Mazlumun kimliğini deşelemek, (velev ki itikadi olsun)zaafların karıştırmak, Zalimin kimliğini flulaştırmak/görünmez alana çekmek ya da konjonktüre teslim etmek İnsanoğlunu ciddi konum kaybına sürükler.
Adil davranmanın kodları da muhakkak ki, Zalim ve Mazlum üzerindeki yaklaşımlardan çıkarılır.
Müslümanlar adil davranacağına güven duydukları Necaşi’nin Habeşistan’ına hicret ederler. Buna karşılık Mekke Müşriklerinin iade istemleri söz konusu olur. Habeş Lideri Necaşi’nin Adil davranmasındaki zalim/mazlum değerlendirmesinin çerçevesinde iki ana etkeni gözlemleyebiliyoruz:
1- Sığınan kişilerin Köleler olduğu hususundaydı. Bu, Uluslararası ve İç Hukuku ilgilendiren konjonktürel durumdur. İki diyarın kendi iç hukuklarının doğruluğu ya da yanlışlığı tartışılmamakta, ancak “de facto” bu durum karşısında her diyarın kendi hukukuna uygun olup olmadığı söz konusudur. Nitekim Mekke Müşriklerinin iade isteklerine Müslümanlar “Biz Köle değiliz” demişler ve Necaşi’nin iadesini önlemişlerdir.
Olaylara sadece mazlumluk, zalimlik ya da inançlar çerçevesinde bakıldığında hicret edenler içerisinde Bilal-i Habeşi ya da Ammar b. Yasir gibi köleler olduğu durumlarda iade edilmelerine ne diyecektik?
Bu durumda “Necaşi adil olmayan bir hükümdardır” denilebilir miydi?
Necaşi’nin belki yapabileceği en iyi şey Ebu Bekir’in Mekke döneminde zulme uğrayan Kölelerin Mekke iç hukukuna uygun satın alınması yöntemi uygulanabilirdi.
2- Mekke Müşriklerinin Meryem ve İsa (as) hususundaki mevcut Hıristiyanlık ve Müslümanlık algısındaki ihtilafı gündeme getirmeleriydi. Yani kısaca teolojik bir tartışma, inanç konusundaki farklı yaklaşımların bahane edilmesi.
Söz konusu meselede muharref Hıristiyanlığın tevhid konusundaki tartışmalı konumu, bizim onlar için adil olup olmama yaklaşımımızı etkileyebilir miydi?
Çıkıp “tevhidi zedeleyen bu inançlar zulmün kökenidir” diyerek mi tartışılmalıydı?
Nitekim problem; Müslümanların konuyu kendi inançlarını sade ve net ifadesi, Necaşi’nin de farklılığı merkeze almayan adil yaklaşımı ile çözülür.
Kısaca Adil olup olmama hususundaki yaklaşımları zalim-mazlum çerçevesinde değerlendirmemiz hakkındaki iddiasını güncel olaylarla kıyaslayalım.
Libya Sennusi direnişini Tarikat ya da Tasavvuf konusunda teolojik tartışma ile mi ele almalıyız? Kafkasya’daki İmam Mansur ya da Şeyh Şamil direnişlerini de aynı konuda mı tartışmalıyız? Afganistan direnişindeki temelleri selefilik üzerinden mi tartışmalı yargılamalıyız?
Teolojinin modernist dünya’daki karşılığı ideolojik kalıplar için de aynı durum söz konusudur. Amerika’nın Vietnam ya da Orta Amerika’daki müdahalelerini direnişçilerin Sovyet destekli olmaları, SSCB’nin 1956 Macaristan, 1968 Çekoslovakya müdahalelerini direnişçiler Batı yanlısı ya da Çekoslovak Hareketi Lideri Dubçek de Komünist düşüncelere sahip diyerek mi merkeze almalıyız?
Elbette kendi aramızda, akademik alanlarda teolojik ya da ideolojik yaklaşımları tartışır, mazlumların tutundukları dinsel ya da ideolojik tavırlarının hareketlerin sağlığı üzerindeki etkilerini konuşuruz. Bütüncül ve Müslümanların aralarında yapılacak bu çalışmalar toplumların nasıl Islah edileceği konusunda önemli çalışmalardır. Lakin bunlar zalim’in zalimliğini, yapısını değiştirir mi? Açık Zalimler karşısında onlara argüman/bahane sunmayı gerektirir mi?
Biz inanıyoruz ki, Mü’minler birbirlerine merhametli inkârcılara karşı şedit olmalıdırlar. Mü’minler Mustaz’aflara karşı yapıcı, komitacılara, müstekbirlere karşı tavizsiz olmalıdırlar.
Günümüzde açık despot bir Nizama karşı Suriye Direnişinde, Türkiye’deki FETÖ denilen komitacı yapılanmanın değerlendirilmelerinde de aynı eksen hataları yapıldığını gözlüyoruz. Ve bu tarihî mazlum/zalim kavgasını ideolojik, teolojik boyutlara taşımanın, konjonktürel durum ve şartları göz ardı ederek mazlumu yargılamanın hatalarını gözlemliyoruz.
Zalimlerin yapısal özellikleri karşıtlarına bakarak, mazlumların zaafları öne çıkarılarak değerlendirilemez.
Bu tip değerlendirmeler onları meşrulaştırmanın bir aracıdır.
Hatta zalimlere açıkça cephe alınarak yapılsa bile zalimle mazlumu eşitleyen yaklaşımdır.
Zaaf kaşıyıcılığı ve faraziyeler üzerinden yargılamalar “Mazlumun Yanında Durma” ilkesini örseler; mazlumluk konumunu idealize ederek, kendi yargılarına endeksleyerek, olmayacak konuma iterek devre dışarı bırakır.