Ali Bayramoğlu - Meczup Siyaseti (2) / Yeni Şafak
Yeminli muhalif kesimde yeni bir “gazetecilik yeter kriteri”, daha doğrusu zırvalığı peydah oldu. Türkiye siyasetini Erdoğan'a, meslekî çabayı onunla mücadeleye, hesaplaşmaya ve ona meydan okumaya indirgeyen bu kriterler keskin kural ve yasaklar içeriyor. Listeler tek tip ama uzun:
Diktatörlük ithamını şiar edinme, AK Parti'ye koşulsuz öfke, cumhurbaşkanının yolsuzluk yaptığına yeminli inanç, 17-25 Aralık olaylarını sadece yolsuzluk dosyalarıyla tanımlama, darbe kelimesini telaffuz ettirmeme, iktidara yakın gazeteler ve televizyonlarda yazmama, konuşmama, cumhurbaşkanının uçağına binmeme ve devamı…
Oraya buraya kümelenen kâh öfkeli, kâh takıntılı “post-mortem kahramanlar”, gazeteciliği kurtaran “genç ve yaşlı arslanlar” edasıyla, bu zırvalıkları etik kuralmış gibi takdim ediyor.
Bu güruh, özellikle Etyen Mahçupyan ve benim gibi, AK Parti ve Erdoğan'ı desteklediği kadar eleştirenlerden hiç hoşlanmıyor ve biteviye taşlıyorlar. Destek ve eleştirinin biraradalığı sakil kriterlerine gölge düşürüyor, çünkü. Erdoğan'ın herkesi susturduğu, her eleştirenin gazete ve televizyonların kapısına konduğu iddialarında delikler açılıyor. Böyle olunca, rahatlamak ve haklılıklarını kanıtlamak için yaptığınız eleştirileri “naylon”, “sahte”, “kullanışlı”, “göstermelik” ilan ediyorlar.
Onlardan birisi benimle ilgili şunları yazıyor: “İktidar dolaylarından ısırık da alırım, iktidara itaat etmemenin parsasını da toplarım iştahı (…) Sofradaki varlıklarıyla baskı, sansür, Alo Fatih suçlamalarına karşı iktidara 'Bakın sofrada kimler var, bizi eleştiren herkese bir şey demiyoruz’ malzemesi sağlayan Hansel…”
T24'ün sahibi, ağabeylerinin, etrafındaki müptezellerin taşlama ricacısı ve söz konusu güruhun temsilcilerinden Doğan Akın bu satırları yazan…
Elbet öfke, intikam ve ucuzluk boyutu da var bu işin. Akın'ın Etyen'e ve bana dair şu satırları ne kadar çıplak: “Onlarca, yüzlerce gazeteci, yazar, sırf hoşa gitmeyen fikirleri, haberleri nedeniyle gazetelerinden, televizyonlarından atılsın, ama sizin köşelerinizin üzerinde güneş batmasın. Konjonktür gerektirdiğinde eleştirdiğiniz 'amiral gemileri'ne asker yazılmak için önünüzü ilikleyerek kuyruğa da girin, köşe de yazın…”
Bu efendiler şimdi hesap soruyor!
Yıllarca merkez medyanın koridorlarında küflü gazete politikalarına katkıda bulunmuş, patron çıkarı korumuş, elini taşın altına hiç sokmamış, siyaseten ömürlerini güvenli evlerde geçirmiş, kabalıklar arasından mırıldanmış durgun ve şası bu efendiler bugün soru ve hesap soruyor, yukarıdaki kriterlere göre…
Doğal olarak böylelerinin soruları örgütsel, cemaatimsi lezzette olur.
Eski yıllarda sol örgütlerde hapse girmemiş, işkence görmemiş olmak bir şüphe nedeniydi. Bu, neredeyse “Onlar öldü, sen neden ölmedin?”e kadar giderdi. Kızıldere'den canlı çıkan tek kişi yıllarca bu imaya maruz kalmıştı.
Örgütsel sorular, sadece yapılanlara değil, yapılmayanlara, özellikle negatife endekslidir: “Neden yapmadın? Neden söylemedin? Neden yazmadın? O zaman kimsin?” Doğan Akın'ın ben ve benim gibilere eleştirisi de kendi ifadesiyle “Yazmak değil yazmamak, sormak değil sormamak…” üzerine kurulu…
Ne yapılması, hatta nasıl yazılması gerektiğine, neyin önemli olduğuna karar veren, dahası neyin darbe neyin yolsuzluk, neyin siyaset neyin siyaset dışılık, neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda “gerçeklik üreten” bir merkez komitesi gibi…
Ne ala!
Akın ve efendileri soruyor:
Neden diğerleri gibi Yeni Şafak'tan atılmadın? Neden şunu yazamadın, neden şunu söylemedin, neden Erdoğan'a saldırmadın? O zaman şüphelisin, kirlisin…
Ne zırva!
Mahalle baskısı ve taşlamasının ucuzu… Dar kafalılığı, kıt algıyı, sabit bakışı, kendi siyasetini, kendi talebini model alma talebi…
Ama haksızlık etmeyelim, burada sâdece niyet değil, kendiliğinden gelen algı ve zihniyet sorunu da var. Ancak mono sesli müziği anlayabilen bir zihniyet bu. İki, üç ses çileden çıkmalarına neden oluyor. Doğru tek. Tercih tek ve homojen. Bir siyaset tercihinin, bir siyasî partinin doğru ve yanlışı aynı anda taşıyabileceği, gerçekliğin çok parçalılığı, düşünce çoğulculuğu onlara uzak düşüyor. AK Parti'nin zaman zaman övülmesi, zaman zaman eleştirilmesi anlayabilecekleri bir durum değil.
Not: Akın'ı ve benzerlerini bir kez olsun mutlu edeyim. Soruyorlar. Cumhurbaşkanının uçağına neden biniyorum? O cumhurbaşkanı, ben gazeteci olduğum ve davet edildiğim için… Cumhurbaşkanına soru sorabiliyor muyum? Evet, her istediğim soruyu soruyorum, cevaplarını gazeteye aktarıyor, yanıtlarını gerekirse köşemde açık şekilde eleştiriyorum. Hangi soruları soruyorum? Sizin cemaatin takıntılarını değil, benim önem verdiklerimi soruyorum, örneğin son olarak Dolmabahçe mutabakatını sorduğum gibi. Soru soranlar cumhurbaşkanının uçağına binebilir mi? Biner. Akın, kıvırmasın da, arkadaşı Fikret Bila'ya baksın, ona sorsun ve ahlaklı olmak için gelecek sefer onun da olduğu bir uçak resmi yayınlasın. Patron ihalelerini neden yazmıyorum? Yeni Şafak'ta defalarca yazdım, gazete patronlarının gazetecilik dışında iş yapmasını doğru bulmadığım gibi, gazetecinin kendi patronuna bu açıdan meydan okumasını da etik bulmuyorum.
Başka?