Danıştay 8. Dairesinin, 2010 Akademik Personel ve Lisans Üstü Eğitim Giriş Sınavı (ALES) sonbahar dönemi kılavuzunda yer alan kılık kıyafetle ilgili düzenlemelerin yürütmesini durdurma kararını protesto etmek için Mazlumder üyeleri bugün öğle saatlerinde Danıştay önünde bir basın açıklaması yaptılar.
Mazlumder Genel Sekreteri Av. Şerife Gül Arıman'ın yaptığı açıklamanın tam metni:
Danıştay'ın Başörtüsü Saplantısı Tahammül Edilebilir Olmaktan Çıktı!
2010 ALES sonbahar dönemi kılavuzunda sınava girecek adayların başı açık olma zorunluluğunu ortadan kaldıran düzenlemeye karşı Eğitim-İş'in Danıştay'a açtığı dava, 8. Daire'nin yürütmeyi durdurmasıyla sonuçlandı. Danıştay kararın gerekçesinde, "laiklik elden gidiyor" gibi artık inandırıcılığı kalmamış bir iddia yerine bu kez herkesi şaşırtan bir gerekçe ileri sürdü. Şaka gibi gerekçede Danıştay, sınava başı açık girilmesinin "…erkek-kadın adayların fiziksel olarak teşhislerinde güçlük oluşacağı ve sınav güvenliği açısından olumsuz sonuçlar doğurabileceği" gibi zekâ parıltıları saçtı.
Sadece Müslüman toplumlarda değil yeryüzünün tüm kültürlerinde dine, iklime veya belirli durumlara bağlı olarak kadınlar başlarını örterler ve yüzün açık olmasını kimlik tespiti için yeterli görürlerken başörtüsü Danıştay'a göre insanların birbirini tanımasını engelleyen ve dolayısıyla toplumların güvenliğini tehdit eden bir şey olarak ortaya kondu. Bu gerekçe ile durumdan vazife çıkaran Danıştay, insanlığı bu gafletten kurtararak sınır aşan bir zekavet göstermiş ve çağlar aşan bu tespiti yapmıştır. Eğer bu şaka(!) bir an önce iptal edilmez ve bir yüksek mahkemenin resmi ve hukuki içtihadı olarak kalmaya devam eder ise, yarın başörtülü pasaport ve ehliyet alınamayacak, her türlü resmi işlemler yapılamayacak, en meşru ve en temel ihtiyaç olan güvenlik ve teşhis zorluğu nedeniyle başörtülü sokağa çıkmak dahi yasaklanacak demektir. Bu ileri zeka uygulamasını, en son, Tunus'ta Zeynel Abidin denemişti!
Bu karar her ne kadar, Danıştay'ın insanlığı farkında olmadığı bir tehlikeden kurtarma sorumluluğu(!)na dayalı olarak alınmışsa da, yürürlükteki anayasaya, yasalara ve uluslararası sözleşmelere uygun düşmemektedir.
Esasen, cari hukuk sistemine göre sınava başörtüsü ile girilebilmesinin bir mağduriyete sebep olmaması nedeniyle, ne Eğitim-İş'in YÖK'e karşı Danıştay'da dava açmaya hakkı vardır, ne de Danıştay'ın idarenin düzenleyici kararlarına müdahale etmeye ve ket vurmaya yetkisi. Danıştay reddetmesi gereken bu davayı görüşerek ve idare yerine karar alarak hem hukuku yerle bir etmiş, hem de yürütmenin yetkisini gasp ederek devirmedik çam bırakmamıştır.
Temel hakların ancak yasa ile ve belirli bir zaman için kısıtlanabileceği kuralı hukukun en bilinen ilkesi iken, inanç ve ifade özgürlüğünün bir uygulaması olan başörtüsü konusunda hiçbir yasaklayıcı yasanın olmamasına rağmen yasağı sürdürmek istemek, en hafifinden hukuk cehaleti demektir.
Ayrıca, BM Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi (CEDAW) Ekim 2010 Türkiye raporuna göre, özetle, başörtüsü sorununun iki yıl içinde çözülmesi ve yapılan iyileştirmelerle ilgili BM'e yazılı rapor sunulmasını istemiştir. Bu raporun ardından BM kararına uygun olarak YÖK tarafından düzeltici önlemler alınmış ve ayrıca bu çerçevede kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık Anayasaya eklenmişti. Ancak ulusal üstü hukukun bağlayıcılığı Anayasa 90. Maddesi tarafından kabul edilmesine rağmen Danıştay'ın eski hastalıklarından ve ideolojik saplantılarından kurtulamadığı görülmektedir.
Bu hastalıklı anlayışa ve dayattığı zorbalığın neden olduğu hak kayıplarına derhal son verilmelidir. Yüksek mahkeme olmak, evrensel hukuk ilkeleriyle ve insanlığın aklıyla dalga geçme ayrıcalığı demek değildir.
MAZLUMDER