Materyalizme karşı yalın kılıç bir fedai

Modernliğin en çetin yüzüyle coğrafyamızı istila ettiği bir dönemde eserler veren Filibeli Ahmet Hilmi döneminin eğilimlerini çalışmalarında ortaya koyuyor. Onu önemli kılan hususların başında ise materyalist eğilimlere karşı olan duruşu geliyor.

Mustafa Yılmaz’ın Temmuz Dergisi’nin 16. sayısında Şehbenderzade Filibeli Ahmet hakkında yazdığı yazıyı Filibeli’nin vefat yıldönümünde okuyucularımızla paylaşıyoruz.


Materyalizme Karşı Yalın Kılıç Bir Fedai: Filibeli Ahmet Hilmi

Materyalizme karşı spiritüalizmi savunarak gelenekteki kelâmi düşünceden felsefeye geçişi temsil eden II. Meşrutiyet dönemi Osmanlı felsefecisi Filibeli Ahmet Hilmi, 1865’de Filibe’de doğdu, 1914’de İstanbul’da öldü. Babası Osmanlı bürokrasisinde konsolosluğa denk gelen bir makam olan şehbenderlik görevi yaptığı için kendisine Şehbenderzâde denilmiştir. Filibe Müftüsü’nden Arapça ve temel İslâm ilimleri eğitimi aldı. Daha sonra İstanbul’a gelerek Galatasaray Mektebi’ni bitirdi. 1890 yılında Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi’nde çalışmaya başladı. Bu idare tarafından memur olarak Beyrut’a gönderildi ancak siyasi nedenlerden Mısır’a geçti. Burada Terakki-i Osmani Cemiyeti’ne girdi; bir de “Çaylak” adlı bir mizah gazetesi çıkardı. 1901’de İstanbul’a dönse de bir jurnal üzerine Fizan’a sürüldü. Orada tasavvuf günleri başladı ve Merakî tarikatına bağlandı. Bu etkinin neticesi olarak A'mâk-ı Hayâl ortaya çıktı.

Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a dönerek Darülfünun’da felsefe dersleri verdi. Aynı zamanda 1908’de “İttihâd-ı İslâm” adlı haftalık bir gazete çıkarmaya başladı ve buna 1910’da haftalık “Hikmet” gazetesi dergisini çıkarmayı da ekledi. Bir yıl sonra günlük olarak yayımlamaya başladığı Hikmet gazetesi İttihat ve Terakki hükümetini eleştiren yazıları üzerine defalarca kapatılsa da Mübahese, Coşkun Kalender, Münakaşa, Kanat ve Nimet adlarında kısa süreli gazete / dergiler çıkararak yayıncılığa devam etti. Ayrıca İkdam ve Yeni Tasvir-i Efkâr gazetelerinde, Sırât-ı Müstakim ve Şehbâl dergilerinde yazılar yayımladı. Ahmet Hilmi; Baha Tevfik, Abdullah Cevdet ve Celâl Nuri’nin hemen hiçbir eleştirel süzgeçten geçirmeden Batı’dan Osmanlı toplumuna aktardıkları materyalist görüşlere ortaçağ mantığıyla ve geleneksel bilgilerle cevap verilemeyeceğini, bu görüşlerin ancak Batı’da yeni ortaya çıkan bilimsel bilgilere dayanan bir felsefe ile çürütülebileceğini söyledi.

Ahmet Hilmi’nin felsefeye karşı tutumu, bir yandan geleneksel felsefe karşıtı düşünceden ayrılırken, öte yandan bu tutum Tanrı’nın varlığı, ruhun maddeden ayrılığı gibi materyalist felsefenin karşı çıktığı İslam’ın temel inançlarının savunulmasında haklılaştırma aracı olarak kullanıldığı için gelenekteki “ilim” ve “hikmet” anlayışına dönülmüş olmaktadır. Gerçekten de onun amacı doğrudan doğruya felsefe yapmak değildir. O bir İslamcı düşünür olarak, II. Meşrutiyet’te Baha Tevfik ve Celal Nuri gibi materyalistlerin İslam’ın temel inançlarıyla çatıştığını ileri sürdüğü görüşlerinin toplumda yaratacağı manevi çöküntüye karşı, onları Batı’daki bilimsel gelişmelere ve yeni felsefi yaklaşımlara dayanarak çürütüp bu tehlikeyi savuşturmak amacındadır. Bu amacını “Allah’ı İnkar Mümkün mü? Yahut Huzur-ı Fende Mesâik-i Küfür / Bilim Karşısında İnkarcı Doktrinler” adlı eserinin önsözünde açıkça belirtir. Kaldı ki yayınladığı haftalık Hikmet dergisinde ve aynı adı taşıyan günlük gazetede, misyonu açısından, doğrudan felsefeye değil, İslâmcı akımın eğildiği sosyal-politik konulara ağırlık verilmiştir. Ahmet Hilmi, batılılaşma süreciyle birlikte Osmanlı aydınında gittikçe daha baskın olarak ortaya çıkan bilimin kesinliğine ve değerine olan metafizik ve hatta bir tür dinsel inanma ve kabullenme olgusundan oldukça farklı yeni bir bilim anlayışını Türk düşüncesine ilk kez getirenlerden biri olmasıyla Türkiye’de “bilim felsefesinin öncüsü” durumundadır.

Celal Nuri’nin “Hakikate ulaşmak için bir tek aracımız vardır: Bilim” görüşünü, “Acaba hakikat nedir?”, “Hakikatin ölçüsü nedir?” ve “Bilim ne demektir ve değeri nedir?” sorularıyla epistemolojik planda sorgulayan Ahmet Hilmi; Henri Poincare ve Emile Boutroux’un eserlerine dayanarak bilimin aslında varsayımlara dayandığını, bu yüzden de değerinin göreli olduğunu, bilimin hiçbir zaman son sözü söylememiş bulunduğunu, değişmez prensip olarak kabul edilen fizik kanunlarının bile temellerinin sarsıldığını vurgulamıştır. O kendi felsefi mesleğini “Vahdet-i Vücûd” olarak açıklamışsa da Darülfünun’da verdiği “Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz?” adlı konferansında öğrencilere, mevcut felsefi doktrinlerin hepsinin bazı yanlış varsayımlara dayandığından ve hiçbirisi mutlak olarak bütün hakikatleri tek başına bünyesinde toplayamadığından felsefe ve ahlâkta, her doktrinin taşıdığı doğru fikirleri seçici bir anlayışla kabullenmeyi önerir. Kendi felsefesini ise tasavvuf ve vahdet-i vücûd anlayışı çerçevesinde inşa eder. Ancak bu alanda da ıslahatçı bir yol tutmaktan yanadır. Bu fikirlerini büyük ölçüde Fîzan’da sürgünde iken tanıdığı Senûsîler ve Arûsîler’den edinmiştir. Bütün gel gitlerine, eklektik düşüncelerine rağmen Batılı bilim usullerine dayanarak Batıcı devşirmelere cevap vermeye çalışan Şehbenderzâde Ahmet Hilmi, meşrutiyet döneminin diğer İslamcıları gibi İslam’a karşı yapılan saldırıları göğüslemeye çalışmıştır. Afganilerin, Abduhların ve Akiflerin devamı olan Ahmet Hilmi’nin Türkçe yazılan ilk felsefi roman olan A'mâk-ı Hayâl'ini günümüzde kaç aydın, kaç Müslüman genç okudu ve tetkik etti? Büsbütün bir meçhul olan bu gayret sahibi adam kendisine selam verecek civanmertleri bekliyor.

Çizim: Necmettin Asma

Biyografiler Haberleri

Muslih bildiklerimizden Şeyho Duman ve mirası
"Afiye Sıddıki'ye yönelik Amerikan zulmü sürüyor"
İşgal rejimi Gazze kuzeyinde 20 günde 770 kişiyi katletti
Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı Mehmet Doğan vefat etti
İşgalci İsrail’in kabusu Yahya Sinvar kimdir?