Maraş, yedi kat yabancı birinin bile ilk gördüğünde hissedeceği derin ve oturmuş kişiliğe sahip bir şehir. Şehirler insanlar gibidir. Hafızaları vardır.
Maraş katliamı, bu şehrin hafızasında karanlık bir sayfa. Böyle bir kıyımın belki de en son yaşanabileceği yer Maraş olmalıydı. Belki de onun için seçilmişti. Katilleri bırakıp bu soylu şehri yargılamaya kalkanlar, bilerek ya da bilmeyerek oyuna geliyorlar.
1978'de, 111 kişinin hayatına mal olan Maraş katliamı, Maraş'ın değil Türkiye'nin ayıbı. Ölenler bizim canımız. Dökülen bizim kanımız. Hiç kimse, hiç kimseyi 'bu senin acın değil' diyerek dışarda tutamaz. Biri diğerinin duygularına set çekmeye kalkamaz. 1978'in Aralık ayında Maraş'ta olanları içi burkulmadan hatırlayanlar -inançları bir kenara bırakın- insan olamaz.
Aradan 32 yıl geçti. Neticelenen davalar dışında, birçok tanıklıklar ortalığa çıktı. Bu kadar büyük bir vahşete kafa yormayan, kanaat sahibi olmayan insaf ehli kalmadı. Benim bildiklerim o günlere dair. Bugün, meşhur bir psikiyatrist olan arkadaşım, olayın ikinci günü gazeteci kimliği ile Maraş'a gitmişti. Şehrin girişinde av tüfekleri ile arabasını durdurmuşlar. Hakaret ve itiş-kakışla yüzüstü yere yatırmışlar. Ayete'l Kürsî'yi okumasını istemişler. İmam hatip mezunu arkadaşım tecvidiyle okurken, başında duran diğerine 'Doğru okuyor mu?' diye soruyormuş.
Maraş olaylarının başında MHP il yöneticilerinin ve imamların ve şehrin diğer ileri gelenlerinin, olayın büyümesini önlemek için giriştikleri insanüstü çabanın mutlaka hatırlanması lâzım. O yılların Türkiye'sini tanıyan herkes, olayların sebebini sonucundan çıkartabilir. Maraş olaylarından sonra Türkiye'nin birçok ilinde sıkıyönetim ilan edildi. Demek ki amaç, 12 Eylül'e kadar askerlerin dizginleri ele alacağı bir geçiş döneminin kapısını açmaktı. Olayların, dışarıdan gelen Millî Piyango bayileri marifetiyle başlatıldığı, bir yüzbaşının katliamın elebaşlarından biri olarak polisçe yakalandıktan sonra serbest bırakıldığı ve aynı tahrikçilerin iki tarafın arasına girerek kışkırtmalar yaptığı bugün yeteri kadar biliniyor.
Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu'nun bombalı bir paketle öldürülmesi ile başlayan bir provokasyon sürecinin netice alıcı son hamlesidir Maraş katliamı. Bugün artık bu sürecin, darbenin şartlarını olgunlaştırmak için icra edildiğini bilmeyen kalmadı. Maraş katliamı, Maraşlıların marifeti değil. Maraş katliamı Maraş'ta planlanmadı. Maraş, sadece tarihî kimliği yüzünden bir sahne olarak seçildi.
Aynı dönemde Çorum'da sahnelenen katliam, Maraş'ta uygulanan şablonun aynısıydı. O tarihte Çorum'da bulunan güvenilir birinden dinlemiştim. Biri Alevî mahallesine gidip, Sünnilerin baskına geleceğini haber veriyor. Aynı kişi Sünni mahallesine gidip Alevilerin camileri basacağını söylüyor. Daha sonra akciğer kanserinden ölen bu provokatörle konuşmuş olan bir arkadaşımdan dinlemiştim. İcra edilen, bir devlet projesiymiş. İcra eden de devlet görevlileri.
Alevî-Bektaşi Federasyonu'nun Maraş'ta düzenlediği miting bir meydan okuma değil. Ali Balkız'ın konuşması Maraş katliamının sebebini es geçmekle beraber kışkırtıcı bir konuşma değil. Ama gönül isterdi ki, bu anma toplantıları acıya ortak olanlara kapıları açık tutsa. Ali Balkız'ın kendisi de, yakın zamanda benzer bir provokasyonun hedef seçtiği kişilerden değil miydi?
Birinin canına inancından dolayı kasteden kişi bir başka inancın mensubu olamaz. Sadece katil olur. Alevî-Sünni düşmanlığı, Türkiye'de askerî darbe planlayanların kaşıdığı ve kaşıyarak kanattığı bir iktidar gerekçesinden ibaret.
32 yıl sonra katliamın sorumluluğunu Maraş'a yıkmak, sadece gerçeğin üstünün örtülmesine hizmet eder. Acılara saygı ve gelecekte benzer vahşetlerin yaşanmaması, katliamın sorumlularının Maraş dışında bir yerde aranmasına bağlı. Arayanlar, bu vahşetin sorumlularını Ankara'da bulacaktır. m.turkone@zaman.com.tr
ZAMAN