Media imamları, olaya Hak-Batıl gözü ile bakar.. Media öğretmenleri bilimsel-çağdışı, muhtarları da doğru-yanlış olarak görür..
Cumhuriyet’in imam, öğretmen, muhtar sacayağı ile Anadolu’ya taşındığını söylüyor, Enis Berberoğlu.
Aslında 1. Cumhuriyet’te sacayağının bir ayağı kırıktı.. 2. Meclis dini; ekonomik, sosyal, kültürel hayattan ve kamusal alandan dışlamıştı.. Onun yerine ideolojiyi koydu.. Öğretmen ve parti vardı diğer iki ayakta. Yani idare tek partiye aitti.. Sistem İstiklal Mahkemeleri ile destekleniyordu ve bir de orduyla..
Enis Berberoğlu’nun “eğlenceli” yazısı bende ne tedailer yaptı aslında..
Eğer Menderes dönemine 2. Cumhuriyet dönemi dersek, 2. Cumhuriyet’te, sacayağının 3. ayağı, koparılan yere kaynatılmaya çalışıldı.. Ama olmadı..
Aslında 3. ayak gerçek değildi.. TSE damgalı bir dinin devlet eliyle yetiştirilen imamları devreye sokuluyordu.
“İmam okulları” sonuçta Sünni çocukları sağ partilere ucuz birer oy deposu haline getirmek için bir proje idi.. Alevi çocukları ise Köy Enstitülerine gidecek, öğretmen olacaktı. Ve tabii sonuçta sol partilere ucuz oy deposu olarak yetiştirilecekti.. Muhtarlar, belediye başkanları, vali, kaymakam ise Kemalizmin kalesi olacaktı..
İmamla öğretmen kavga edince “devlet baba” gelip, ikisini de tokatlayıp, barışı sağlayacaktı.. Sonra “Devlet Baba” “Devlet Ana”ya dönüşüp, cinsiyet değiştirip bize yeniden nasıl düşünmemiz, yaşamamız, inanmamız gerektiğini öğretecekti.. Devletin cinsiyeti yoktu, daha doğrusu değişkendi aslında.. Durum ve vaziyete göre şekil değiştiren mitolojik bir varlığa benziyordu.. Onu gerektiğinde, eylemci bir komünist, gerektiğinde camide hutbe okuyan bir imam, gerektiğinde komünizme karşı savaşırken ya da irticanın önünde yılmaz bir rejim müdafii olarak görebilirdiniz..
Cumhuriyet gazetesi ya da Tuncay Güney ya da bu tezgahta iş tutan herhangi biri, Kalkancı.. Onun için, bu alemde kim kimdir pek belli olmaz. Hem faşist hem Hitlerci, hem komünist hem Amerikancı, hem dindar hem Kemalist, hem derviş hem haham, hem gay hem MİT ajanı, hem darbecilerle iş tutan bir ajan olarak görebilirsiniz.. (Kim kimdir, siz kendiniz bu sıfatları, kime yakıştırıyorsanız seçip yerine koyun) Siz şeyhin yanında Emire’yi görürken arkasında görmediğiniz bir Sisi vardır..
Mediada da imamlarımız, muhtarlarımız, öğretmenlerimiz hep oldu olmasına da, media papazları, hahamları kim, ona bir bakmak gerek..
Aslında media papazları dediğimiz sınıfın, gerçek papazlarla bir alakası yok. Bunlar kendi inancı ve tarihinden, dininden, kültüründen, dilinden, kıyafetinden, yaşam tarzından utanan, batıya aşık, hayran, batılılaşmayı erdem sayan bir sınıf.. Uygarlık deyince cinsellik ve sex, özgürlük deyince alkol aklına gelen bir topluluk..
Media papazlığına soyunanlar kimler onları biliyorsunuz. İslam adına gördüğü her şeye karşı çıkan birileri.. Yabancı ülke acentası gibi.. Gerçek papazları tenzih ederim. Bunlar Hristiyan da değil..
Media hahamlarına gelince.. Onlar, Siyonizmin içimizdeki Truva atı gibidirler. Gerçek Musevileri tenzih ederek söylüyorum, her şeyi Masonluk, İsrail perspektifinden gören birileri. Her yerde varlar..
İmam sınıfı her zaman baskı altında kaldı. Tıpkı başörtülü kızların, İmam Hatip okulları ve Kur’an kurslarının baskı altında kaldığı gibi, takip edildi, fişlendi.. Hedef gösterildi, engellenmeye çalışıldı. Ama onlar bir yolunu bulup “iman gücü” ile yine bir yerlere geldiler. Allah’ın takdiri işte! İmamlık rejimin hep hedef tahtasında oldu. Onu çağrıştıran sakal, cübbe, çarşaf, Arapça, her şey bu tehdit algılamasından nasibini aldı. Tekke, zaviye, medrese, Diyanet, tasavvuf, tarikat, türbe, takke, hac, umre, zekat, kurban... her şey.. Dini çağrıştıran her şey irtica, onu sahiplenen herkes mürteci damgası yedi..
Biliyorum Berberoğlu “Media İmamları” derken, bir imajinasyon yapıyor.. Başka bir şeyi anlatmaya çalışıyor.. Mediada bu karakteri canlandıran kişilerden söz ediyor..
Ama sonuçta bu sacayağının istenmeyen, hep kırılan, atılan, baskılanan ayağı her gün, eskisinden daha güçlü olarak varlığını, sadece media alanında değil, sermaye, siyaset, bürokraside, sanat dünyasında, STK’larda kendini daha çok gösteriyor..
Yeni dünya tek ve ana bir sütun üzerinde yükselirken, birçok yeni ayak oluşuyor.. Ana sütun, adalet, barış, özgürlük, insan hakları, hukuk devleti, açıklık, şeffaflık gibi değerlerden oluşuyor.. Diğer ayaklar ise toplumun çeşitliliği kadar çeşitli.. Çoğul, zengin ve renkli..
Cumhuriyetin tekçi ve dayatmacı, kapalı ve katı ideolojisine karşı, hayat kadim uygarlıkların beşiği olan ve bir imparatorluğun mirası üzerinde yükselen bir Cumhuriyette kendi geleceğini yeniden inşa ediyor.. Birileri istemese de..
Yeni düzen imamın, askerin, öğretmenin kavga etmediği, farklılıklara rağmen barış içinde bir arada yaşama iradesini üstün tutan insanlar tarafından inşa edilecek. Birileri bunu istemese de..
Genelkurmay’ın İlahiyat mezunu subay arayışının arkasında yatan gerçek ne acaba? Yoksa sadece din ve dindarlar hakkında daha fazla yanlış yapmama endişesi mi? 3 subaydan ibaret bir ilahiyatçı kadrosu, ya Genelkurmay’da müşavir ya da vitrin dekoru veyahut konu mankeni olur.. Hani ilahiyatçının da laikini arıyorlarsa, buldukları adam, aradıkları kişi değildir.
Sahi bu ilahiyatçılar, sakallı ve sarıklı olarak mı görev yapacaklar? Mesela eşlerinin başı örtülüyse ne olacak? Paşa hanımlarında Kur’an okuma dersleri, askeri birliklerde mevlid filan da okuyacaklar mı?
Hani Amerika’da, Alman ordusunda Müslüman ilahiyatçı subay var. Rus ordusunda da anlarım da, TSK’da bu iş nasıl olacak!
Bu arada bizim mediaya da ilahiyatçı lazım biraz.. Hani Ramazan da geliyor. Yaşar Nuri, Zekeriya Beyaz gibi olmasın da!
TSK’da önce temel bir zihniyet değişikliği lazım. Yoksa, yapılan işler, rejimin yüzünü pudralamaktan başka bir işe yaramaz..
Selam ve dua ile..
VAKİT