Malay, Çin ve Hindular başardı; ya Türkler ve Kürtler!

Serdar Demirel

Çok kimlikli bir ülkenin, kültürler harmonisi eşliğinde barış içerisinde yaşaması kolay olmasa gerek. Hele hele bu çok kimlikli yapı sömürgeci bir ülkenin eseri ise!

Malezya bu zoru başarmış bir ülke. Önce Portekizlilerin (1511), ardından Hollandalıların işgaline uğramış (1642) ve son olarak da İngilizlerin çok uzun süren (1786) hâkimiyetinin kurbanı olmuş. Bağımsızlığını ise 1957 yılında kazanmış. Hâlâ uzun yıllar sömürge olmanın açtığı psikolojik yaraları sarıyor. Diğer taraftan da maddi kalkınmasında çok önemli başarılara imza atmayı bilmiş.

Bugün Malezya vatandaşı olan Çinli ve Hindu göçmenler İngilizlerin sömürge politikalarının bir armağanı. Farklı işlerde çalıştırmak üzere anavatanlarından kopardığı bu halkları Malezya’ya yığmış İngilizler ve böylece bölgenin demografik yapısını kökten değiştirmişler. Yüz yıl küsuratlı bir geçmişten bahsediyoruz.

Malezya’nın çok kültürlü, dinli ve dilli yapısı bağımsızlık sonrası kanlı bir iç çatışmaya yol açmış önceleri. Sonrasında ise sağlanan toplumsal mutabakatla farklı etnik unsurlar kültürel zenginliklerini modern Malezya’yı kurmak için seferber etmişler.

Malezya mozayikinin temel unsuru Malay halkıdır. Nüfusun yarısından çok az fazlasını oluşturan bu halk “Bahasa Malay” dilini konuşmaktadır. Bu dil aynı zamanda devletin resmi dilidir de. Yüzde 97 oranında müslüman olan Malaylar İslâm’ı temsil eden halktır aynı zamanda.

Çinliler ise Malezya toplumunun yüzde 31-33 oranla ikinci ana unsurunu oluşturmaktalar. Malay dilini konuşmanın yanında hayatın her alanında anadillerini de kullanabilmekteler. Çinlilerin çoğunluğu Konfüçyan ahlâk ilkelerini benimsemekle beraber Budist ya da Taoisttirler. Çok az sayıda Çinli de İslâm’ı benimsemiş durumdadır. Ekonomiye hâkim olan Çinliler hükümette de çeşitli bakanlıklar düzeyinde temsil edilmektedir.

Hint alt kıtasından getirilmiş ve nüfusun yüzde 10’una yakın kesimini oluşturan Hindular ise Tamilce başta olmak üzere, Telugu, Pencabi dillerini konuşmaktalar. Malayca ve İngilizce ortak dilleri. Hindistan ve Sri Lanka göçmenleri genel olarak Hindu dinine müntesipken Pakistan’dan gelenler ise Müslüman. Hinduların az bir kısmı da Hıristiyanlaşmış bulunmaktadır. Pencabi konuşanların büyük bölümü de Sih dinine müntesiptir.

Malezya yukarıda zikri geçen kompleks yapısıyla hayatın neredeyse her alanında bir ırk, dil, din ve kültürler harmonisi sergilemektedir. Her dinin kutsal bayram günleri aynı zamanda resmi tatildir de. O günlerde televizyonlarda bu bayramlara dair özel programlar yapılmaktadır. Toplumun çok dilli, çok kültürlü yapısı görsel ve yazılı basında da kendisini göstermektedir. Etnik gruplar kendi dilleriyle kendi okullarını da açabilmekteler.

Malezya çok kimlikli yapısını bir arada barış içinde yaşatma başarısını sağlamakla kalmamış, aynı zamanda bunu bir kalkınma modeline de dönüştürerek bir model olmuştur denebilir.

Peki, yukarıdaki satırları yazma gereğini neden duydum?

“Türkiye Malezyalaşıyor mu?” sahte tartışmasını unutmuş olamazsınız. Ama Malezya’dan Türkiye’ye ufuk açıcı bir tartışma taşınacaksa eğer, o da yukarıda bahsettiğim çok kimlikli yapısını bir kalkınma modeline nasıl dönüştürdüğü meselesidir.

Bu meyanda ülkenin tartıştığı “Kürt açılımı”nda iflah olmaz bazı korkuların yersiz olduğunu da vurgulamak istedim.

Kaldı ki, Türk ve Kürt halkları emperyalist bir gücün dayatmaları sonucu aynı coğrafyayı paylaşan halklar değildirler. Bin yıldır aynı coğrafyayı paylaşan aynı dinin ve kültürün ortak zemininde kader birliği etmiş iki halktırlar. Dilleri farklı da olsa, o dillerle aynı rüyayı gören, aynı tasavvur dünyasına sahip bu toprakların ana unsurudurlar.

Malezya, emperyalizmin kurgusu olan çok kimlikli yapısını herhangi bir etnik unsuru inkâr etmeden iç barışını sağlayabilmişse, Türkiye halkları ortak din, tarih ve kültür zemininde bunu haylisiyle başarır.

Yapılacak tek şey, Türkiye’nin tarih tecrübesinin ışığında normalleşmesidir.

VAKİT