Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi, Irak’ta yaşadığı süreci Zaman gazetesine yazdığı bir yazı okuyucularla paylaştı:
Maliki'nin siyasi hedefi ve benim yargılanmam
Yazıma başlamadan önce 2006 yılına dönerek, o yıllarda maruz kaldığım ağır bir acıya, bilmeyenler için dikkat çekmekte yarar görüyorum.
O yıl iki erkek ve bir kız kardeşimi ayrı ayrı üç suikastta yitirdim. Bunun arkasında sadece suikasta bulaşanların şahsi hesapları değil, şüphesiz siyasî nedenler vardı. Daha da önemlisi mühendis olan erkek kardeşim Mahmut ve kız kardeşim Mümine'nin, suikasta kurban gitmesinin ardından imzasız mektuplar alıyordum. Mektuplarda şöyle yazıyordu: "Sana siyaseti bırakmanı söylemiştik ama sen sözümüze uymadın ve bizi kardeşini öldürmeye mecbur bıraktın, eğer bu yolda devam edersen kardeşlerinden bir diğerini de öldüreceğiz, bu konuda çok ciddi ve (kararlıyız)." Her suikastın ardından bir basın konferansı düzenliyor, şantajlara boyun eğmeden dimdik, sabırla, kararlı bir şekilde duruyordum. Bu durum, düşmanlarımı daha da hiddetlendirmiş, yeni Irak ordusunun en yüksek rütbeli subaylarından olan diğer kardeşim Amir el-Haşimi'yi de suikastla öldürmüşlerdi.
Allah katında şehit olarak nitelendirdiğim üç kardeşimi de kaybettikten sonra geride yalnızca bir kardeşim kalmıştı. Onu da korumak için Irak dışına göndermek zorunda kaldım. Uzman katillerce insanların gözü önünde, güpegündüz suikastlar düzenlenmesine rağmen general olan kardeşim Amir'e yapılan suikast evinde iken, oldukça dikkat çekici bir şekilde gerçekleşmiş, silah ve teçhizatla donatılmış 25 kişiden oluşan rejime bağlı özel güçler, gizlice Bağdat'taki evine saldırmıştı. Buna rağmen bu suçlar faili meçhul olarak kayda geçti. Diğer taraftan hâlihazırdaki Irak Başbakanı Maliki'nin silahlı kuvvetler başkomutanlığı görevine getirilmesinden bu yana ordu, silahlı kuvvetler ve çeşitli bakanlıkların güvenlik işleri onun gözetimine girdi. Bu durum da yönetime yakın, dahası onun bir parçası olan birimlerin bu suikastlara karıştığını gösteren bir işarettir. Bu yüzden, bu suikastların benim siyasî arenadan çekilmemi isteyen yine siyasî amaçla gerçekleştirilen eylemler olduğunu söyleyebiliriz.
Tarih, geçen yıl aralık ayında tekerrür etti. Bu kez bambaşka bir şekilde yeniden hedefteydim. Bağdat'tan Irak Kürdistan'ına yaptığım son geziden iki gün önce 15 Aralık Perşembe akşamı Maliki'den bana bir mektup geldi. Mektupta bana kamuoyu önüne çıkmam söyleniyordu. Ertesi gün sabah 10.00'da ise kendine bağlı siyasî bir oluşum olan Irak Koalisyonu'nun aldığı meclis oturumlarını boykot kararını eleştiriyordu. Mektupta açık ve kapalı tehditler de vardı.
Üç kardeşimin kanına mal olmasına rağmen başım dik çıktığım o şantajdan sonra bu yeni, ucuz şantaja boyun eğecek değildim. Onun tehditlerini uygulamayı reddettiğimde terör suçuna karıştığım yönünde bir yığın suçlama ve iftiralarla karşı karşıya kaldım. Böylece kurban birden kasap oluverdi!
HUKUKİ DEĞİL SİYASÎ BİR MÜCADELE
Diğer taraftan, korumalarımdan üçü tutuklandı, soruşturmaya tabi tutuldular. Ağır işkence altındaki bu zavallıların, soruşturmayı yapanların iradesine boyun eğmekten başka bir seçenekleri yoktu. Pek tabiî ki de bu kişi adaletli bir soruşturmacı değil bilakis onların kaba kuvvetle ifadelerini almaya çalışan iyi eğitilmiş bir emniyet mensubuydu. Korumalarımdan birinin işkence altında vefat ettiğini öğrendim. Diğerlerinin akıbeti ise meçhul. Arzu edenler, Uluslararası Af Örgütü'nün, humanrights.org sitesinin veya başka kuruluşların yayınladığı raporları okuyabilir.
Maliki, baskı altında aldığı ifadeleri, devlet bütçesinden finanse edilen resmi Irak televizyonunda yayınlamakta geç kalmadı. Bu kanal, Maliki için çalışan, onun ideoloji ve yorumlarına yer veren bir kanaldır. Her ne kadar soruşturmalar henüz başlangıç aşamasında ve kanun gereği bilgi verilmesi yasak olsa da anayasa ve kanun tanımayan Malikî, itibar zedelemek için bu fabrikasyon iddiaların yayınlanmasını emretti. Eğer mesele sırf yargısal olsaydı durumu yargıya havale eder müdahale etmezdi. Fakat nasıl olur da amaç farklı iken bunu yapabiliyor? Aslında tek gaye siyasetten ihraç edilmem ve siyasî çalışmalardan uzaklaştırılmamdan başka bir şey değildir. Allah'a tevekkül edip, mazlum mümin kullarını koruyacağına ümit ederek ona sığındım (Allah iman edenleri korur) ve şantajlarına boyun eğmedim. Tüm Iraklılar, hayatımın, geçmişimin, ahlakımın temizliğini ve daima barıştan yana olduğumu bilirler, dolayısıyla Malikî ve onun yalancılarının iftiralarına da kanmayacaklardır.
Ardından tekrar Maliki'nin eline düştüğümde nihai hedefi olan ülkeden uzaklaştırılmam ve ülkemi inşa etmek uğruna yaptığım siyasî faaliyetlerimden mahrum bırakılmam için çirkin yollara başvuruldu. Öte yandan Maliki'nin partisinden üst düzey bir heyet, Barzani'yi ziyaret ettiği bir sırada Malikî'nin mesajını ona ulaştırdı. Heyet, "Haşimî'nin sınır dışında kaçırılması" fikrini kendisine yöneltince, Barzani şiddetle karşı çıkarak bunun affedilemez bir küstahlık olduğunu söyledi.
İşte bunlar 2006 yılından bu yana fiilen Malikî tarafından maruz bırakıldığım, bedeli ne olursa olsun vatanımdan beni koparmak için kurduğu çirkin amaçlı şantajları ile ilgili anılarımdan bir kesit... Tüm bu eziyet ve cefa ile sadece kalbi kin ve nefretle dolu bir kişinin düşmanlığı yüzünden karşılaşıyor olmamı akıl almıyor. Belki günün birinde bu konu ile ilgili özel bir yazı kaleme alırım...
Şimdi tüm bu gerçekleri duyduktan sonra "Haşimî dosyası" belki siyasî değil hukukidir diyen var mı acaba? Sanmıyorum. Hayatım boyunca şunu da anladım ki, artık Irak'ta siyasî çalışmalarda öne çıkan siyasî grupları birbirinden ayırabilmekteyim. Hangi şartlar altında olursa olsun doğruluktan da vazgeçmeyeceğim. Bana yönlendirilen ve yönlendirilecek olan bu iddialardan masumum ve Allah söylediklerimin şahididir, bana düşmanlık edenler düpedüz yalan söylüyor.
ZAMAN