Maruf üzere!

Ali Bulaç

Geçenlerde SP İstanbul İl Kadın Kolları'nın davetlisi olarak Türkiye'ye gelen Oxford Üniversitesi Öğretim Üyesi, Dr. Muhammed Ekrem Nedvi, 'Kadın yemek pişirme işini erkeğine lütfettiği için yapar' demiş ve eklemiş: "İslam hukukuna göre kadın yemek pişirmek zorunda değildir.

Erkek de kadın gibi yemek pişirmeli. Kadın da erkek gibi okuyacak, ilim öğrenecek!"

Modern(ist) fakihler arasında hayli yaygın olan bu görüşün modern dünyaya bakan yüzü, İslamiyet'teki aile düzenini Batılı kadın-erkek ilişkisine göre yorumlamayı; geçmişe bakan yüzü yerel/yöresel bir Arap geleneğini İslam'ın amir, genel ve ebedi bir hükmüymüş gibi empoze etmeyi hedefliyor. Fetvanın mantığı fıkıh kitaplarına geçmiş yerel ve yöresel bir geleneğin günümüz modern telakkisine dayanak teşkil etmesine dayanır. Burada "örf ve gelenek" söz konusu olduğuna göre, fetvaya da buradan bakmak lazım. Kur'an, kadınlarla "Ma'ruf üzere geçinme"yi emreder. (4/Nisa, 19) "Ma'ruf üzere geçinme"nin birkaç anlam düzeyi var:

1) Güzellikle. Severek, karşılıklı saygıyı koruyarak, hak ve hukuka titizlikle riayet ederek evlilik beraberliğini sürdürmek. Bunun sübjektif hayata ilişkin bir tavsiye olduğunu söylemek mümkün. "İşret ve muaşeret"in "örf ve ma'ruf"la bir arada zikredilmesi, geçimin zahiri/objektif yanı kadar sübjektif/duygusal yanı arasında sevgi temeline dayalı uyum, ahenk ve sükununa işaret etmektedir. Ma'ruf üzere eşiyle işret ve muaşeret içinde olan insan, yuvasını bir cennet bahçesine çevirir.

2) Evliliğin ve ailenin tarihsel sürekliliğini korumak üzere "örf ve sahih gelenekler"e göre geçinmek. Aile, ilk birkaç insanla (Adem, Havva ve çocukları) başlamış ve ilk insan toplumunun ilk yapı taşı olmuştur. Bu özelliği dolayısıyla beşeriyetin bugüne kadar süren ve yarına intikal ettirmek zorunda olduğumuz bir beraberlik formudur. Ailenin tarihte alternatifi olmadığından tarihsel formunu korumak gerekir, bu da ancak beşeriyetin sahih örfünü korumak suretiyle mümkün olacaktır.

3) Yatay anlamda her toplumun bu kadim örfü kendi özel şartlarında yaşadığı, tezahür ettirdiği ma'ruf ilişkiler çerçevesinde evlilik beraberliğini sürdürdüğü bir tarzı vardır. Müslüman toplumun sahih örfü, meşru gelenekler mecmuasıdır. Bir toplumun örfü o toplumun konsensüsü, icmaıdır. Elbette örf, Kur'an ve Sünnet'in ana hükümlerine aykırı olamaz, aynı zamanda o toplumun maddi, sosyal ve iktisadi kapasitesini zorlayan talep ve teklifleri de ihtiva edemez. Mehir, çeyiz, mesken seçimi, alınacak eşyalar, nişan-düğün ve karşılıklı vecibe ve yükümlülükler toplumun kabul edilmiş standartlarına, gelenek ve geçerli teamüllerine göre olmalı; İslami hüküm ve sınırları aşmamalı; tarafları maddi ve sosyal imkânlarını zorlayacak, altüst edecek tarzda olmamalıdır. Esasında evlenecek çiftlerin başka hasletler yanında bu konuda da denklik (küfuv) şartına riayet etmeleri bu hükmün yerine getirilmesini sağlayacaktır.

Bu çerçeveden bakıldığında, özellikle "kadının İslam'da ne kadar büyük haklara sahip olduğunu anlatabilmek" için, ev ve aile düzeninde kadının "çocuğunu emzirmek veya yemek yapmak zorunda değildir" denmesinin herhangi bir esası yoktur. Esasında bu fetvanın mantığı da yoktur: Kadın yemek pişirmeyecek, çamaşır yıkamayacak, çocuk emzirmeyecek, eve ve çocuklara bakmayacak, peki ne yapacak? Erkek niçin onun geçimini ve güvenliğini üstlensin? Erkek ve kadının karşılıklı hak ve sorumlulukları yoksa niçin evlilik yapsınlar? Geriye çiftleşme ihtiyacı kalıyor ki, bu amaçlı evlilik "aile" kavramı dışında başka bir formdur.

Bizim örfümüzde çocuğa anne bakar, onu emzirir -Allah, çocuğun rızkını annesinin göğsünde halketmiştir-, bakımını üstlenir, bu arada evin işlerini de yürütür. Buna mukabil erkek kadının geçiminden, güvenlik ve sağlığından sorumlu olur. Bu hak ve vecibeler örfün esasını teşkil eder; yazılı kanunlar hükmünde geçerli olan teamüller ve uygulamalardır. Arap yarımadasının daracık bir bölgesindeki bir geleneği İslam'ın amir ve herkese tatbik edilecek bir hükmü değildir.

ZAMAN