Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Zihnimiz kime çalışıyor?
Zihnimiz tam olarak bize mi ait, yoksa birtakım hazır algılar tarafından sürekli işgal mi ediliyor? Zihnimizin bize ait olması için dünyada olan bitenin hararetinden bağımsız düşünebiliyor, sağduyulu değerlendirmeler, muhasebeler yapabiliyor olmamız lazım. Bunun için de öncelikle ergin bir zihne sahip olabilmemiz gerekiyor. Var mı bizim zihin dünyamızda böyle bir sarahat, böyle bir netlik ve berraklık? Her geçen gün daha fazla güçlük çekiyorum ben bu soruya olumlu bir cevap vermekte. Neden böyle? Çünkü insanların zihinlerinin büyük oranda kendi salim düşünce ve hissedişleriyle şekillenmediği, kitleler üzerinde bir tür illüzyon etkisi oluşturmayı başaran araçlarla ve o araçlar üzerinden akan gündemlerle maniple edildiği aşikar artık bugün.
O gündemler birbirine zıt iki seçenekli karakter şıklarıyla geliyor önümüze. Fazlasıyla agresiflik içeren o iki şık üzerinden tarafımızı seçiyoruz. Bunu yaptığımızda kendi saf hissiyatımızdan, öğretici hayat tecrübelerimizden, olanı olduğu gibi idrak etme kabiliyetimizden ve selim aklımızdan büyük ölçüde vazgeçmiş oluyoruz. Hal bu olunca, tamamen yüzeysel, oldukça ayrımcı ve fazlasıyla basit algı kalıplarının zihnimizi ele geçirmesi mümkün hale geliyor. Akıl yaşımız, analitik kalitemiz düşüyor, ergin akıldan, sağduyulu değerlendirmeden, soğukkanlı bakıştan neredeyse bütünüyle mahrum kalıyoruz. Toplum ortak bir akıl etrafında toplanıp hareket etme imkanını kaybediyor, manipülasyon kolaylaşıyor ve toplumsal doku hamur gibi yoğrulabilir, şekillendirilebilir hale geliyor. Üstelik bu bize her şey normalmiş gibi gelirken oluyor.
“Baştan başa aldatmacalar ve yalanlarla dolu, oyun ve rol yapma temeline dayalı bir dünyada yaşıyoruz. Kişisel ya da grupsal çıkar ve menfaatler, her şeyin önünde ve üstünde geliyor. Adalet, eşitlik, namus ve doğruluk gibi kavramlar, hep birer kandırmaca ve oyalamaca olarak kullanılıyor. Çünkü yönlendirilmiş, çarpık, yanlış ve kendimizden uzak bir biçimde yaşıyoruz. Gerçek istek ve ihtiyaçlarımızın bile farkında değiliz” diyor Joseph Kirschner, ‘Manipülasyon Oyunu’ kitabında.
Neye inandığımızı kendimize soralım ve bu soruya daha önce kitle iletişim mecralarında hiç kullanılmamış kalıpların dışındaki kelimelerle, yani kendi zihnimizden bulup çıkardığımız sözlerle cevap vermeye çalışalım. Denersek, bunun artık ne kadar zor olduğunu göreceğiz. Sürekli tekrar edilen ezber söz kalıpları gelecek çünkü sürekli dilimizin ucuna. Mesele sadece kelimeler olsa, bunu o kadar dert etmek gerekmeyebilirdi. Ama mesele bu kadar basit değil; zihnimizden bu kolaycı ezberlerden ve yüzeysel algıların dışında, tamamen bize ait bir şey bulup çıkarmamız mümkün değil artık. Biz neredeyse tamamen o kitlesel akışın aklıyla düşünüyor, orada kurgulanmış düşünce adımlarını adımlıyoruz bugün. Bu zihnimizin artık tamamen bize ait olmadığının, düşüncelerimizin salim aklımızdan hayat bulmadığının ilanı demek aynı zamanda. Bu büyük illüzyona kapılmış haldeyiz ve birileri bizim yerimize düşünüyor o halde. Bize hiç öyle gelmiyor biliyorum, işin en acıklı yanı da bu zaten...
Amerikalı sosyolog Herbert Schiller, ‘Zihin Yönlendirenler’ kitabından tanıdık durumlara dair birkaç düşündürücü satır: “Manipülasyonun olabildiğince etkili olabilmesi, varlığına delalet eden unsurların ortalarda gözükmemesiyle mümkündür. Manipüle edilen şahıs olayların tabi mecrasında aktığına inanırsa manipülasyon başarılı olmuş demektir. Kısaca ifade edecek olursak: Manipülasyon yanlış bir realiteye gereksinim duyar, bu yanlış realitenin işlevi manipülasyonun varlığını sürekli olarak inkar etmektir”