Kurbanın yakınlaştırıcı özelliğini hesaba katarak bir yetimhane projesi alt yapı çalışmaları çerçevesinde Ankara Yardımeli Derneği’nden Şükrü Can abimizle 10 günlüğüne Mali ve Nijer’de kalma fırsatı yakaladık. Bu vesileyle tarihe mütevazı birkaç not düşürmeyi uygun bulduk.
Sömürgeciler ile ilgili Mali ve Nijer üzerinden yapılabilecek en rahat tespit, iki ülke halkının da önemli ölçüde ümmetten ve ümmetin sorunlarından izole edilmiş olmalarıdır. Ümmetin en zayıf halkası durumunda olan iki ülke halkı da kendilerine özgü gettolaşan bir dünyada yaşamış olmaları, kendilerinin aslında dış dünyadan ne kadar kopuk olduklarının farkında bile olmalarına bir engel teşkil etmiştir. Toplumsal değişim açısından önemli dinamikler olarak görülen disiplinlerin (zaman mefhumu, düzen fikri, temizlik vs.) zayıflığı, bu edilgen yapının daha uzun süre devam edeceğini gösteriyor gibi.
Batılıların, özelde de Fransa’nın altın rezervlerini değerlendirme gibi somut çabaları başta olmak üzere Batılıların Müslüman halkı yoksullaştırma politikaları beraberinde toplumun kimyasına gerginliği de zerketmiştir. Özellikle Fransızların tüm ticari hayatı bir ahtapot gibi sararak sömürgeci bir iştahla hâkimiyetini sürdürmesi neticesinde bu durumun,yerli halkı miskinliğe sürüklediği göze çarpan önemli bir noktadır.
Mali’de kadının fazlasıyla sosyal hayatın içinde olması, iffeti muhtevi bir tarzdan mahrum olan halleri çok da hayra alamet sayılmaz. Hiçbir sınır tanımadan kadın erkek içiçeciliği, istismar edici bir tarzda yerleşik olan çok eşliliği bile kabullenen toplumsal bir yapı, bir irade ortaya koyabilecek İslami yapıların yok denilecek kadar az olması gelecek neslin ve toplumun kültürel kimliği açısından endişe verici bir gerçekliktir.
Nijer ve Mali’de İspanyolların ve Fransızların yetimhanelerde yetiştirilen çocukları kendi ülkelerine alma haklarının olması, bu meyanda yerel birimlerle protokol imzalamaları, yer altı ve yer üstü kaynaklarından istifade etmenin yanında insan gücünden istifade etme ve onları devşirebilme fırsatları açısından dikkat çekiciydi.
Türkiye’nin son yirmi yıllık duyarlılığı istisna tutarsak beyaz Müslümanın kendini siyah kardeşine yeterince anlatamayışı, yakınlaşmayışı bu coğrafyalarda halen önemli bir sorun olarak görünüyor. Kimi yerlilere göre misyonerlerin köylerde bile yaşayıp evlendikleri ve fakat buna rağmen örneğin Nijer’de İslami ritüellerin halen iyi korunmuş olması, halkın Müslüman olarak kalma iradesini göstermesi açısından sevindiricidir.
Ümmetin en büyük nüfus deposu olan Asya ve Afrika’nın İslam’ın en temel disiplinleri olan ve belki de binlerce ayet ve hadislerce dillendirilen temizlik, sükûnet, iletişim, zarafet, programlı yaşam gibi dünya hayatının tadını bereketlendiren güzellikleri ıskalayan bir ruh hali gözlemlediğimiz can sıkıcı bir durumdu maalesef.
Batının sömürgeci kimliği ile en fazla kendini hissettirdiği bölge olan Mali’de FETÖ’nün geçmişte en fazla okula sahip olması dikkat çekiciydi. Şu anda Maarif Vakfının Mali’de FETÖ’den devralınan 22 okulu aktif olarak eğitim-öğretime devam etmektedir.
Mali tecrübesinde somut olarak görüldüğü gibi sömürgecilerin özelde de Fransa’nın dil ve tesettür konusunda toplumsal boyutta ciddi bir aşındırmayı başardığı söylenebilir. Bu konuda Mali’ye kıyasla Nijer toplumunda özellikle tesettür konusunda bir direnç gösterildiği gerçeğini sokakta fark etmek bizim için teselli edici bir durumdu.
Sömürge politikalarından ayrı değerlendirilemeyecek olan darbeler, kara kıtanın çoğunda olduğu gibi Mali ve Nijer’de de kurallar üzerinde şekillendirilen bir devlet yapılanmasından ziyade, yaşamdaki disiplinlerle bağışıklık arz etmeyen dağınık, günü birlik standart bir yaşam tarzına dönüşen fotoğrafıyla karşılaşıyoruz.
Beyaz insana “Patron” tabirinin sıkça kullanılması müminlerin kardeşlik gerçekliği açısından hem üzücü hem de dillerine yerleşmiş olan tek tabirin aslında sorumluluklarımız açısından yapılacak ne çok işimizin olduğunu göstermekteydi.
Bu yıl Mali ve Nijer’de tarafımızca da gözlemlenen Kızılay ve Diyanet üzerinden kesilen kurban adedinin dudak uçuklatan rakamlara ulaştığı gerçeği söz konusuydu. Bu, sistemin FETÖ fitnesi üzerinden kendi günahının kefaretini İslami organizasyonlara ödettirdiğinin ve toplumsal anlamda Müslümanların emek ve çabalarıyla ilgili artık bir güven sorunu yaşandığının da bir göstergesi olarak okunabileceği kanaatindeyim.
Bu hassas bölgelerde, benzeri ülkelerde de olduğu gibi en ciddi sorunun eğitim olduğu yine gözlemlediğimiz temel konulardandı. Maarif Vakfı’nın özgün bir kurum olarak şekillendirilmesinin bu anlamda önemli bir fırsat ve imkân olduğu söylenebilir. Tabi bu okullara ihlaslı müminlerin yerine liberal, ulusalcı veya statükocu muhafazakâr kadrolar atanmazsa bu fırsat ve imkan değerlendirilmiş olacaktır.
Ak Parti iktidarı, hassas coğrafyaların İslami şiarlarla ünsiyetini geliştirme adına Kızılay, TİKA ve Maarif Vakfı gibi sahada aktif kurumlara atanacak kadroların trollerin fitne üreten yönlendirmelerinden etkilenmeyerek bu kurumlarla ilgili çalışmaları samimi kadrolarla yürütebilme iradesini gösterebilirlerse, bu hassas bölgelerin kaderlerinin uzun vadede de olsa bir değişime tabi olacağı ihtimal dâhilindedir.
Sorgulayıcı olmayan, taklitçi bir anlayışın toplumların kaderiymiş gibi algılandığı ve gidişatlarını değiştirme konusunda olumsuz yönde ne kadar etkili olduklarını görmek isteyenlerin, Bamako’nun Niamey’in, Hartum’un, Naourobi’nin sokaklarını görmesi yeterlidir.
Çöp yığınları arasında abdest almanın, abdestin aslında nasıl bir mesajı muhtevi olduğunu anlamayan ve sosyal çevreyi taklit etme ruh halinin,her şeyi sorgulamadan içselleştirmenin bir sonucu olduğu unutulmamalıdır. Camilerde, Kuran Kurslarında, Taziyelerde bu tür inceliklerin hikmetli bir formda işlenmemesinden kaynaklanmaktadır.
Afrika başkentlerinin sosyal gerçekliği, Muhammed Abduh, Cemalettin Afgani gibi ıslahatçı öncülerimizin İslam’ın temel dinamikleri ve disiplinleri ile ilgili yorumsal kabiliyetlerini tekrar gündemimize taşımamız gerektiğini bizlere hatırlatmaktadır.
Özelde Nijer’in başkenti Niamey’de merkez caminin sadece Cuma saatinde açık tutulması, diğer vakitlerde kapalı olması, Cuma saatinde de protokol yerinin ayrı tutulması, Cami, namaz, Cuma gibi şiarların dinin ruhuna uygunluk konusunda ne kadar da yanlış bir algıyla yaşandığını göstermektedir.
Yüzbinlerce Müslümanın, İslami STK’lara güvenilerek, kendilerine tevdi edilen emanetleri yerine hakkıyla ulaştırmaları konusunda her gün daha fazla hassasiyet göstermeleri gerekir. Gidilen ülkelerdeki partner kuruluşların hakkaniyet sahibi ve ümmet endişesi taşıyan adresler olmalarına titizlikle özen gösterilmeli ve bu tür bağlantılar ve koordinasyonlar hususunda özellikle istişari zeminlerde STK’ların konuyu gündemlerine titizlikle almalarının önemli olduğunu düşünüyoruz.