Yasin Aktay Yeni Şafak'ta bugün yayınlanan yazısında Maliki dönemine geri dönerek Irak ile ilişkilerin düzelmesinin mümkün olamayacağını ve IŞİD karşıtlığı üzerinden Irak'ın bütünleşmesinin imkansızlığına dikkat çekiyor. Mamafih Davutoğlu'nun ziyareti ile Irak'la iyi ilişkilerin kurulacağı bir dönemin başladığı iddiasını tekrarlamayı da sürdürüyor. Maliki'nin gidip İbadi'nin gelmesiyle Irak'ın mezhepçi, işbirlikçi politikalarında ne değişti ki, şimdi bu iyimser mesajlar veriliyor, doğrusu anlamak mümkün değil!
IŞİD karşıtlığı üzerinden Irak’ta bir toplum kurma ihtimali
Yasin AKTAY
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Haydar Ibadi tarafından kurulan hükümetten sonra Irak’a gerçekleştirdiği ziyaret, hiç kuşkusuz sadece Türkiye ve Irak ilişkilerinin yeniden kaldığı yerden devamını sağlamayacak, aynı zamanda bölgede aktörlerin birbirine güvenini ve ilişkilerini yeniden tesis edecek yeni bir başlangıç. Başbakan Davutoğlu’nun bu ziyaretinin tarihsel bir önemi ve anlamı olduğu açık. Bu ziyaret ve bu ziyarette yapılan görüşmeler, sağlanan diyalog ortamı içinden geçmekte olduğumuz süreçte bir çok dengeyi etkileyecek bir ziyaret, bu da açık. Davutoğlu’nun Irak’taki bütün aktörlerle kolaylıkla kurabildiği kişisel diyalog, hemen hepsiyle çok önceden gelen şahsi dostlukları Türkiye için de, Irak için de büyük bir fırsat. Iraklı siyasetçilerin hepsi bunun farkında ve Davutoğlu’na herkes bu gözle ayrı bir saygıyla yaklaşıyor.
Bununla birlikte Irak’ta ilişkileri yeniden tesis ederken 5 yıl önce Malik “ilişkilerin kaldığı yer”e tekrar dönmenin mümkün olmadığını görmek gerekiyor. Zira son bir kaç yıldır bölgede gerçekleşen hareketlilikler bir çok alanda geri dönülemez değişimlere yol açmış durumda.
Savaşın, hele Irak ve Suriye’de cereyan eden türünden savaşın en büyük ve kötü sonucu birbiriyle asırlarca birlikte yaşamış insanlar arasında telafisi olmayacak sınırların çekilmesi oluyor. Bu arada Irak’ta taraflar birbirleriyle savaşıyor ama çoğu kez bölgeye nüfuz etmeye çalışan başka aktörlere vekaleten yürüttükleri savaşın neticede doğrudan ve birincil kurbanları oluyor. Buralarda nüfuz savaşı yürüten aktörler çok uzaktan gelen aktörler değil üstelik. Irak’ta görüşülen bütün taraflar, kendi aralarında bir diyalog sorununu savaş noktasına getirdiklerinde dışarıdan müdahalelerin kaçınılmaz olduğunda neredeyse ittifak etmiş durumda.
Dolayısıyla herkes son yaşananlarla birlikte çuvaldızı değilse bile iğneyi kendine batırmayı ihmal etmiyor artık. Harici aktörlerin müdahalesini engellemek için kendi aralarında daha kolay konuşabilmeleri gerektiğini herkes biliyor, ama ne yazık ki, yabancı müdahalelerden herkes rahatsız değil, çünkü bazıları da bu müdahaleler sayesinde kendilerine bir alan bulabiliyor.
Irak’ın bugünkü durumuna bakıldığında, bir toplumun nasıl oluyor da mümkün olabiliyor olduğu sorusundan yola çıkan Aydınlanma döneminin toplum düşünürlerinin sorusuna geri dönesi geliyor insanın. Hiç kimsenin birbirine güveninin kalmamış olduğu ve herkesin diğerinin altını oymaya çalıştığı bir ortamda, güvenin nasıl bir nimet ve güvenliğin ne kadar büyük bir insani ihtiyaç olduğu hissediliyor.
Etrafındaki insanlara güvenememek, bir toplumun başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri. Çünkü bir toplumu var eden, mümkün kılan şey beraber yaşadığınız insanlara güvenebilmekten geçiyor. Etrafınızdaki insanlardan her an bir tehlikenin sadır olabileceği beklentisi hayatın paranoyakça bir tedbir kafesine dönüşmesine yol açıyor ki buna da hayat denirse artık... Hele tehlike artık paranoyakça bir vehimden ibaret değil de gerçek bir ihtimal haline gelmişse, insanlar kurtarıcı nereden gelirse gelsin onu aramaya başlıyor.
Her sebebin ayrıştırıcı bir rol oynadığı Irak’ta IŞİD’in bütün tarafları birbirine yaklaştırmış olduğunu görmek o yüzden biraz ilginç. Irak›ta yeniden bir toplum olma ihtimali acaba IŞİD karşıtlığı üzerinden mi mümkün olacak?
IŞİD başka bir Sünni öfke patlaması olarak anlaşılabilse de, sonradan yaptığı uygulamalarla Sünni aşiretlerin de desteğini neredeyse tamamen çektiği ve giderek yalnızlaşmaya hatta karşısına aldığı bütün Iraklı kesimlere birleşme ve birlikte hareket etme istisnai fırsatını da bahşeden bir ilginç fenomene dönüşüyor.
IŞİDin söylem ve yöntemleri Sünni dünyanınki de dahil olmak üzere bölge insanının bütün kültürel ve sosyal dokusuna tamamen yabancı kalıyor. Bu kadar ters bir söylemi silah zoruyla dayatmaya kalkışırken herkese cephe açmaktan çekinmiyor olması da salt kendi rasyonalitesinin dışında başka bir rasyonaliteye tabi olduğunu düşündürtüyor. Hiç bir komplo ihtimaline yer açmadan sadece yol açtığı sonuçlar üzerinden bir değerlendirme yapıyorum.
IŞİD karşıtlığı bir yerde birleştiriyor olsa da aynı zamanda başka aktörlere her türlü haksızlık için de bir bahane zemini oluşturduğu ayrıca dillendiriliyor. Silahlı Şii milislerin sayısı neredeyse yüzbini buluyor ve bunların şiddet yöntemleri, terör ve katliamları asla IŞİD’inkini aratmıyor. Ciddi bir mezhebi temizlik stratejisi çerçevesinde İnsanları kitleler halinde öldürüyor veya göçe zorluyorlar. Ama terör adına şu anda Irak’ın vitrininde sadece IŞİD var.
Bölgede herkesin şikayetçi olduğu Şiileştirme politikasında IŞİD’in uygulamaları da ona karşı geliştirilen bütün tedbirlerin de önemli bir işlevi olduğu görülüyor.
İşin ilginç tarafı, Şiileştirme politikaları hiç bir şekilde Şiiliğin özgür ortamda tebliğ edilmesi, propaganda edilmesi esasına değil, tamamen savaş ve şiddet yoluyla demografik dengelerin altüst edilmesine dayanıyor olması. Bu esnada savaş makinalarıyla yol açılan göçlerle kitlesel nüfus hareketlilikleri oluşuyor ve bunun toplam sonucu Coğrafyanın Şiileştirilmesi oluyor.
Tabii bu arada IŞİD karşıtlığının kendisine önemli bir fırsat alanı sağladığı asıl aktör Esad ve rejimi. IŞİD karşıtlığının giderek bir söylem ve ideoloji haline gelmesi Esad’ın 4 yıldır ülkesinde sivil halkına karşı yapmakta olduğu katliamları unutturuyor hatta IŞİD şeytanına karşı harekete geçirilen cephe içindeki yeri adeta hazırlanıyor ve günün sonunda elde aklanmış paklanmış bir Esad’ın kalması IŞİD’in dünyaya bir hediyesi olarak kalıyor.