Büyük İslam Âlimi Şeyh Said ve 46 “dâvâ arkadaşı”, 28 Haziran 1925’te, İstiklal Mahkemesi kararlarının sonucu olarak gece yarısı Diyarbakır’da “İngiliz ipiyle” asılarak idam edildi. İsnat edilen suçlar; “Hilafetin, Din ve Vakıflar Nazırlığının kaldırılmasına, din ahkâmının terk edilmesine karşı çıkmak”tı!.. “Devrim karşıtlığından” idama mahkûm edilmişlerdi!..
Büyük İslam âlimi Şeyh Said ve dâvâ arkadaşları 28 Haziran 1925’te gece yarısı Diyarbakır’da “İngiliz ipiyle” asılarak idam edildi. Suçları, “Medreselerin kapatılmasına, Hilafetin, Din ve Vakıflar Nazırlığının kaldırılmasına, Din ahkâmının terk edilmesine karşı çıkmak”tı!..
Mustafa Kemal’in Şeriat’e ve hilafete bağlı kalacağına yemin etmesiyle çıkılan yolda, İslam ahkâmını reddeden “batı mukallidi” bir yapının ortaya çıktığını gören Şeyh Said ve dâvâ arkadaşlarının, “Meclis-i Mebusan”ı uyarmak için başlattıkları hareket, darağacında son bulmuştu. Üstelik, bu idam kararlarının infazı için “Meclis onayı” şartı bile aranmamıştı.
Büyük İslam âlimi Şeyh Said ile 45 arkadaşının Diyarbakır Dağkapı’da idam edildikleri ve gömülü oldukları belirtilen alandaki çalışmalarımız sırasında son derece ilginç bir “tablo” ile karşılaştık.
Merhumların, Orduevi ile yıllardır bir türlü hizmete giremeyen Alman hastanesi arasındaki alanda mı, yoksa bu alanın hemen bitiminde mi yattıkları tartışma konusu. Ticaret Odası Başkanı Galip Ensarioğlu, “Nerede yattıklarını biliyorum, Orduevi duvarının dibi iki metre kazılsın, kemikleri çıkacaktır” diyor. Bölgenin ünlü aşiretlerinden Advan’ın önde gelenlerinden Avukat Halit Advan ise, “merhumların, hemen duvarın berisinde yattığını” söylüyor.
Bölgeye gittiğimizde son derece ilginç bir tabloyla karşılaştık. Alman hastanesi adlı binanın alt tarafında sıra sıra eczaneler diziliydi. Ve bu eczanelerin hemen tamamının üzerinde “kiralık”, “satılık” gibi ibareler yer alıyordu. Onca eczanenin arasından açık olan birini bulup da içeri girdiğimizde, bizi eczacı Ümran Denkır karşıladı.
“Hayrola, buranın durumu ne böyle?” diye sorduğumuzda, şöyle bir karşılık geldi eczacıdan:
“Hastane sözüm ona 2004-2005 civarı açılacaktı. Eczaneleri büyük bir iştahla tutan biz esnaflar, hastanenin açılması bir türlü gerçekleşmeyince çok zor durumda kaldık. Bir aksiliktir gidiyor, hastane bir türlü açılamıyor. Burada 15 esnaf vardı, çoğu kapandı. Biz 3 kişi kaldık, direniyoruz.”
Eczacı “Bütün bunların hemen yanımızda belki de dibimizde medfun rahmetli Şeyh Said ile dava arkadaşlarının mağduriyetlerinin yansıması olduğunu düşünüyoruz” deyince ve üstüne de, “Bunun gibi birçok sıkıntı yaşanmış buralarda” diye ekleyince tablo değişti.
Bundan sonraki işimiz, “Şeyh Said ile dava arkadaşlarının idam edildikleri ve medfun bulundukları alanda” daha evvel ne gibi sıkıntıların meydana geldiğini araştırmak oldu.
Bunun için, araziye daha önce sahip olan Advan (Diyarbakır’da bilinen ismiyle Deveciler) aşiretinin önde gelenlerinden, 29 Mart yerel seçimlerinde AK Parti’den Başkan Adayı Avukat Halit Advan’ı ziyaret ettik.
Advan’ın anlattıkları fevkalade dikkat çekiciydi:“Biz gayrimenkulün ilk sahibi değiliz. İki burç arasındaki Harput Kapı’yı, Şeyh Said (R.A.) kıyamı sırasında, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın kuvvetleri yıkıyor. Ve bu yıkıntının taşları ile CHP’nin halk evini dikiyor.
Daha sonra, İl Özel İdaresi Halkevi’ni satma kararını alıyor. Bizim aile de, ihaleyle bu araziye sahip oluyor. Halkevi yapılan binayı da sinema olarak kullanmaya başlıyor. İşte ne oluyorsa, bu arazinin alınmasından sonra oluyor. Büyük amcam Hacı Ali Öztop ve babam Hacı Mahmud Advan, burada Şeyh Said (ra) ve diğer rahmetlilerin yattıklarını bildiklerinden naaşların bulunduğu alana büyük hürmet gösteriyorlar. Orayı deşmiyorlar. Babam, etrafındakilere rahmetlilerin ruhları için Kur’an okumalarını tavsiye ediyor. Bizimkiler bunca ihtimama rağmen rahatsızlık duyuyor. Zira, orada bizim arazide, insanlık tarihinin en büyük haksızlıklarından birine, yargı tarihinin en politik kararlarına muhatap olmuş, mağdurlar yatıyor. Orada Allah dostları yatıyor. Şeyh Hazretlerine edilen zulmün üstünde oturuyor, orada sinema işletiyoruz. Derken, maddi anlamda fevkalade olumsuz gelişmeler oldu. Çok büyük zararlara muhatap olduk. Ve çareyi uzaklaşmakta bulduk.
Bizden sonra araziyi bir başka güçlü Diyarbakır ailesi aldı. Onlar da, kısa süre içinde büyük maddi zararlara uğramakla kalmadılar... Silivri’den dönüş yolunda büyük bir trafik kazasında hayatlarını kaybettiler. Ailenin temel fertleri hayatını kaybetti, aile hemen hemen bitti.
Sonra, bu araziye hastane yapılacağı duyuruldu. Alman hastanesi, 2005 yılına yetiştirilecekti. Orada da büyük aksilikler oldu. Hastanenin altındaki dükkanlarda iş yapmak isteyenler, iflas etti. Bugün orada gördüğünüz eczaneler bunlardandır.”
“Araziyi aldıktan sonra sıkıntı gördük, perişan olduk”
Yazarımız Serdar Arseven’in sokakta konuştuğu Diyarbakırlılar, “Şeyh Said’i rahmetle andıklarını” söylüyorlar. Hacı Mahmud Advan’ın araziyi aldıktan sonra yüzü gülmedi.
Araziye daha sonra sahip olduktan sonra yok olma noktasına gelen aşiretin önde gelenlerinden A.K de “isminin mahfuz tutulmasını” rica ettikten sonra şunları söyledi: “Her sıkıntıyı bu araziyi aldıktan sonra gördük. Uyuşturucu da çıktı, trafik kazası da, başa gelmeyen kalmadı. Perişan olduk, gittik. Birçok arazi almıştık, bir burada başımız yandı.”
DİYARBAKIRLILARIN İDDİASI
“Alanda” konuştuğumuz Diyarbakırlılar, “Burada onca âlim yatıyor ama bir mezar taşları bile yok. Hemen sınırdaki arazinin sahibi Orduevi, buraya mezar taşı konulmasına ‘ziyaretgâh olur’ diye kesinkes karşı çıkıyor. Alan sürekli olarak, ‘Orduevi kameraları’ ile takip altında tutuluyor. Mazlum ruhlara hâlâ eziyet ediliyor” diyor.
VAKİT