Çağrı İslam / Haksöz-Haber
Mavi Marmara’nın 10. yıldönümünde Gazze Özgürlük Filosu’nun yolculuğunu, Gazze’deki durumu ve Mavi Marmara üzerinden verilen hukuk mücadelesini Avukat Gülden Sönmez anlatıyor.
Mavi Marmara üzerinden geçen on yılın ardından “Mavi Marmara yolculuğunu” nasıl tarif edersiniz ve bu eylem ile hedeflenen neydi”?
Gazze Özgürlük Filosu’nun yola çıkış amaçlarından en önemlisi Gazze’nin özgürlüğü, Gazze’ye uygulanan işgal ve ambargonun kaldırılmasıydı, sadece insani yardım değildi. İnsani yardım taşımak gerekli bir iş olmakla beraber dünyanın en geniş açık hava hapishanesi olarak adlandırılan Gazze’nin haksız ve hukuksuz işgalinin sonlandırılması esas meseleydi. Amaç seyahat özgürlüğü hakkı çiğnenen Gazzelilerin de özgürce seyahat edebilmeleri ve Gazze’ye mal ve hizmet giriş-çıkışının serbest olmasıydı. Onun için Mavi Marmara’nın en önemli misyonlarından biri ablukanın kırılmasıydı. Yani Gazzelilerin insani yardıma ihtiyaç duymadan özgürce kendi kendilerine yetebilecek onurlu bir yaşama sahip olmalarının mücadelesidir Mavi Marmara.
Dünyanın dört bir yanından 37 farklı ülkeden, farklı din ve inanışlardan, farklı kültürlerden, farklı dilleri konuşan insanların bir araya gelerek yaptığı bir yolculuğun ismiydi Mavi Marmara. Bu anlamda da Mavi Marmara’nın bu yolculuğu nevi şahsına münhasır bir yolculuktu. İlkesel bir birliktelik oluşturuldu, kurallar kondu, taahhütnameler imzalandı ve o gemiye binen herkes o taahhütnamelere uyacağına söz verdi.
Mavi Marmara yolculuğu bir taraftan manevi yönüyle insani bir amaç için bir araya gelmiş vicdanlı insanların oluşturduğu bir topluluğun bir eylemiydi bir taraftan da o gemileri yürüten arkadaki milyonlarla yani yardım eden, bağışta bulunan, binemese bile o gemiden yana tavır koyan insanlarla daha büyük bir toplulukla yapılan bir yolculuktu. O yüzden de sıra dışıydı.
Biz Ambargoyla Değil Ablukayla Mücadele Ettik
Gazze Özgürlük Filosunun yola çıkış amacıyla ilgili “sadece insani yardım ulaştırmak değildi” diyorsunuz bu bağlamda Gazze kuşatmasının tarifi noktasında farklı yaklaşımlar var. Siz bu konuda ne dersiniz?
Biz İsrail’in insafına kalmış olan, onun istediği kadar onun istediği malların giriş çıkışını kabul eden ambargoyla mücadele etmek yerine tam tersine işgalden kaynaklı ablukayla mücadele ettik. Bazen ambargo ve abluka karıştırılabiliyor. Arada çok önemli bir fark bulunuyor: Ambargoda İsrail’i otorite olarak kabul etmiş olurken, ablukada ise İsrail’in hukuksuz işgalci pozisyonunu teyit etmiş oluyorsunuz. Bu sebeple Mavi Marmara’nın yola çıkışında mesele Gazze’ye yönelik uygulanan ablukayla ilgiliydi.
Abluka Devam Ediyor, Ablukaya Karşı Mücadele de Devam Etmeli
Mavi Marmara üzerinden geçen on yılın ardından maalesef abluka devam ediyor. Bu konuda Türkiye ve dünya Müslümanlarının yapması gerekenler nelerdir?
En önemlisi “Gazze abluka altında”,“Filistin ve Kudüs işgal altında” şeklinde sadece zulmü dile getirmekten ibaret olmayan, zulme karşı bir şeyler yapma iradesinin gösterilmiş olmasıdır. Ablukayı kırmak için yapabileceğiniz şey denizden gemi yürütmekti ve Mavi Marmara’yla o yapılmıştır. O anlamıyla önemli bir örnektir Mavi Marmara ve bugün de birçok bakımdan yapılabilir bir örneklik teşkil etmektedir. Eğer biz buna niyet edip, yapma iradesi gösterirsek tabii ki. Gazze ablukası hala devam ediyor. Ablukaya karşı mücadelemizin de devam etmesi gerekiyor.
Aslına bakarsanız Mavi Marmara saldırısından sonra İsrail, dünya çapında çok müthiş bir kayba uğramıştır ve yaşadığı imaj kaybını düzeltmek için milyonlarca dolar harcamıştır. Gazze Özgürlük Filosu her sene gemiler göndermeye devam etti ancak kanaatimce Gazze ablukasına karşı dünyadaki vicdan sahipleri ve Filistin’i destekleyen hareketlerle ortak aktiviteler çok daha güçlü bir şekilde büyüyerek devam etmeli çünkü ablukanın git gide daha da katı bir şekilde uygulandığını görüyoruz. Abluka bütün acımasızlığıyla devam ediyor dolayısıyla beklememizi gerektiren hiçbir şey yok.
Zalimlerin Yargılandığı Bir Zemin, İnsanlara Umut Olmuştu
Mavi Marmara saldırısı ardından açılan davalar oldu bu hukuk mücadelesini yürüten isimlerden biri belki de en önde geleni olarak bu süreçten biraz bahsedebilir misiniz?
Bir taraftan biz Mavi Marmara özelinde bir Filistin davası olarak da görülebilecek bir hukuk mücadelesi başlattık. Mavi Marmara davaları aynı zamanda Gazze ablukasına karşı da mücadele verilen davalardır. Bu mücadelenin neticesinde bildiğiniz gibi Türkiye, Güney Afrika, İngiltere gibi birçok ülkede ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde davalar açıldı. Açılan bu davalarla ilgili süreç, bir süre sonra İsrail’in kâbusu olmaya başladı. İsrailli komutanlar ve askerler İsrail’den çıkamaz oldu. İspanya ve Güney Afrika’da alınan tutuklama kararları, ABD’de Ehud Barak’a karşı açılan davalar, Türkiye’de açılan ceza davaları ilkti ve süreç iyi bir şekilde devam ediyordu.
Bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşen bu davalar ilk defa “Güç mü hukuk mu? Gücün hukuka üstünlüğü mü hukukun her şeye üstünlüğümü” denkleminde beyaz bir sayfa açmış ve insanları umutlandırmıştı. Zalimlerin yargılandığı ve insanlığa karşı işlenen suçların dava konusu olduğu bir zemin oluşmuştu. Bu durum İsrail ordusunda çok büyük rahatsızlık oluşturdu. Bilhassa komutanların seyahat edemez oluşu onları zor durumda bıraktı.
Açılan Davalarla İsrail Sanık Sandalyesine Oturtuldu
Süreci uluslararası hukuk bağlamında değerlendirdiğinizde verilen mücadelenin yeterince benimsendiğini düşünüyor musunuz?
İslam dünyasında hukuk mücadelesinin yeterince benimsenmemişti. Ayrıca bizim hukuka yüklemiş olduğumuz misyon ile yöneticilerin hukuka yüklediği misyon çok farklıydı. Biz ortaya adalet için vermiş olduğumuz mücadelenin bir örnekliğini koymuştuk. Bu durum hukuki olarak İsrail’in dokunulmazlığının kaldırılıp, İsrail’e karşı savunma yapanların da artık hesap soran konumunda olmasına vesile olmuş, bir kırılma yaşanmıştı. Bu mücadelenin yürütülmesi çok daha farklı örnekliklere gebeydi.
Bu süreçte İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini düzeltip davalardan kurtulma noktasında birçok görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmeler sırasında teklifi şuydu: “Özür dileyeceğiz, tazminat ödeyeceğiz ancak siz de davaları kaldırın.” Bu süreç uluslararası ilişkiler bakımından da son derece ilginçtir. İsrail ilk defa Mavi Marmara’ya saldırıldığı senenin eylül ayında ABD aracılığıyla Türkiye ile iletişime geçmeye çalıştı ve Türkiye ile barışmanın yollarını aradı.
Talebimiz Tazminat Değil, İsrail’in Hüküm Giymesiydi
İsrail ve Türkiye arasında gerçekleşen anlaşma dayanak gösterilerek Mavi Marmara davası düşürüldü. İsrail’in tazminat ödeyerek özür dilemesi sizlerin talepleri arasında değil miydi? Öyleyse Türkiye hükümetinin İsrail’in ödeyeceği 20 milyon dolar kabul edip İsrail’le anlaşmasından dolayı hükümete gösterilen tepkilerin nedeni neydi?
Tazminat meselesinde şehit aileleri dahil hiç kimsenin İsrail’in tazminat ödemesi ile davalardan vazgeçmeye rızası yoktu. Bir tazminat ödenecekse önemli olan tazminatın meblağı değil, İsrail’in hüküm giydikten sonra tazminat ödemesiydi. Türkiye hükümetinden ise talebimiz İsrail’le hiçbir anlaşma yapmamasından, yapacaksa da bizim davalarımızı pazarlık konusu etmemesinden yanaydı. Bu talebimizi de basın toplantıları ile kamuoyuna defalarca deklare ettik, özel mektuplar gönderdik, bizzat görüşmeler yaptık. Fakat maalesef başaramadık ve bu ülke insanlarının kanını döken, yaralılar üzerinde tepinen İsrail askerlerini affeden bir anlaşma, bu ülkenin seçilmiş milletvekillerince imzaladılar. İçler acısı bir halde bazı Müslümanların bu anlaşmayı savunduklarını gördük.
Anlaşmada başkentler Kudüs, Ankara şeklinde belirtilmesi de kabul edilemeyecek başka bir durumdu. Bu anlaşma ile on şehit ailesine verilecek yirmi milyon dolarla açılmış ve açılacak olan bütün davalara Türkiye Hükümeti son verdi. Bunun üzerine ise bağımsız ve tarafsız olması gereken mahkeme Mavi Marmara Davası’nı düşürdü. Tüm itirazlarımıza rağmen alınan bu karar, devletlerarası anlaşmalarla nasıl bir hukuk garabeti oluşturulabileceğine dair korkunç bir emsal oldu. İnsanların, hukukçuların inanamadığı bu durum, maalesef gerçekleşti.
TBMM, Anlaşmanın Feshi; İstinaf ise Tekrar Yargılanma Kararı ile Bu Ayıptan Dönmeli
Mavi Marmara üzerinden geçen zamana rağmen hukuki olarak bir sonuç elde edebileceğinizi düşünüyor musunuz? Bu konuda yetkililerden beklenti ve talepleriniz nelerdir?
Biz itirazlarımızı gerçekleştirdik. Uluslararası Ceza Mahkemesinde, Türkiye mahkemelerinde bu yargılamaları devam ettirmeye çalışıyoruz. Bu süreci ne kadar daha yürütebileceğimiz Türkiye Hükümetinin ve Türkiye mahkemelerine kaldı. Eğer istinaf mahkemesi tekrar yargılanma yapılmasına karar verirse bu ayıptan dönülmüş olacak. Ancak bizim beklentimiz TBMM’nin anlaşmayı feshederek üzerindeki bu ayıbı kaldırması yönünde. Bu anlaşmanın halen yürürlükte olması o gemide olanlar olarak da bir hukukçu ve insan olarak da bizleri yaralıyor. Elbette sürecin takipçisi olacağız ve bu yanlıştan dönülmesi için mücadele vereceğiz. Bu durum bir parti meselesi değildir ve herkes Allah’a hesap verecek, şehitlerimizle ahirette karşılaşacak.
Devletlerin Söz ve Eylemleri ile Değil, Sivil İnisiyatifle Mücadele Sürmeli
Mavi Marmara’da olduğu gibi işgalci İsrail’e karşı uluslar arası mücadelenin omurgası sivil toplum tarafından oluşuyor. Bu noktada Türkiyeli Müslümanların üzerine düşen sorumluluklar nelerdir? Nasıl bir tavır ve ne gibi bir beklenti içerisinde olmalılar?
Mavi Marmara adalet için dünya vicdanını yanına alarak yol alan bir gemi. Hukuk mücadelesi de sadece Mavi Marmara için değil, insanlığa karşı işlenen suçların hesaba çekilmesi içindir. Biz bu misyonu devam ettireceğiz. Ancak önemli olan Mavi Marmara’da olduğu gibi sivil hareketlerin, halkın bu mücadeleyi sürdürmesi. Devletlerin sözleri ve eylemleri ile mücadele olmaz, Mavi Marmara’da olmazdı. Bu anlamda sivil inisiyatifler, devletleri dinlemeden adaletin yanında yer almayı sürdürmeli, Gazze ablukasını kaldırmak için elinden geleni yapmalıdır. Kudüs, Gazze, Filistin, Suriye, Mısır gibi tüm dünyada insanlığa karşı yapılan zulümler, insanların hakları gasp eden zalimler ve hareketler karşılarında Müslümanları ve Müslümanların öncülüğünde insanlığın ortak vicdanını bulmalıdır.