Mazlumderden Hükümete Suriye Suçlaması

Mazlumder'in Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal Hükümet'in Suriye politikasını şiddetli bir şekilde eleştirdi, İslami kesimleri ve Hükümeti mezhep savaşı çıkarmakla suçladı.

Mazlumder Genel Merkezi'nin Olağan Genel Kurulu'nda bir konuşma yapan Genel Başkan Ahmet Faruk Ünsal Türkiye'nin Suriye politikasını yerden yere vurdu.

Ünsal konuşmasında Türkiye'yi savaşı kışkırtmakla itham ederek: "Türkiye, diğer aktörlerle birlikte Rusya’nın savaşın asıl tarafı olduğunu gözden kaçırarak, sınır bölgelerini denetlemeyerek ve Baas-Muhalefet görüşmelerine karşı çıkarak ‘Suriye’nin Dostları’ ile beraber savaşın derinleşmesine katkıda bulundu. Bu sürecin ardından çatışmalar Türkiye topraklarında da uç vermeye başladı; uçağı düştü, topraklarında bombalar patladı, insanları öldü, Reyhanlı saldırısı oldu" dedi.

Faruk Ünsal, Hizbullah'ın Suriye savaşına müdahil olmasını eleştirdiği konuşmasında, Hizbullah Örgütü'nü değil, Hizbullah'ın faaliyetlerini öne sürerek Şii karşıtlığını yükseltmek için bahane aradığını iddia ettiği çevrelere yüklendi.

Ünsal: "Suriye'de işler iyice kızışınca savaşı kaybetmemek adına Lübnan Hizbullah'ı devreye sokulunca, Suriye iç savaşını bir mezhep savaşı olgusu üzerinden okumak isteyen istismarcı kafalara altın bir fırsat sunulmuş oldu. Yani 1979 İslam Devrimi'nden bu yana oluşan, özellikle de 2006 Hizbullah-İsrail savaşı ile zirve yapan Şia-Sünni yakınlaşması, tarihi bir yara almış oldu. Artık bu politikanın bir sonucu olarak mezhep nefreti, başta Afganistan, Pakistan, Hindistan, Irak, Suriye, Türkiye ve Lübnan olmak üzere, on yıllar boyu, tüm İslam coğrafyasında, sömürüyü derinleştirmek isteyen emperyal güçlerin istihdamına sunulmuş oldu" dedi.

(PressMedya)


Konuşmasının Suriye ile ilgili bölümünün tamamı:

Burada Suriye konusu üzerinde bir miktar durmakta yarar var. Arap halklarının tüm Ortadoğu’da başlattığı ‘onur, özgürlük ve adalet’ şiarlı isyanları haklı olarak Suriye’nin de kapısını çalacaktı ve nitekim çaldı da. MAZLUMDER başından beri diktatörlere karşı halkların yanında yer aldı, yani Mısır’da, Yemen’de, Tunus’ta, Libya’da Bahreyn’de nerde durduysa Suriye’de de orada durdu. Egemenliğini halkıyla paylaşmak istemeyen zalim Baas diktatörü barışçı gösterileri kanla bastırmaya çalışınca olaylar, Batılılar için, İsrail’e baş ağrısı olan Suriye rejiminden kurtulmak adına bir imkana dönüştü ve 'Suriye'nin Dostları' Suriye muhalefetinin yanında yer aldı. İran ve Rusya ise Suriye halkının haklı taleplerini karşılaması için Baas'ı iknayı öncelemek yerine farklı gerekçelerle Suriye’deki statükoya oynayınca bir taraftan muhalefet tamamen 'Suriye'nin Dostları'na kaldı diğer taraftan da şiddet iyice vahşi boyuta ulaştı.

Türkiye, tıpkı gösteriler sonrasında olduğu gibi öncesinde de zaten gayri meşru bir muhaberat rejimi olan Suriye ile kurduğu iyi ve yakın ilişkilerini ayaklanmalar başlayınca, çok kısa sürede 180 derece değiştirerek Baas’ı sert bir dille eleştirmeye başladı. Kendi 12 Eylül anayasasını, neredeyse tüm siyasi partilerin mutabakatına rağmen 30 yıldır değiştirememiş bir ülke, 6 ay içinde tüm mevzuatını değiştirmesi talebi ile Suriye’nin karşısına çıktı. Hükumet ile Suriye arasında ilişkiler henüz iyi iken, MAZLUMDER'in o günlerde rahatsızlık uyandıran ama sonra hemen herkesin benzer taleplerde ortaklaştığı Suriye İnsan Hakları Rapor’u dikkate alınmış olsa idi belki de bugün bu noktaya gelinmiş olmayacaktı. Türkiye, diğer aktörlerle birlikte Rusya’nın savaşın asıl tarafı olduğunu gözden kaçırarak, sınır bölgelerini denetlemeyerek ve Baas-Muhalefet görüşmelerine karşı çıkarak ‘Suriye’nin Dostları’ ile beraber savaşın derinleşmesine katkıda bulundu. Bu sürecin ardından çatışmalar Türkiye topraklarında da uç vermeye başladı; uçağı düştü, topraklarında bombalar patladı, insanları öldü, Reyhanlı saldırısı oldu ama Türkiye ‘Suriye’nin Dostları’nın kendisine dostça yaklaşmadığını da görmüş oldu. Avrupa Birliği’nin muhalefete silah ambargosunu kaldırdığını ilan etmesi, Rusya’nın Suriye’ye S300 füzelerini göndereceğini açıklaması, İsrail’in S300leri vuracağını ilan etmesi Cenevre 2 konferansının ölü doğacağı ve savaşın bölgede derinleşeceği ihtimalini maalesef göstermektedir. Bu durum, Hatay-Amasya diagonalindeki fay hattını hareketlendirmek için fırsatçılara imkan vereceği gibi Kürt barışının olumsuz etkilenme potansiyelini de barındırmaktadır. Türkiye, muhalefet üzerindeki prestijini kullanarak müzakerelerin başarısı için çaba harcamalı ve ABD-İngiltere-Suud-Katar’a karşı İran-Rusya hattının Dünya’nın tek seçeneği olmadığının farkında olmalıdır. 

İran konusuna gelince; ayaklanmalar başlar başlamaz hemen statükoya oynayarak yani Esed’in iktidarda kalmasını kırmızı çizgi ilan ederek muhalefeti bir anlamda 'Suriye'nin Dostları'na mahkum etti. Sonra da Batı sponsorluğundaki bir muhalefetin ancak İsrail'in güvenliğine odaklanacak bir Suriye oluşturacağı kısır döngüsü üzerinden kendi pozisyonunu meşrulaştırdı ve eli kanlı bir diktatöre destek veriyor görüntüsünü adeta önemsemedi. Esed’i destekleme gerekçesini, İran-Suriye-Hizbullah-Hamas-İslami Cihad’dan oluşan ‘Filistin Direniş Hattı’ndaki Suriye’nin zincirden kopması halinde ‘Direniş Hattı’nın lojistik kanallarının kapanacağı ve direnişin çökeceği kabulüne oturttu. Oysa ne ‘Direniş Hattı’ Esed’in çok umurundaydı, baba ve oğul Esed’lerin tarihi bu olaylarla doludur, ne de Batı desteği almadan kendi akışı içinde oluşmuş herhangi bir Suriye muhalefeti “Direniş”e bigane kalabilirdi. Kendisi de bir katliamcıya karşı mücadele etmekte olan Hamas'ın bir başka katliamcı olan Baas’ın himayesi altında uzun süre kalması tabanı tarafından iyice sorgulanır hale gelince daha fazla dayanamayan Hamas Şam’daki merkez ofisini kapatmak zorunda kaldı ve böylece Katar-Suud eksenine adeta iteklenmiş oldu. Yani çok önemsendiği söylenen 'Direniş Hattı' bir bakıma Esed destekçiliği politikası ile bölünmüş oldu. Diğer taraftan da Suriye'de işler iyice kızışınca savaşı kaybetmemek adına Lübnan Hizbullah'ı devreye sokulunca, Suriye iç savaşını bir mezhep savaşı olgusu üzerinden okumak isteyen istismarcı kafalara altın bir fırsat sunulmuş oldu. Yani 1979 İslam Devrimi'nden bu yana oluşan, özellikle de 2006 Hizbullah-İsrail savaşı ile zirve yapan Şia-Sünni yakınlaşması, tarihi bir yara almış oldu. Artık bu politikanın bir sonucu olarak mezhep nefreti, başta Afganistan, Pakistan, Hindistan, Irak, Suriye, Türkiye ve Lübnan olmak üzere, on yıllar boyu, tüm İslam coğrafyasında, sömürüyü derinleştirmek isteyen emperyal güçlerin istihdamına sunulmuş oldu. İsrail’i imha edeceğim derken, yıllarca sürecek mezhep nefreti ile İslam coğrafyasının bütünlüğünü imha edecek sonuçlara yol açmanın, ferasetle ilgisi olduğuna inanmıyoruz. Özetleyecek olursak, Suriye politikasındaki bu yanlış tutum, yani gösterilerin hemen başında Esed’e açık destek vermek ve bunda ısrarcı olmak, muhalefeti  'Suriye'nin Dostları'nın yanına, Hamas'ı da Suud-Katar eksenine ittiği gibi, Lübnan üzerinden de tüm İslam Dünyası’na yayılacak bir mezhep nefretine sebep olduğu söylenebilir.

 

Haber Haberleri

Mehmet Görmez’den Riyad’daki festival görüntülerine tepki: İslam'ın değerlerine saldırı
Bağdat'taki rehabilitasyon merkezinde 5 bine yakın uyuşturucu bağımlısı tedavi görüyor
Gazze'de 6 ay bombardıman altında yaşayan Salhiya: Bir ayağımız ahirette, bir ayağımız dünyadaydı
Sokak röportajı saçmalığına ne zaman son verilecek?
Özgür Özel hakkındaki "Cumhurbaşkanına hakaret" ve "iftira" soruşturmasında ''yetkisizlik'' kararı