Mayın tarlası vatan toprağı mıdır?

İhsan Dağı

Suriye sınırı 1956 yılından beri mayınlarla örtülü. Dünyada örneği görülmeyen bu uygulamanın amacı, 'güvenlik ve kaçakçılığın önlenmesi' olarak anlatılıyor. Ne de olsa 'dört yanımız düşmanlarla çevrili'!

Bana kalırsa asıl amaç, sınır tanımayan toplumsal ve ekonomik ilişkilerin devlet kuşatmasına alınması. Döşenen mayınlar, devletin toplumu dışarıya kapatma siyasetinin somut bir ifadesi. Güneydoğu insanının yüzlerce yıldır kullandığı doğal ticaret ve toplumsal iletişim alanını daraltmak, denetim altına almaktan başka da bir işlevi olmamış mayınların. Bir de hayatını, kolunu, bacağını kaybeden onbinlerce insan bırakmış geriye...

Sınırın her iki tarafında, çoğu birbirinin akrabası olan insanlar ulus-devlet sistematiğine böylece mahkum edilmiş. Devletin topluma hükmettiği halka gösterilmeye çalışılmış bu biçimde. Ama ne devlet ne mayınlar, bölgede informel bir ekonominin ortaya çıkmasını engelleyememiş: kaçakçılık. Sınırın güneyinde fiyatı düşük olan malı alıp kuzeyde, Türkiye'de satan, geçiş güzergâhı olarak da mayın tarlalarını seçen, yani ekonominin en temel yasasının gereğini yapan 'tüccarlar' Güneydoğu'da 'kaçakçı' olmuşlar. 'Kaçakçılıkla mücadele' de iç pazarı yabancı mallardan koruyan 'korumacılık' siyasetinin bir gereği olarak yürütülmüş adeta. Siyasal gücün, ekonomik ve toplumsal etkileşim alanını belirleme girişimine karşı 'kaçakçılık' bir 'meslek'ten öte bir başkaldırıya dönüşmüş Güneydoğu'da; hatta bir kültür, racon olmuş. Bütün bunlar Türkiye-Suriye sınırında yaklaşık 700 km'lik bir hat üzerinde, tarıma son derece elverişli, yerli halka önemli ekonomik getirisi olabilecek ülke toprağının mayınlarla örtülü olduğu gerçeğini değiştirmemiş.

Bu topraklar sadece mayınlanmamış aslında; mayın döşenerek ülke toprakları fiilen 'küçültülmüş'. Kimsenin giremediği, kullanamadığı, sahip olamadığı bir tür "no man's land". Aslında Türkiye'nin yüzölçümünü hesap ederken fiili kullanım dışına itilen bu mayınlı toprakların toplamdan çıkarılması gerek. Çünkü mayınlı topraklar fiilen 'vatan toprağı' değil, kimsenin giremediği bir başka yer.

Neredeyse on yıl önce sınırdaki mayınların temizlenmesi kararı alınmış. Görev de 2001 yılında Genelkurmay'a verilmiş. Sonra, devlet ne mayınları temizleyecek ekipmanı bulabilmiş ne de bunun için gerekli parayı. Komik değil mi? 'Bir karış' vatan toprağı için mangalda kül bırakmayanlar 300 milyon metrekarelik vatan toprağını unutmuşlar. Yaklaşık on yıldır bu toprakların vatana katılması kararını yerine getirecek bir yetkili bulunamıyor. Az değil; elli yıldır didiştiğimiz, uğruna ne zorluklara katlandığımız Kıbrıs adasının neredeyse tümü kadar bir topraktan söz ediyoruz. Üstelik burası 'vatan'ın ta kendisi.

Meclis, mayınların nasıl temizleneceğine ilişkin bir yasayı görüşüyor bugünlerde. İhanet suçlamaları yine havada uçuşuyor. Kayıp toprakları vatana katmaya çalışanlar hainlikle suçlanıyor. Ne adına? Vatanseverlik adına. Vatanseverlik, devletin kendi halkını vatan topraklarından mahrum bırakması mıdır? Hem de elli yıldır. Kimse artık hamaset yapmasın. Vatanseverlik yarışına girenlerin yapmaları gereken, bu toprakların bir an önce mayınlardan temizlenmesi ve vatan topraklarına katılması. Gerisi boş. Elli yıldır vatanı 'küçültenler' hamaset edebiyatının arkasına sığınıp bu 'küçülme' politikalarına devam etmesinler.

Memlekette yaygın bir tutumdur, yabancı devletleri ve halkları 'topraklarımızda gözü olmak'la suçlamak. Topraklarını, yarım yüzyıldır kimsenin giremediği mayın tarlasına çevirenlerin 'kendi' topraklarına ne kadar sahiplendikleri tartışılır. Ayrıca, başkalarının toprakları söz konusu olduğunda ayranı kabaranlar, fetih rüyaları görenler önce kendi vatanlarını fethetmeli, topraklarını mayınlardan temizlenmiş 'vatan'a çevirmeliler. Suriye sınırının mayınlardan temizlenmesiyle Türkiye, ülke olarak, ilk defa fiilen 'genişleme' imkânına kavuşacak. Üstelik bu, meşru; kimsenin toprağını işgal etmeyi gerektirmiyor. Sadece kendi toprağına sahip çıkmak yetecek.

ZAMAN