İktidarın medya üzerinde boğucu bir baskı rejimi kurduğundan şikayet eden çevreler sadece kendilerine yakın medya organlarının özgürlüğünü savunmakta ve A Haber’e RTÜK’ün yağdırdığı cezaları görmezden gelmekteler!
Hükümet karşıtı çevreler Türkiye’de muhalif medya organlarının hükümet baskısı altında olduğu ve ülkenin adeta bir sansür rejimiyle yönetildiği iddialarını uzun bir zamandır o kadar çok ve yoğun biçimde dillendirdiler ki, neredeyse bunun böyle olmadığını söylemeye kimsenin yeltenmesi dahi mümkün değil! Bu konu, bu suçlama adeta bir kazıye-i muhakeme, tartışılması gereksiz ve de imkansız bir gerçek gibi algılanmakta, kabul edilmekte.
Türkiye’de her dönemde iktidarların kendilerine karşı konumlandığı, aleyhlerinde yayın yaptığı bilinen yazılı ve görsel medya üzerinde doğrudan ya da dolaylı bir baskı mekanizması kurduğuna ilişkin rahatsızlıklar, eleştiri ve suçlamalar hep gündemde olmuştur. AK Parti iktidarının da aynı iddiaların, suçlamaların bolca dillendirildiği bir dönem olduğu açıktır. Bilhassa son dönemde medyada yaşanan el değiştirmeler, kayyum mevzuları, çeşitli suçlamalarla bazı gazetecilerin tutuklanmaları ve benzeri hadiselere ilişkin tartışmaların da bu tartışmaları beslediği bilinmektedir. Tüm bu manzara iktidarın muhalif medya üzerindeki tahakkümü ve tahammülsüzlüğünün somut göstergesi olarak ele alınmakta ve işlenmektedir.
İlginç olan ise hükümete yakın medya organlarına yönelik baskı ve sansür faaliyetinin neredeyse hiç gündeme gelmemesidir. Her fırsatta basın özgürlüğü nutukları atan, muhalif medya üzerinde iktidarın çok sert ve sıkı bir denetim kurduğundan yakınan çevreler, bu cenahta yer alan medya kuruluşlarına yönelik bizzat devlet kurumları eliyle icra edilen cezalandırma-susturma girişimlerini tümüyle görmezden gelmektedirler.
Bu bağlamda RTÜK ve YSK paslaşmasıyla A Haber ve TV 24 gibi kanallara verilen yayın durdurma ve para cezalarından, yine Akit gazetesi hakkında açılan davalardan adı geçen basın yayın organlarının izleyicileri-okuyucuları haricinde neredeyse kimsenin haberi bile olmamaktadır. İktidarın medya üzerinde boğucu bir tahakküm mekanizması kurduğundan gece gündüz şikayet eden, en basit bir soruşturmayı, ifadeye çağırmayı ve benzeri hadiseleri dahi alabildiğine vahim bir sansür çabası olarak sunan çevrelerin ‘havuz medyası’, ‘yandaş medya’ gibi sıfatlar yakıştırdıkları basın-yayın organlarının maruz kaldıkları engelleme-susturma girişimlerini görmek, duymak bile istemedikleri anlaşılmaktadır.
Bu durumun sebebini anlamak zor olmasa gerek! AK Parti ve Erdoğan diktasının hüküm sürdüğü iddia edilen bir ülkede AK Parti lehine yayın yaptığı iddiasıyla kimi medya organlarının abartılı cezalara çarptırılması herhalde “caanım teoriyi berbat edecek can sıkıcı bir pratik” olarak görülüyor olmalı. Bu yüzden de örtülmeye, gizlenmeye, en azından görülmemeye çalışıldığı anlaşılıyor.
Oysa bilhassa A Haber’e son dönemde artan sıklıkla verilen yayın durdurma cezaları hiç de görmezden gelinebilecek bir duruma işaret etmiyor. Ceza sıklığına bakıldığında durumun münferit hadiseler olarak değerlendirilebilecek kapsamda olmadığı, bilakis sistematik bir tutumla yüz yüze olunduğu rahatlıkla görülebiliyor.
7 Haziran seçimleri neticesinde oluşan Meclis tablosu uyarınca RTÜK’te dengenin muhalefet lehine şekillenmesi ve YSK’nın zaten öteden beri AK Parti’ye karşıt bir konumlanış içinde gözükmesi A Haber’in yaptığı yayınlardan ötürü sıklıkla cezalandırılmasının zeminini hazırlamıştır. Bugüne dek tam 196 kez RTÜK tarafından ceza verilen bir televizyon kanalından söz ediyoruz. Söz konusu televizyon kanalı 7 Haziran öncesinde başlayıp, 1 Kasım’a kadar devam eden süreçte yayınlarında tarafsızlık ilkesine uymadığı, muhalif partilere yeterince yer vermediği gibi suçlamalarla onlarca kez yayın durdurma ve para cezalarına çarptırılmıştır.
Öncelikle özel televizyon kanallarının, daha doğrusu özel medya organlarının yayınlarında farklı siyasi partilere eşit mesafede durmalarının beklenmesinin bir garabet olduğunu vurgulayalım. Bu saçmalığın bugüne kadar sürmesi ve ilgili mevzuatın değiştirilmemiş olması elbette başta iktidar partisi olmak üzere tüm Meclisin suçudur. Bu konu yeni dönemde öncelikle ele alınması gereken konular arasında değerlendirilmelidir.
Bununla birlikte sorun sadece mevzuattaki anlamsızlıktan kaynaklanmamaktadır. Uygulama da en az mevzuat kadar çarpıklık içermektedir. Şöyle ki, her biri belli siyasi partilere angaje pek çok televizyon kanalı varken, sadece belli kanalların hedef seçilmesi eşitsizlikten öte tam bir çifte standarttır, hukuksuzluktur. Örneğin doğrudan bir siyasi partinin yayın organı işlevi yüklenmiş Ulusal Kanal, Halk TV ve daha bunlara benzer pek çok televizyon kanallarının mevcut olduğu bir ortamda özellikle A Haber’in yayınlarında AK Parti’ye kaç saat, CHP ya da MHP’ye kaç saat ayırdığını sorgulamanın bir tutarlılığı olabilir mi? Bu olsa olsa kuzuyu yemeye niyetlenmiş kurdun gerekçe üretmesine benzer!
Son olarak RTÜK vasıtasıyla, A Haber örneğinde görüldüğü üzere belli yayın organlarına yönelik sürdürülen bastırma-susturma kampanyasının ortaya koyduğu net bir görüntüye değinelim. Bu görüntü 7 Haziran seçimleri neticesinde ortaya çıkan Meclis aritmetiğinin kalıcılaşması durumunda daha neler yaşanabileceğine, ne tür absürdlüklerle karşılaşılabileceğine dair fikir sahibi olmak için yeterli olsa gerek. RTÜK bu ara dönemde muhalefetin hakim olduğu ender alanlardan birini temsil ediyor ve bu kısa süreçte ortaya koyduğu icraatla 1 Kasım ile birlikte önemli bir badirenin atlatıldığına işaret ediyor.