Kaynak: Middle East Monitor / Professor Kamel Hawwash
Çeviri: Sümeyye Tepetam / Haksöz-Haber
Aljazeera TV’de, Akdeniz’den yapılan bir canlı yayının aniden kesilmesinin üzerinden 10 yıl geçti. 31 Mayıs 2010’da Gazze Şeridi’ndeki Filistinliler için, insani yardım yüklü Mavi Marmara gemisindeki insan hakları aktivistlerinin, İsrail donanması kaptanının onlara rotasını değiştirmesini emrederek gemiyi kuşatmasını anlatmalarını izliyordum. Kötü şeylerin olmasından korktum. Mavi Marmara ve diğer beş geminin kaderinden habersiz bir şekilde uykuya daldım.
Uyandığımda İsrail donanmasının gemileri ele geçirmesinin yanında, dokuz aktivisti öldürdüğü haberini görünce şok oldum. Yaralandıktan bir süre sonra onuncu kişi de ölmüştü. İsrail askerleri filonun başındaki gemiye bindikten sonra gemide bulunan siviller tarafından öldürülen hiçbir bir İsrail askeri olmamış, çok küçük bir kısmı yaralanmıştı.
Filistinliler olarak, İsrail’in vahşiliğinin gayet farkındayız ama Gazze’de insani yardıma muhtaç insanlara ellerinden gelen yardımı ulaştırma çabası içinde olan dokuz aktivistin öldürülmesi şok ediciyci. Tüm bunlar, İsrail donanmasının uluslararası sulardaki filoya saldırması -elbette ki bu bir korsanlık-, İsrail’in hesapsızca, istediği gibi hareket edebileceğini düşündüğünü gösteriyor. Hala da öyle. Sadece “kendini savunma” ve “güvenlik” diye bağıracak, demokratik değerleri ve insan haklarını koruduğunu iddia eden uluslararası topluluk, işgal devletinin kendini savunma hakkını yeniden teyit etmek dışında sözde hiçbir şey yapmayacaktı. Gerçek şu ki; komşularını ya da yakın bölgelerini işgal eden hiçbir devletin hukuki olarak meşru müdafaa iddia etme hakkı yoktur.
Mavi Marmara’da bulunan arkadaşım ve meslektaşım Sarah Colborne, o zamanlar İngiltere’deki Filistin Dayanışma Kampanyası’nın direktörüydü. Aljazeera’nın canlı yayınında dünyaya hitap eden son yolculardan biriydi. İsrail donanmasına çağrısı açıktı: “Bizi tehdit etmeyi bırak.” Onun çağrısına kulaklar sağırdı. Sarah sonra İsrail’in Gazze üzerindeki ablukasını kırmak için gönderilen insani yardım gemilerini BM çağrısına yanıt olarak nitelendirdi.
2006’da Filistin Yasama Konseyi galibiyetinin ardından hükümeti kurduktan ve başbakan olarak İsmail Haniye’nin atanmasıyla, Hamas’ın aylar sonra Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesinin ardından 2007’de İsrail zulüm ve küçücük bölge üzerinde ahlaksız bir kuşatma başlattı. İsrailliler tek taraflı olarak orduları ve yerleşimcileri 2005’te Gazze Şeridi’nden çekti ancak Gazze sınırları boyunca sınır kapılarında, bölgesel sularda, havasahasında işgalini sürdürdü. 1.8 milyon Filistinli için Gazze Şeridi’nden dünyaya tek erişim Kahire’nin kontrolündeki Refah Sınır Kapısı.
Ablukayı kırmak için ilk girişim deniz yoluyla 2008’de gerçekleşti. 23 Ağustos’ta ,17 farklı ülkeden 44 sıradan insan Kıbrıs’tan Gazze’ye “Özgür Gazze” ve “Özgürlük” isimli 2 küçük bot ile hareket etti. Ardından Kıbrıs’tan 30 saat süren ve İsrail donanması tarafından takip edilen bir yolculuk yaptılar. Botlar Gazze’ye ulaştı ve küçük limanda on binlerce Filistinli tarafından karşılandılar.
İnsan hakları aktivisti olarak doğmuş, Han Yunus’ta büyümüş ve o sırada Sheffield’de yaşayan Filistinli Musheir El-Farra da gemideydi. “Hayatımda ilk kez” diye yazdı, “Gazze’ye aşağılanmadan, İsrail’den izin istemeden gittim. Biz yaptık. Sonunda yaptık. Şimdi başkaları da bize katılıp bunu yapmalı.” Birkaç yıl sonra olacaklar onun söylediklerinden farklıydı, Özgür Gazze ve Özgürlük gemisinin barış çabalarının aynısını yapmaya çalışan insan hakları aktivistleri bunu tekrar denedikleri için öldürüleceklerdi.
Sarah Colborne Guardian okuyucuları için 2010’da Mavi Marmara gemisinde yaşanan korkunç gecede olanları anlattı. “Gerçek değil gibiydi. Yapılanların gerçekten yaşandığına inanamadım. Etrafta silahlar vardı; uçan mermilerin seslerini ve askerler çatıya inerken yanaşan helikopterin kulak yırtan pervanesinin seslerini işittim. Gördüğüm silahlar İsrailliler tarafından silahsız siviller üzerinde kullanılıyordu.”
Filodaki 6 gemi zorla rotasını değiştirmek zorunda kalarak Aşdod’a yöneldi. Sonra İngiltere’ye geri dönen Colborn açıklama yaptı: “Biz kaçırıldık, özgürlüğümüzden ve eşyalarımızdan mahrum bırakıldık. İnsanlar yasadışı bir şekilde iradesiz bırakıldılar, İsrail onları uluslararası sulardan aldı. Muameleler ve temel haklar açısından bütünüyle ihlal vardı.” Ve o, ölümlerin, korkunç ölümlerin boşuna olmadığını ümit ettiğini ifade etti.
Eski meslektaşımın bundan sonra söylediği şu cümleleri 10 yıl sonra tekrar söylüyoruz: “Her gün İsrail’in uluslararası hukuku ihlal ettiğini oturup izleyemeyiz. İngiltere hükümetinden gelecekteki insani yardım konvoylarına yapılabilecek saldırıları önlemesi için harekete geçmesini istiyoruz.”
Ancak İsrail’in ısrarla devam eden Gazze’e ablukasını kaldırılması ve işlediği suçlar için herhangi bir şekilde sessiz kalıp harekete geçmeyenler yalnızca İngiliz hükümeti ve halefleri değil aynı zamanda dünyanın geri kalanı da İsrail’in kaçmasına izin verdi, kelimenin tam anlamıyla Gazze Şeridi’ne ulaşmaya ve acil ihtiyaç duyulan insani yardımı sağlamaya çalışan 10 silahsız aktivistin öldürülmesine.
Türkiye dava sürecine başladı ve 2012’de gıyaben yargılanan eski İsrail Savunma Güçleri’nin kurmay başkanı Gabi Ashkenazi, eski donanma başkanı Eliezer Marom, eski askeri istihbarat başkanı Amos Yadlin ve hava kuvvetleri istihbarat başkanı Avishai Levy için ömür boyu hapis isteminde bulundu. Ancak Türkiye ve İsrail arasında 2016’da devam eden diplomatik mutabakat sonucunda suçlamalar düştü.
İsrail diplomatik, politik ve ekonomik müttefikliğin verdiği kılıf sayesinde hesap vermekten kaçmaya devam ediyor. Hala dahi silahsız protestocuları ve aktivistleri öldürmeye devam ediyor.
Mart 2018’de Filistinliler yüzde seksenden fazlasını şimdi İsrail olarak adlandırılan topraklarda kalan evlerinden ayıran duvar boyunca Gazze Şeridi’nde, meşru hakları olarak kendi topraklarına dönmeyi talep ederek Büyük Dönüş Yürüyüşü protestolarını haftalık olarak düzenlediler. İsrailli keskin nişancılar her zaman yaptıkları gibi ateş ederek karşılık verdi. O zamandan bugüne kadar İsrail askerleri tarafından gazeteciler ve sağlık görevlileri de dahil 200’den fazla Filistinli sivil öldürüldü, onbinlercesi hayatlarını bütünüyle değiştiren yaralanmalara maruz kaldı. Bir kez daha Batı saldırganın tarafında yer aldı ve vahşi askeri işgalin kurbanlarına karşı İsrail’e arka çıktı.
İsrail’in biriken hadsizliği ve umursamaz tavırları Mavi Marmara’ya yaptığı korsanlıkla başlamadı. Gaspları, öldürmeleri Büyük Dönüş Yürüyüşü’ne saldırılarıyla da sona ermedi. Filistinliler ve onlara destek olanlar yıldönümlerini biriktirmeye devam ediyorlar ve onlardan herhangi birinde mutluluk alametine rastlanmıyor. İster Nakba’nın kendisi olsun ister Siyonistlerin ve yeni başlayan İsrail Devleti’nin 30 Eylül 2000’de 12 yaşındaki Muhammed El-Durrah’ın öldürüldüğü Deir Yassin ya da 1 Haziran 2018’de 21 yaşındaki gönüllü doktor Razan Al-Najjar katliamları olsun “evrensel insan hakları”nı ilan eden bir dünyada İsrail’in yaptırımlardan ve soruşturmalardan dokunulmazlığını sürdürmesi açıklanamaz.
Mavi Marmara’da hayatını kaybeden 10 kişinin hafızamızda kaybolmasına izin vermemeliyiz. Çünkü onlar Filistin’in özgürlüğü için hayatını kaybeden herkesin sembolüdürler. Ayrıca Özgürlük Filosu’nda yer alan diğer aktivistleri de hatırlamalı ve onlara da teşekkür etmeliyiz ki onlar da Filistin mücadelesini desteklemeye devam ederlerken arkadaşlarının anılarını canlı tutmak için hayattalar.
On yıl önce 2010’da İsrail’in işlediği suç ve o zamandan beri olanlar asla unutulmamalıdır. Gerçekte insan haklarını düzenbaz devletler için savunan ve İsrail’in demokrasinin batılı değerlerini koruduğunu iddia eden utanmaz bireyler ve hükümetler sebebiyle yaşananları gündemde tutma görevimiz var.
Bu yüzden hatırlayalım; İbrahim Bilgen, Çetin Topçuoğlu, Furkan Doğan, Cengiz Akyüz, Ali Haydar Bengi, Cevdet Kılıçlar, Cengiz Songür, Fahri Yıldız, Necdet Yıldırım ve Uğur Süleyman Söylemez. Onlar kuşatılmış insanlara yardım etmenin bedelini ödediler. Onları ve onların fedakarlıklarını unutma ve onlara acımasızca saldıranları bunlara sebep olanları affetme.