Mavi Marmara gemisi ile birlikte Siyonist İsrail ablukasını denizden delmek üzere Filistin’e düzenlenecek yeni sefer bazı tartışmaları tetikledi. Haziran ayı sonu itibarıyla yola çıkmak üzere hazırlıkların yapılıyor.
Mısır’daki Mübarek cuntasının alaşağı edilmesinden sonra epeyce rahatlayan Filistin-Mısır ilişkileri en somut haliyle Refah sınır kapısı üzerinde kendini gösterdi. Gazze, bu kapı üzerinden biraz olsun rahatladı.
Gazze’de yaşanan insanlık dramına dikkat çekmek, bu aşamada ilk hedef. Takiben Gazze’den başlayarak Filistin topraklarının tamamında yaşanan Siyonist işgal, tehcir, katliam, işkence politikalarına karşı bir mücadele yükseltmek ikinci hedeftir. Zaten bu amaçla birincisinden daha geniş bir katılımla Gazze’ye özgürlük filosu çalışmalarına hız verildi.
Gazze’ye ikinci sefer düzenlenmesi üzerine toplumsal ölçekte değilse de bazı aydın-entelektüel isimlerde ciddi tereddütler hatta çekinceler belirginlik kazandı. İlk olarak Zaman gazetesine Washington’dan yazan Ali H. Aslan’ın “İsrail ile aklın yolu” yazısında kendini gösteren görüşlere değinmek gerek. Aslan, Gazze’ye gönderilecek yeni bir yardım filosunun Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni çatışmalara yol açacağı kanaatinde. Özellikle Türkiye karşıtı Rum ve Ermeni lobiciliğine karşı Yahudi lobisini kazanmanın yolunu kazanmayı öneriyor. Mevcut soğukluğun İran’ın işine yaramasından endişeli.
Global arenanın hemen her köşesinde faaliyet gösteren resmi ve sivil Türkiye’nin İsrail ile çekişmeyi sürdürmesi halinde kaybın mutlak olduğunu vurguluyor. Aslan yazısını şöyle bağlıyor: “Ok yaydan çıkmadan Ankara'nın ne yapıp ne edip sivil toplumu ikinci bir krizden caydırması elzem.” Türkiye, İsrail ve ABD arasındaki ilişkilerin rayına girmesi için Aslan’ın çözüm önerisi böyle.
Ali Bulaç’ın aynı gazetede yayınlanan yazısı ise Ali Aslan’ın yazısı kadar açık bir muhalefet içermiyordu. Fakat İslami camia içerisindeki ağırlığı dolayısıyla Bulaç’ın soru işaretleri eşliğinde ortaya koyduğu tereddütlü yaklaşımın yol açtığı sorunlar Filistin mücadelesine katkı sağlayan çevreler açısından elbette daha önemliydi.
Okuyucuya sorduğu “Mavi Marmara seferi amacına ulaştı mı?” sorusuna kendi adına “eksik ve yanlış ihtimal hesaplarıyla yola çıkarıldı, şehitleri kanı yerde kaldı” cevabını veriyor Bulaç. Bundan sonrası içinse “umarım aynısı olmaz” diyerek açıkça çekince koyuyordu.
Aslan’ın yazısı temel mantalitesi itibariyle üzerinde tartışmayı gerektirmeyecek kadar ciddi yanlışlarla dolu. Bu yüzden tartışmaya girmenin hiç bir anlamı yok. Fakat hem Bulaç’ın kaygılarını anlamak hem de sorduğu soruların Mavi Marmara ile Gazze’ye sefer düzenleyen insanların niyet ve hesaplarıyla ne kadar örtüştüğünü tartışmak gerekli.
İlk olarak Gazze seferini düzenleyen iradenin adresini iyi belirlemek gerekli. Bu işin sahibi Hükümet mi, öncülüğünü İslami kimlik sahibi insanları çektiği organizasyonlar mı? Bulaç, bu işin adresi olarak görünürde AK Parti hükümetini arka planda ise Obama yönetimini işaretleyerek bence temel bir yanlışa imza atıyor. Üstelik bu tezine ilişkin en ufak bir somut karine de sunmuyor bizlere.
İkinci olarak Gazze seferini düzenleyen insanlar bırakın Başbakan Erdoğan nezdinde TC Hükümetine karizma kazandırmayı kendileri için dahi böyle bir işe kalkışmıştır dedirtecek hangi söz, davranış veya ilişki biçimini sergilemişlerdir acaba? Mesele biri(leri)ne karizma kazandırmak değil işgal, katliam, tehcir ve ambargo altında inim inim inletilen Filistin mücadelesine Allah rızası için sahip çıkmak, Siyonist işgalin iğrenç yüzünü teşhir etmektir. Dünyanın birçok ülkesinden farklı din ve ideolojiden insanların sefere katılması da bunun en güzel göstergesidir.
Üçüncü olarak Mavi Marmara seferi silahsız bir direniş hareketi olduğuna göre ne kendi içinde silahlanarak ne de arkasında TSK’nın savaş gemileriyle Akdeniz’e açılamazdı. Hedef Bulaç’ın söylediği üzere üç-dört İsrailli komandoyu öldürerek temin edilebilecek yüzeysellikte değildi. Kaldı ki her an darbe tehdidi altında olduğumuz TSK’dan destek beklemek gibi temel bir çelişkiyi de bir yana koyuyoruz. Fakat TSK’nın İsrail ile stratejik ittifak içerisinde olması böylesi bir sivil girişimin belirleyici faktörü değil mi? Türkiye şartları gözetildiğinde Filistin’e verilecek toplumsal desteğin önündeki en önemli barikat ordu merkezli resmi ideoloji olduğuna göre bu ihtimalin ne kadar zayıf olduğu açığa çıkar.