düştü düşeli, kim nerede, tutuklanan medya mensupları listesinde mi, kokteyl davet listesinde mi, ortalık birbirine girdi. Tabii bir kesimin birinci işi, ortaya böyle bir bilgi düşünce, onu geçersizleştirmek üzere yazmak. “Ben o tarihte bilinmezdim, ünlü değildim. Benim adım orada nasıl olabilir” diye soranlar oldu. İkinci adım tabii “Bu böyle olduğuna göre, bu da külliyen yalandır” demek.
“Yalan” olması hepimizin çıkarına tabii; hani, stadyumuna gidecek olanların da işine gelir.
Ortam böyleyken, Ergun Babahan kalkmış, “Şu işler şöyle olurdu, bu işler böyle olurdu” diye bir şeyler anlatıyor.
Asker birilerine birileri hakkında talimat verirmiş, o birinci birileri ikinci birilerinin toplumdaki prestijini hak ile yeksan etmek üzere yazılar döşenirmiş... Zaman zaman, “böyle şeyler oluyor” deyip, bu sefer de “paranoyak” olmakla suçlandığımız işler.
Kişiler aynı kişiler, ne hikmetse! Onun için, “mesleğin içinden” bakıldığında, ortada yeni bir şey yok da diyebilirsiniz. Evet, aramızda iyi kötü bilinen durumlar bunlar; ama toplumun bunlardan haberdar olmaması gerekiyor. Onun için bunlar anlatılmamalıydı; Neşe Düzel sormamalıydı; Ergun Babahan cevap vermemeliydi.
Bakın, bazı meslek mensupları nasıl sıkı sıkı “yen içinde” tutuyorlar olup bitenleri (gerçi orada da “sızma”lar oluyor ya).
Şimdi ne olacak, bu medya dedikodularının arkası önü nasıl alınacak?
Gırgır bir yana, medya bu konularda gırtlağına kadar pisliğe batmıştı, temizlenmesi gerekiyordu; başka mesleklerle kıyaslandığında, bu işlerin böyle gittiğinin bilgisinin ilkin burada patlaması da doğaldı. Medya, bir tür “vatan kurtarıcılığı”nın sonuçlarını görüp bunun dışına çıkmaya karar verince (bu kararı bütün medyanın vermesi gerekmiyor. Ama “Ben bunu yapacağım” diyen bir gazetenin çıkması çok şeyin değişmesine yetiyor) böyle bir şeyin devamının geleceği de tahmin edilebilirdi.
Ayrıca, sorun yalnız “medyada temizlik” değil elbette. Toplumun, topluca temizlenmesi gerekiyor.
Ama kirletmeyi yaratan koşullar buhar olup havaya karışmadı. O koşulların da, ürünlerinin de, savaşan silahşorları hâlen ortada. Onun için, öyle çok düz bir arınma, yıkanma, paklanma süreci olmayacak bu.
Bakalım Ergun daha neler anlatacak.
TARAF