Genel seçimler yaklaştıkça siyasetin muhalefet ayağında belirgin bir hareketlilik göze çarpıyor. Büyük bir sürpriz olmazsa iktidar cenahını temsil eden Cumhur İttafakı adayının Erdoğan olacağı çok önceden deklere edilmiş durumda. Buna mukabil “Altılı Masa” olarak isimlendirilen muhalefetin çatı adayı henüz belirlenmemiş olmakla birlikte Masa’nın en büyük ortağı olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ismi bir adım öne çıkmış görünüyor.
Ayrıca, bu seçimlerde hem Cumhurbaşkanlığı hem de parlamento seçimleri birlikte yapılacağı için ortaklar arasında yapılan pazarlıklarda Cumhurbaşkanı adayına ilaveten bakanlıkların dağılımı da gündeme gelecek.
Talep ve beklentiler belirginleştikçe; farklı siyasal tercihlere sahip olduğu için siyasi yelpazenin farklı taraflarında yer alan Altılı Masa’dan farklı seslerin çıkmaya başlaması bu ittifakı sürdürmenin ne kadar zor ve sancılı olacağını da gösteriyor. En büyük motivasyonunu Erdoğan ve AK Parti karşıtlığı üzerine inşa eden ama aslında bir kakofoni görüntüsü veren bu ittifakın karşılaşacağı badireleri suhuletle atlatıp atlatamayacağını zaman gösterecek.
Bu masanın ‘civarında’ ismi “gizli ortak” şeklinde telaffuz edilerek spekülatif bir malzemeye dönüştürülmek istenen başka bir aktör var: HDP
Anket sonuçlarına bakıldığında bir hayli çekişmeli geçeceği tahmin edilen bu seçimlerde; Kürt tabanı üzerinde siyaset yapan ve yaklaşık %10 oy oranına sahip olan HDP’nin kriminalize edilerek polemik konusu yapılması hem siyasal hem de sosyolojik olarak çok sağlıksız bir zemini inşa ettiğini görmek gerekiyor.
Evet, HDP’nin hata ve günahları sayılamayacak kadar çoktur. Öncelikle, köy yakmaları, faili meçhulleri, yargısız infazları ve daha nice ayırımcı politikayı ortadan kaldıran bir siyasi sürece itiraz ederek sabote etmeleri veya en azından pasif bir rol üstlenmeleri HDP’nin siyasal karşılığını anlamsızlaştırmıştır. Değil mi ki siyaset kurumunun en büyük iddiası ve varlık sebebi sorunlara çözüm üretme iradesi ve becerisinin ortaya konmasıdır. Bu bağlamda Türkiye’de kimlik siyaseti yapan HDP ve HEP, DEP, HADEP, DEHAP gibi seleflerinin en büyük iddiası ve varlık sebepleri; barışçıl yöntemlerle, silahsız bir şekilde, siyasal zeminde mücadele yürüterek Kürt Sorununa çözüm üretme imkânının sağlanması yönündeki haklı talepleriydi.
80 Milletvekili ve Diyarbakır, Van, Mardin başta olmak üzere 100’den fazla belediyeyi kazanarak siyasi potansiyelinin en zirvesine ulaşan HDP, iddialarının tam aksine elde ettiği bu kazanımların tümünü PKK’ye daha fazla lojistik sağlamanın bir aracı ve imkânı olarak değerlendirme yolunu tercih etti veya sahip olduğu bağımlılık ilişkileri sebebiyle böyle bir tercihe zorlandı. Sebep her ne olursa olsun HDP’nin siyaset arenasında yüklendiği bu talihsiz misyon en temelde kendi iddialarıyla çelişerek varlığını anlamsızlaştırdı. Silaha lüzum kalmaması için hak arama imkânlarını ve araçlarını haklı olarak talep ettikten sonra elde ettiğiniz kazanımları silahlı mücadele lehine kullanmaya yeltenirseniz kusura bakmayın ama hiç kimse size o imkanları kullandırtmaz.
Bu süreç aynı zamanda HDP’nin kurumsal yapısını ve mücadele anlayışını da yakından gözlemleme imkanı sundu. HDP’nin üzerinde PKK katmanı, PKK’nin de üzerinde daha karmaşık ve kirlli katmanlar… Hal böyle olunca kim HDP’yi niye muhatap alsın?
İktidar cenahının Altılı Masa’yı HDP üzerinden sıkıştırma gayretleri siyaseten nasıl bir fayda sağlar bilmiyorum ama bu gayrı sıhhi yapısına rağmen HDP’nin domine ettiği önemli bir Kürt sosyolojisi var. İşin esas netameli boyutunu teşkil eden bu hususu göz ardı ederek yapıp edilenlerin tümü HDP’nin Kürt toplumu üzerindeki bu toksik etkisinin daha da pekişmesinden başka bir işe yaramıyor.
Ateşten gömlek giyerek ve her türlü riski göze alarak Kürt Sorununun çözümü noktasında birlikte yol yürüdüğünüz bir muhatabı “Kürtlerin en büyük düşmanı” şeklinde lanse etmek ve hitap ettiğiniz toplumun önemli bir kesimini buna inandırmak gerçekten de ancak toksik etkiyle izah edilebilir. HDP’nin bu politikası kendi tabanıyla da sınırlı kalmayarak AK Parti’nin MHP’yle yakınlaşmasına ve dolayısıyla daha sağcı, devletçi ve otoriter bir anlayışa evrilmesine sebep oldu. Oysa HDP AK Parti yakınlığı salt Kürt Sorunu bağlamında değil tüm bölgenin geleceği açısından daha büyük umutlar beslememize imkân sağlardı.
Belki çok iddialı bir söylem olacak ama Erdoğan’ın karşısına hangi aday çıkarsa çıksın HDP’nin domine ettiği bu kesimden rahatlıkla oy alacak. Altılı Masa’nın HDP karşısındaki rahatlığı ve laubali tavrı da biraz bundan kaynaklanıyor.
HDP’nin bağımlı ilişkilerine ve gayrı sıhhi yapısına ilişkin yapılan değerlendirmelerin tümüne katılmakla birlikte HDP/PKK eliyle zehirlenen bu topluma temas edemiyor olmak AK Parti’nin en büyük zaaf noktalarından birini teşkil etmektedir. HDP’ye yönelik “Terör yuvası” söylemini aşarak daha kuşatıcı, daha yetkin bir söylem ve politikanın geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Yarın devran değişse de her hangi bir partide rahatlıkla siyaset yapabilecek figürlerden seçilen bölgedeki politikacılardan daha fazlasını beklemek safdillik olur. Sağlıktan, ekonomiye; sosyal hizmetlerden, milli eğitime ve belediyelere kadar her türlü kamu imkânını ukdesinde bulundurduğu halde bu toplumun yüreğine dokunamamış olmanın izahı yoktur.