Herkes tam farkında olmayabilir, ama "Sekiz yıl boyunca manşetine karıştığımız bir gazete var mı?" diye soran Başbakan Tayyip Erdoğan'a CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun cevabıyla başlayan 'nur topu' gibi bir tartışma konumuz daha var.
CHP lideri Kılıçdaroğlu "Var, o da TMSF dönemindeki Sabah gazetesinde yaşandı" örneğini verdi.
'Örnek' diye sunulan tek olayın bir tarafın abartılı iddiası olduğu kısa sürede anlaşıldı. Başbakan adına baskıyı uyguladığı söylenen eski görevli, iddianın gerçeği yansıtmadığını ikna edici biçimde belirtti. Havada kalan iddia dışında basından "Bize de müdahale edildi" diyen de çıkmadı zaten...
Daha doğrusu çıktı, ama farklı biçimde... Hürriyet yazarı Sedat Ergin, "Milliyet'teki yöneticilik dönemimde hükümetin böyle bir girişimiyle karşılaştığımı hatırlamıyorum" tanıklığını sundu; hem de 'basına müdahale edildiği' sonucunun çıkarılmasını bekleyerek yazdığı dünkü yazısında.
Pazar günü yapılan protesto gösterisinde ağzına siyah bant çekerek ön safta yürüyen Hürriyet yazarı, kendi 'basına müdahale' örneklerini sıralamış. Örneklerin hepsi, partisiyle ilgili olarak gazetelerde çıkan haber ve yorumlara Başbakan Erdoğan'ın verdiği değişik tepkilerden ibaret. Ergin yazısında şu genellemeyi yapıyor: "Erdoğan'ı rahatsız edecek bir manşet attığınız zaman ertesi günü şiddetli bir misillemeyle karşılaşacağınızı önceden tartmanız gerekir."
AK Parti 8,5 yıldır iktidar, Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı sekiz yılını kısa süre önce doldurdu; bu uzun süre içerisinde 'basına müdahale' iddiasına Erdoğan'ın zamana yayılmış altı-yedi takılmasını örnek olarak sunmak ve o takılmaları 'basına müdahale' olarak yansıtmak doğru değildir.
Tam tersi anlama bile çekilebilir o takılmalar; iktidarın ve Erdoğan'ın basına müdahale etme niyetinde olmadığına...
Basın üzerinde etkili olmak isteyen odaklar, bunu, genellikle 'açıkça' yapmazlar. Kılıçdaroğlu'nun verdiği doğrulanmayan örnek çok sık rastlanan bir yöntemdir. Mesleğin eskilerinin anıları veya gazetelerle ilgili monografilerde bu tür müdahalelerle ilgili sayısız örnek yer alır. Devletlu veya onun adına devreye giren bir yetkili, gazetenin en etkili kişisi üzerinden, manşetlere, haberlere, yazarlara müdahale eder, etmiştir...
RTÜK Yasası medya patronlarının istekleri yerine getirilerek çıkartılırken, hastalığı iyice belirginleşen Başbakan Bülent Ecevit, o haliyle sabaha kadar Meclis'te nöbet tutarken, aynı gece Milliyet gazetesinin beş yazarının köşeleri ilk baskıdan sonra karartılmıştı. Pek çok yazıdan, yazarına haber bile verilmeden, dönemin devletlusunu suçlayıcı sözcüklerin cımbızla ayıklandığını, ilk elden tanıklıklarla biliyoruz.
Esas baskı ise askerlerin sistem üzerindeki ağırlıklarının arttığı dönemlerde yaşandı. 28 Şubat'ta (1997) bir Tümgeneral (Erol Özkasnak) ve bir albay (Hüsnü Dağ) belirliyordu manşetleri... Manşetler üzerinde yapılacak bir araştırmada, 1 Mart (2003) tezkeresi öncesi ve sonrasında da, karargâhın hayli faal olduğu görülecektir.
Doğrudan müdahaleleri sineye çekenlerin aleni eleştirileri şikâyet konusu yapmaları biraz garip kaçmıyor mu? Yanlış veya yalan olduğunu bildiği bir konuda ne yapsın siyaset adamı; patrona veya yayın yönetmenine 'gereğini yerine getirmeleri için' baskıda bulunmak veya emir vermek gibi bir arayış içerisinde değilse?
28 Şubat'ta emir ve talimatla atıldığı her halinden belli 60'a yakın manşetin çıktığı gazetenin yazarı bu soru üzerinde düşünmeli...
ZAMAN