Mart sendromunun sonu

Yıldıray Oğur

Ahmet Davutoğlu Türkiye tarihinin 1839 Tanzimat Fermanı, Cumhuriyet ve 1950’de demokrasiye geçişten sonraki Dördüncü Restorasyon dönemi olarak adlandırıyor yaşadığımız günleri. O restorasyonun Tanzimat Fermanı, 2011 anayasası olacak.

Eski Türkiye, haziran 2011 seçimlerinden anayasayı değiştirecek bir irade çıkarmamak için pencereden eline ne geçiyorsa fırlatıyor, fırlatacak. Dün onlar için bir hayal kırıklığı günüydü.

Abdullah Öcalan, Türkiye’ye yeniden o tek kanallı siyah-beyaz günleri hatırlatan Başbakan’ı yeniden tekleten, Kılıçdaroğlu’nu “ülkeyi pazarlıyorlar” diline döndüren, Bahçeli’yi yeniden yüzde 10’u geçme konusunda ümitlendiren, MGK’dan korkutucu bir tek ses çıkaran demokratik özerklik tartışmasına son noktayı koydu.

Balıkçı’nın “Tek dilde konuşan Kürt MGK’sı ile Türk MGK’sı karşı karşıya” diye tarif ettiği sürece, “AKP’ye yarar”ı kafaya takmadan saf bir biçimde barışı arayanları memnun edecek kritik bir müdahale yaptı Öcalan.

Bu müdahale, 30 yıldır büyük fedakârlıklarla buraya kadar getirilmiş Kürt siyasi mücadelesinin kazanımlarının da bu kadar sorumsuzca harcanmasının önüne geçmiş oldu.

İki hafta boyunca özerklik tartışmasındaki bütün negatif havayı sürmanşet ve manşetlerden düşürmeyen medya bu konuda ne diyeceği gazetecilik anlamında da en çok merakla beklenen kişinin açıklamalarını sansürledi dün.

Savaş dediğinde manşetlere çıkarılan Öcalan, demokratik özerklik taslağını ortaya atanları sert sözlerle eleştirip, Türkleri teskin edecek mesajlar verince, yani barıştan ve çözümden bahsedince iç sayfalarda küçük sütunlara düşürüldü.

Herhalde söylediklerinden memnun olmadılar.

Çünkü Öcalan bu açıklamalarıyla uzun süredir konuşulan “mart sendromunu” bitirdi.

Uzun süredir Balıkçı’nın dillendirdiği mart sendromu şuydu: Sert açıklamalar, şiddet eylemleriyle martta ateşkes bitirilecek. Seçimlere şehit cenazeleri, kan ve barut kokusuyla gidilecek. Bunu durdurmak isteyen AKP, kamuoyunda zor durumda kalacağı tavizler vermeye zorlanacak. Çift taraflı vurulan AKP’nin sandıktan anayasa yapabilecek bir çoğunlukla çıkamaması sağlanacak.

Dün Öcalan açıklamalarında özerklik tartışması dışında başka çok önemli mesajlar ve şifreler vardı. Şöyle dedi:

“Süreç ve diyalog iyi bir şekilde gelişiyor ve gittikçe derinleşiyor. Yarın olağanüstü bir durum gelişmezse, bir engel çıkmazsa çözüm gelişebilir, önemli gelişmeler olabilir. Ocak ayında yine engelleme olmazsa çözüme yönelik önemli gelişmeler olacaktır. Seçimlerden sonra da AKP veya iktidara gelecek olanlar çözüm için gerekli projelerini açıklarlar. Seçimden sonra çözüm de derinleşebilir.”


Öcalan “Süreç ve diyalog iyi bir şekilde gelişiyor ve gittikçe derinleşiyor” diyerek, “AKP açılımı bitirdi” negatif havasını yayanları en tepeden yalanlamış oldu.

30 yıl sonra ele geçmiş barış şansını AKP’yle hesaplarına kurban edenler unutmamalı:

AKP hükümeti, son teklemelere rağmen Kürt sorununda bugüne kadar hiçbir hükümetin yapamadığı, bir yıl önce atılması bile hayal edilemeyen çok büyük iki adım attı. Öcalan’la görüşmelere başladı. Askerî operasyonları durdurdu. Hem de bunları milliyetçi muhafazakâr oy tabanı olan bir parti olarak yaptı. Büyük bir risk aldı. Daha önce medyaya verilmeyen ama daha sonra ortaya çıkan görüşme notlarında da Öcalan Demokratik Toplum Kongresi’ni açıklamalarıyla “hükümeti zor durumda bırakmakla” eleştirmişti.

Yukarıdaki sözlerde bir gazeteciyi esas heyecanlandıran ise “Ocak ayında yine engelleme olmazsa çözüme yönelik olacak gelişmelerden” kastın ne olduğu idi?


Dün bütün gün bu sorunun cevabını aradım.

Bulduğum cevap ocak ayında İmralı’daki görüşmelerde temastan müzakere aşamasına geçileceği. Öcalan, avukatlarına “görüşmeler derinleşiyor” derken de bunu kastediyor olabilir.

AKP’yi sıkıştırmak için seçimden önce Kürt sorununu çözmesi konusunda manasız bir baskı var. İlk kez çözüm ümidi belirmiş 30 yıllık bir sorun için seçime altı ay kala “hemen çöz, paketini açıkla” baskısını anlamak yoksa zor.

Büyük çözüm seçimden sonra anayasayla gerçekleşecek. Ama öncesinde hükümetin çözüme dönük iyi niyetini gösteren birkaç adım atması sürpriz olmaz.

Bu adımlardan biri daha önce Taraf’ta Kurtuluş Tayiz’in yazdığı Meclis’te bir Fail-i Meçhulleri Araştırma Komisyonu kurulması olabilir.

Esas sürpriz ise seçimden önce seçim barajının düşürülmesiyle ilgili bir tartışmanın başlaması olacaktır. 2011 seçimlerinden sonra oluşacak Meclis, anayasa yapacak bir Kurucu Meclis olacak. Bu Kurucu Meclis’te yüzde 10 barajı yüzünden temsil edilemeyecek kalabalık bir seçmen kitlesinin olması meşruiyet tartışması yaratabilir.

13 ocakta duruşmaların yeniden başlayacağı KCK davasından gelecek tahliye haberleri de Türkiye’nin sağ salim hazirana ulaşmasına katkı yapacaktır.

Bence barışa en çok katkı yapacak şey ise Öcalan’ın Hannah Arendt okumaya başlaması...

TARAF