Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER
Marksist Film Kuramı ve Sovyet Sineması
Marx’ın Mirası
“Burjuvazinin feodalizmi yere sermede kullandığı silahlar, şimdi burjuvazinin kendisine yönelmiş durumda…”
Komünist Manifesto’da geçen bu ifade Marksistlerin sinemaya yaklaşımı anlamak açısından önemli veriler sunuyor. Klasik marksizm açısından emek-üretim dengesi dışında artı değer olan şeyler burjuvazinin inşasını mümkün kıldığı için sanat anca bir amaca hasıl olarak yapılabilir.
Karl Marx’ın doğrudan sinema üzerine bütünsel bir tezi olmamasına karşın Marx açısından sanat dünyayı algılama biçimlerinden birisidir. Bu bağlamda sinema da Marksist teori içerisinde kendisine yer bulmaktadır. Ancak yine de Marksizm salt sinema üzerine bir teori inşa ettiğini söylemek mümkün değildir. Bu konu üzerinde çalışabilmek adına Sovyet Sineması yakından incelenebilir. Sinema devrimin taşıcıyı ayaklarından birisi olacaktır. Bu düşüncelerin temelinde film kuramının ve eleştirisinin politik işlevlerin ve ideolojik belirlemelerin uzağında düşünülemeyeceği düşüncesinin iyiden iyiye kabul edilmesi bulunmaktadır (Özden, 2004).
Karl Marx’in yaklaşımında temel hususlardan birisi gerçeğe duyulan özlemde gizlidir. Marx açısından liberal-kapital ilişkiler ağı insanı yabancılaştıran bir özelliğe sahiptir. Onun zaviyesinden insanı yabancılaştırıcı tüm ilişki biçimlerinden devlet, din, meta (para) gibi kurtulmak gerekmektedir. Maddesel gerçeklik bu açıdan bakıldığında klasik Marksistler için vazgeçilmezdir.
Materyalist teamüllerle sanat icra etmenin mümkünatı ise başlı başına bir problemdir. İdeolojik yönergeleri kabul etmeyen Marksist sinemacılar dahi Sovyet rejimi tarafından takibata uğrayacak ve çeşitli sansürlerle karşı karşıya kalacaklardır.
Bütün Marksist teorilerin ortak noktası, Marks’ın düşüncesinin materyalist temellerine bağlılık ve dolayısıyla tarihi varlığın maddi temelleri üzerinde kontrol için verilen bir mücadeleler dizisi olarak gören bir bakış açısıdır. Egemen liberal-kapitalist söylemin tutarsızlıkları kitlelere gösterilmeli ve bunun üzerinden Marksizm’in ideolojik tavrının altı çizilmelidir.1
Marksizm ve eleştiri
Marksistlere yönelik eleştirilerden birisi de bu noktadan gelmektedir. Frankfurt Okulu’nun Marksizm’in tesirinde kalan üyeleri Hollywood sineması üzerine eleştiri geliştirmektedirler. Adorno açısından sinema, tüketim ilişkisi içerisinde sanatsal değerini kaybederek bir uyuşturucu, popüler kültür meta’sı haline gelmektedir. Bu bağlamda eleştirel kuram, aklın kendi karşıtına dönmesinin ve toplumsal tahakkümün yeni rasyonelleştirilmiş biçimlerini üretmesinin yollarını ve dinamiklerini tartışır (Best ve Kellner, 1998).
Kültür endüstrisi kavramsallaştırması ise kapitalist yaşam tarzı ve modernitenin insanları dayattığı bir öz yıkım kültürüdür. Yeknesak ve tek tip yaşam kalıpları kültür alanında muktedir haldedir ve bu durum insanlara kültür adı altında benzerlik bulaştırmaktadır. Mekanik üretim sürecinin ürünü olan sanatlar ya da Adorno’nun ifadesiyle metalar artık alınır satılır mallar haline gelmiştir. Bu yönüyle deneysel fiziği bütün bilimlerin prototipi yapmaya çalışan pozitivizmin faydacılığı (Adorno, Horkheimer, 2010) kültür endüstrisini inşa eden klişeleri oluşturur. Artık her filmin giriş gelişme sonucu önceden kestirilebilir hale gelmiştir.
Sanat yapıtı ise artık tamamıyla araca indirgenmiştir. Bu sayede hegomonik söylem oluşturulur ve kurumsallaşır. Adorno, “günümüzde kültür her şeye benzerlik bulaştırır” demektedir. “Filmler, radyo ve dergiler bir siste meydana getirir (Adorno, 2009). Kültür endüstrisi, varlık nedeni öngörülen şemayı tamamlamak olan hazır klişelere dayanır. Burada da Okulu’n deneysel fizik üzerinden geliştirdiği pozitivizm eleştirisi hâkimdir. Eleştirel teorisyenlere göre, kültür endüstrisi modernliğin bir sonucu olarak ortaya çıkmış olup bu durumun toplumun manipüle edilerek denetim ağının ve çelik kafesin ne ölçüde etkili olduğunu göstermektedir.
Kültür endüstrisinin ürettiği metalar aynı şeyleştirici ideolojinin söylem araçlarıdır. Modernitenin hegemonik ideolojisi fabrikayı insan varoluşunun prototipi olarak görmektedir. Bütün kültür dallarını montaj hattı üretime tabi tutarak araçsallaştırmakta ve kendi ideolojisini yaygınlaştıracak metalar haline getirmektedir.
Hollywood’un meta üretimi için sinemaya araçsallaştırdığı eleştirisi Marksistler için de geçerlidir. Marksist kuram kendi ideolojik anlatısını yaygınlaştırmak için sinemayı kullanışlı bir araç olarak görür. Sovyet Devrimi’nin hemen ardından dünyanın ilk sinema okulu VGIK açılmıştır. Sinema devrimin taşıyıcı kurumlarından birisi olacaktır. Bu durum Stalin dönemi Sovyetlerde yaygınlık kazanacak ve devrimin propagandası tren raylarının gittiği her yere ulaşan gezici tren sinemalarıyla yapılacaktır.
İncelememizin başında Komünist Manifesto’dan yaptığımız alıntı bu bağlamda anlam kazanmaktadır. Burjuvazi kültürünün ürünü olan sinema Marksistler açısında ona doğru yöneltilen bir silah olma özelliğine sahipti:
“Burjuvazinin feodalizmi yere sermede kullandığı silahlar, şimdi burjuvazinin kendisine yönelmiş durumda…”
Marksist yaklaşımda maddesel gerçeğe dönük istence karşın sinemanın ise ortaya çıkışından beri soyut imgelem ve olağanüstü durumlardan faydalanması gerçeklik ile olan ilişkisini başka bir boyuta taşımıştır. Marksist teoriden etkilenen Sovyet sinemacılar buradaki tezat üzerine düşündüler ve sinemanın düzenlenmesi için “montaj” meselesini merkeze aldılar.
Kuleshov ve montaj
Henüz iç savaş koşullarındayken Lenin, 27 Ağustos 1919 tarihli ve “Fotoğraf ve Sinema Ticaret ve Sanayiinin Narkompros’a (RSFRS Halk Komiserleri Konseyi) Devredilmesine İlişkin Kararname” ile sinemayı kamulaştırdı. Bu kararnameden sadece günler sonra (1 Eylül 1919), Devlet Sinema Enstitüsü (VGIK) kurulacaktı. DSE’den yetişen önemli sinemacılar bir tek Sovyet sinemasını değil dünya sinemasını da derinden etkiledi (Schnitzer, Martin 1993).
DSE bünyesinde kurulan Moskova Film Okulu’nun kurucularından ve ilk hocalarından Lev Kuleshov, sinema tarihinde montaj denilince ilk akla gelen isimlerden. Sovyet sinemacılar çeşitli imkansızlıklar içerisinde film üretmek için çaba gösterdiler. Çoğu zaman filmlerin kayda alındığı selüloit film şeritlerini bulmakta dahi güçlük çeken sinemacılar aynı filmler üzerine defalarca çalışmak zorunda kaldılar. Bu durumun montaj üzerine yoğunlaşmalarında etkisi olduğu da söylenebilir.
Lev Kuleshov’un “Kuleshov etkisi” olarak ifade edilen teorisine göre görüntü, içeriği belirleme gücüne sahiptir. Bu sebeple Kuleshov konudan çok görüntüye önem vermiştir. Görüntüye odaklanmasında görüntünün montaj gibi teknik süreçlerle birlikte anlam üretmede ne kadar başarılı olduğunu keşfetmesi yatmaktadır (Schnitzer, Martin 1993).
Kuleshov görüntünün gücünü göstermek için dönemin ünlü oyuncularından Ivan Mosjoukine ile bir film çekmiştir. Mosjoukine’in yüzü ile farklı görüntüleri birleştirerek film kurgusunun önemini göstermeyi amaçlamıştır. Bu kısa filmde, önce Mosjoukine’in yüzü ardından bir kase çorba, sonra tekrar Mosjoukine’in yüzü ve ardından tabutta yatan küçük bir kız, ve tekrar Mosjoukine’in yüzü ve koltuğa uzanmış bir kadın gösterilir. Her seferinde Mosjoukine’in yüzünün aynı görüntüsü kullanılmasına rağmen, izleyiciler görüntüler arası bağlantılar kurup ilk seferinde oyuncunun aç olduğunu, ikincisinde yas tuttuğunu ve üçüncüsünde arzu duyduğunu söylemiştir.
Kuleshov’un Moskova Film Okulu’ndaki öğrencileri arasında Pudovkin ve Sovyet Sineması denilince akla gelen ilk isim Eisenstein da yer almaktadır. Lev Kuleshov’un sinemaya sağladığı katkı dışında çektiği büyük filmlerden söz etmek mümkün değildir. Bunun başlıca sebebi ise Sovyetlerde sinemaya bakışında propaganda ögesine çok önem vermesi yatıyordu. Kuleshov yeteri kadar kitleleri provoke edemiyordu kısaca...
İçerikten çok görüntüye odaklanan Kuleshov, ideolojik vurgulardan ziyade sinemada teknik ile görüntü üzerine yoğunlaştı ve teorik eserler de verdi. Kuleshov’un farkına vardığı teknik ile görüntü arasındaki ilişkiyi ideolojik propagandayla birleştiren sinemacı ise Einsenstein oldu. Ancak Einsenstein basit bir propaganda filmi yapmadı.
Einsenstein: İdeoloji ve estetik
Sinema tarihinin en meşhur filmlerinden birisi olan Potemkin Zırhlısı aynı zamanda Marksist Film Kuramı açısından da zirve noktayı oluşturmaktadır. En eski film stüdyolarından birisi olan Mosfilm tarafından “1917 Ekim Devrimini” anlatması için sipariş edilmiş film Sergei Eisenstein'ın ikinci filmidir.
Potemkin Zırhlısı konusunu “Potemkin Zırhlısı Ayaklanması” olarak bilinen gerçek bir olaydan almıştı. Filmde, 1905 yılında Rusya'nın Karadeniz filosuna bağlı savaş gemisi Potemkin'de insanlık dışı, dayanılmaz hayat şartlarından bezmiş mürettebatın Çar rejimine bağlı subaylara karşı başlattıkları bir ayaklanmanın sonunda gemiyi ele geçirmeleri ve sonrasında gelişen olaylar dramatize edilerek anlatılmıştır.
Çarlık rejiminin zulmüne dikkat çekip kitlelerin ayaklandırılması gereken halka sempati duymasını sağlamak amacıyla çekilen film bunun da ötesine geçerek bir sinema klasiği haline gelmiştir. “Potemkin Zırhlısı Ayaklanması" olarak tarihe geçen hadise Sovyet Devrimi’ne katılan nesil için oldukça önemlidir. İlk defa Çarlık rejimine karşı rejimin içinden çıkan bir yapı isyan etmiştir. Potemkin Zırhlısı’nda askerlerin kötü şartlar sebebiyle subaylarına isyan etmeleri ve subayların acımasızlığı bütün bir Rus toplumunun küçük panoramasını olarak sunulmaktadır. Film için bu ayaklanmanın seçilmesi de oldukça mantıklıdır.
Potemkin Zırhlısı filminin Marksist Film Kuramı açısından önemi ise o tarihe kadar teorik olarak konuşulan tüm mevzuların başarılı bir şekilde uygulanması ve sinemanın ideolojik propaganda için elverişli bir araç olduğunun kanıtlanmasıdır. Aynı zamanda Sovyet rejiminin sinemacıların sanatsal arayışlarına karşı takındığı menfi tavrın anlamsızlığı da gözler önüne serilmiştir. Hem propaganda yapan hem sinemaya sanat olarak yaklaşan bir filmin varlığı dünyayı derinden etkileyecektir.
Tüm bunlara rağmen Sergei Eisenstein baskı ve kısıtlamalardan duyduğu rahatsızlık sebebiyle ilerleyen yıllarda yurt dışına çıkacak ancak orada da aradığını bulamayıp Sovyetlere geri dönecek yine de Korkunç İvan filminde Korkunç İvan ile kendisinin temsil edildiğini düşünen Stalin tarafından sansüre uğrayacaktır. Eisenstein’ın SSCB’den kaçarak ABD’ye sığınması ve kapitalist üretim ağının merkezinde Disney ile çalışması Marksizm’den kopuş yaşadığına delil olarak sunulmaktadır.
Potemkin Zırhlısı filminin en meşhur sahnesi ise “Odessa merdivenleri” olarak bilinen sahnedir (Eisenstein, 1985). Çar'ın Kazak askerlerinin Odessa şehrinin ünlü merdivenlerinde isyan eden sivil halkı katlettiği sahne sinema tarihinin en etkileyici anları arasında gösterilmektedir.
Potemkin Zırhlısı’nda gerçekleştirdikleri isyan sonucu geminin idaresini ele geçiren askerleri karşılamaya gelen halk şehri bir festival alanına dönüştürmüştür. Herkes en güzel giysilerini giyerek limana bakan Odessa Merdivenleri’nde dizilmiştir. Eisenstein burada önce bizlere hikayenin içine dâhil olacak her bir karakteri gösterir. Bu ilerleyen safhada karakterle duygusal bağ kurmamız için gereklidir. Meşhur merdivenden yuvarlanan bebek arabası motifi de ilk defa bu filmde kullanılmıştır.
Ardından Çar’ın askerleri beyaz üniformaları ile amansız bir katliama girişirler. Bu sahnelerde Marksist yaklaşımın alt ve üst yapı mekanizması belirgindir. Askerlerin heykelin ardında yukardan bakarak halkı katletmektedir. Katliam bir çocuğun öldürülüp ayaklar altında çiğnenmesi düzeyine varması bardağı taşıran son damladır. Sahnenin başında izleyiciye tanıtılan anne ve çocuk sembolleştirilir. İsyan ve devrimin sembolü haline gelen karakterlerle özdeşlik kurulmuştur. Çarlık, burjuvazi ve onun tüm kültürel-siyasal işaretleri baskı-zulüm objesi olarak halkın ve devrimin tam karşısına konumlandırılır.
Sahnenin sonunda ise Einsenstein, “Kuleshov etkisini” hatırlatan bir göndermede bulunur. Aslan heykeli ilk sahnede uyurken, ikinci sahnede uyanma evresi ve son olarak ayaklanmış kükremeye hazır halde gösterilir. Bu görüntü halkın Çarlık rejimine karşı başlattığı devrimin çok kısa bir özetidir olarak hızlıca aktarılır.
SONUÇ
İdeolojik film kuramı, hakim emperyalist düzenin kendisini sürdürmek için kullandığı filmleri kendisi de bir araç olarak görmektedir. Ancak burada sanatın doğasında da bulunduğu düşünülen “yabancılaştırıcı” kültür “gerçekliğin izlenimi” aracılığıyla aşılmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda Sovyetlerde yapılan sinemaya “montaj sineması” denilmesi boşa değildir.
Sovyet sinemacılar açısından montaj, sinemanın gerçekliğe en yakın formunu inşa etmek için vazgeçilmez bir yöntemdir. Anlamın inşası için montajın bu kadar merkeze alınması sinemanın teknik süreçlere indirgenmesi riskini ortaya çıkartmış ve Einsenstein gibi yönetmenler estetik ile tekniğin birleştiği “yeni bir sinema dili” inşa etmek için yoğun çaba göstermişlerdir.
Bunun ötesinde ise Sovyet rejiminin baskıcı yapısı sebebiyle ilerleyen yıllarda sinema sanatı önce bir durağanlık ardından ise gerileme dönemine girmiştir. İlerleyen dönemde Sovyetlerde yetişen en önemli sinemacı, Sovyetlerin ideolojisini paylaşmayan hatta onun savunduğu şeyin tam tersi bir yerde kendisini konumlandıran Andrei Tarkovsky olacaktır.
Netice olarak araçsallatırılmış bir mantıkla sinemaya yaklaşmanın ortaya çıkardığı netice hüsran olmuştur. Sinemanın mahiyeti üzerine kafa yoran Müslümanların, Marksistlerin tecrübesine göz atmaları verimli okumalar ortaya çıkartabilir. İdeolojik okuma biçiminin bir sonucu olarak "aktarım yolu" şeklinde düşünülen araçların da bir ideolojisi olduğu unutulmamalıdır. Sinema ile kitleselleştirilecek fikirlerimiz sinemanın içinde başka bir anlam dünyası tarafından anlamlandırılma riskini taşıyacaktır.
Hassasiyet sahibi Müslümanların her fırsatta "Neden falanca konuyu anlatan bir filmimiz yok?" şeklinde dile getirdikleri iyi niyetli olduğundan şüphe duymadığımız soru cümlesinden evvel sinema hakkında sormamız, sorgulamamız gereken çok şey olduğu ortada. Marksistler işin özünde "burjuvazinin silahları" olarak ifade ettikleri araçlarla aynı paradigmadan beslenmektedirler! Onların dahi en başında bile olsa bir takım çekinceleri varken Müslümanların büyük bir çoğunluğunun "araçlar" konusundaki "cesareti" oldukça düşündürücü bir durum olarak önümüzde duruyor!
1- https://www.broadcasterinfo.net/ContentDetails-4521-marksist-sinemanin-hollywooda-karsi-durusu