Yıldıray Oğur / KARAR
Maksat üzüm yemek değil, liberal dövmek olunca…
Geçen hafta artık çaresizlik hissiyle çok az kişinin takip ettiği Osman Kavala davası tuhaf bir nedenle yeniden gündeme geldi.
Ama dava için pek de sevindirici bir ilgi değildi bu.
Bilmeyenler için kısa bir özet:
18 Temmuz 2016 günü Osman Kavala’nın Karaköy Lokantası’nda Henri Barkey ile karşılaşıp, böylece savcı ve hakimlere göre darbe ve casusluk suçlarına dahil olduğu akşam Barkey’in lokantada Aslı Aydıntaşbaş ile yemek yediği ortaya çıktı.
Bu ‘büyük ifşaat’ı iktidara yakın medyaya değil, muhalif medyaya borçluyuz.
CHP’nin ABD temsilcisinin gündeme getirdiği iddia, günlerce KRT, Halk Tv ve TELE1 ekranlarında konuşuldu.
Aslı Aydıntaşbaş gerçeği açıklamaya çağrıldı, Kavala’nın hapiste olması bu bilginin saklanmasına bağlandı.
Nihayet Henri Barkey, kendisiyle yemek yeme ‘suçu’nu işleyen kişinin gazeteci Aslı Aydıntaşbaş olduğunu açıkladı.
Beş yıldır dava dosyasını okumaya zahmet etmemiş olanlar için büyük ve yeni bir bilgiydi bu.
Neler söylenmedi ki:
“Aslı Aydıntaşbaş, Kavala'nın tutuklanmasının baş müsebbibidir!” (Emre Kongar)
“Bir yemek hikayesi var ama fazla duymadınız! Çünkü liberal mahalle bu tartışmaya girmek istemedi. Osman Kavala ve Aslı Aydıntaşbaş’ın içinde olduğu bu mahalle bu konunun üzerine gitmekten neden kaçındı? Emniyet ve Savcılık dosyalarında Aydıntaşbaş’ın ismi neden yoktu?” (Aytunç Erkin)
“Barış Pehlivan'dan gündem yaratacak açıklama: Henri Barkey'in kitabını Cem Küçük yayımladı!”
“Salim Şen'den Aslı Aydıntaşbaş'a: Siz o yemeği yediniz mi?”
“Mine Kırıkkanat: “Henri Barkey, Ekim Alptekin, Aslı Aydıntaşbaş, CIA sorumluları… Nedir bu ilişkiler ağı? Nasıl bir hıyanetin içerisinde Türkiye?”
Sonra bu gollük pası iktidara yakın isimler aldı.
Paslanmış komplo teorileri kalaylanıp, yeniden görücüye çıkarıldı.
Birkaç örnek de onlardan:
“Bana göre Barkey, Karaköy’deki lokantada baş başa yemek için buluşmak istediğinde Aslı muhtemel ki balıklama atlamıştır. Barkey’in ise asıl görüşmek istediği Osman Kavala’dır ve ancak tesadüfen karşılaşırsa söylemek isteyeceklerini ona aktarabilir. Bunun için ayaküstü beş dakika konuşma yeter de artar bile. Karaköy’deki lokantada olan biten budur. Henri ile Aslı buluşur, ama Henri “tesadüfen” karşılaştığı Osman Kavala ile gerekli sohbetini yapar. Ve Henri Barkey bu açıklamayı zamanında yapmayarak, bu davanın Türkiye’nin yurt dışındaki demokratik görünümünü zedeleyeceğini sağlamak amacıyla bilinçli olarak Osman Kavala’nın mağdur edilmesinin yolunu açmıştır. CIA böyledir Aslı, üzgünüm ama Henri seni perdeleme için kullandı” (Fuat Uğur)
“15 Temmuz günü Büyükada’da ortaya çıkan Henri Barkey, İzmirli bir CIA ajanı. Çok iyi Türkçe biliyor. O da yakın dostu Osman Kavala gibi Robert Kolej mezunu. Uzmanlık alanı Kürt meselesi ve darbeler! Tesadüf bu ya… Barkey ve Kavala darbeden sadece 2 hafta önce Diyarbakır’da boy gösteriyor! E ne var bunda diyebilirsiniz.. Bence de bir şey yok. Bunlar hep tesadüf olabilir… Ama HTS kayıtlarına göre Barkey, o dönemde Kavala’nın şirketlerine ait telefonlarla tam 93 saat, 34 dakika, 1 saniye görüşme yapmış! İkilinin yolu darbeden 3 gün sonra bu kez de Barkey’in Aslı Aydıntaşbaş ile yemek yediği Karaköy’deki restoranda kesişiyor! Tabii ki tesadüfen…” (Zafer Şahin)
Böyle uzayıp gidiyor.
Peki, büyük ifşaatın Kavala davası açısından bir önemi var mı?
Beş yıldır AİHM kararlarına rağmen hapiste olan Osman Kavala’ya bir faydası olabilir mi?
Osman Kavala, 19 Ekim 2017 günü Antep’ten İstanbul’a gelen uçağın kapısında gözaltına alındığında sorgusunda iki ağır suçlamayla karşılaşmıştı: 15 Temmuz darbe girişimi ve Gezi.
Hatta Kavala’nın gözaltına alındığı soruşturmanın diğer şüphelileri arasında ABD Konsolosluk görevlisi Metin Topuz, MİT TIR’ları dosyasının sanıklarından sivil imamlar Bayram Andaç ve Muharrem Gözüküçük de vardı.
İddianamesi yazılana kadar Kavala, aralarında en küçük temas bile bulunamayan Metin Topuz’la aynı dosyanın tutukluları oldular.
Soruşturmanın ileri aşamasında ise Kavala ile aralarında bir bağ bulunamayan bu isimler dosyadan sessizce buharlaştı.
Osman Kavala’yı bir yıl önceki darbe girişimine bağlamak için başka bir isim bulundu:
İstanbul doğumlu Amerikalı Türkiye uzmanı akademisyen Henri Barkey.
Tutuklama gerekçesinde bu bağlantı şöyle kurulmuştu:
“15 Temmuz 2016’daki darbe girişimiyle ilgili 15-16 Temmuz 2016’da Büyükada Splendid Otel’de yapılan darbe teşebbüsü sürecinde, darbenin organizatörlerinden Henry Jack Barkey ile yabancı uyruklu kişi ve kişilerle olağanın ötesinde yoğun irtibat kurarak darbe teşebbüsüne katılmak suretiyle Anayasal düzeni cebir ve şiddet yöntemleri ile değiştirmek suçunu işlediğine dair bulgu ve delillere ulaşıldığı.”
“Baş şüpheli” Henri Barkey’in adının bile yanlış yazıldığı bu gerekçede üzerinden bir buçuk yıl geçmiş ve hakkında herhangi bir soruşturma açılmamış bir toplantı yeniden masaya getirilmişti.
Peki, neydi 1.5 yıl önceki Büyükada toplantısı ve Kavala’nın “darbenin organizatörlerinden Henry Jack Barkey ile olağanın ötesinde yoğun irtibatı?”
ABD’den başında Barkey’in olduğu Woodrow Wilson Enstitüsü ile Türkiye’den Küresel Siyasal Eğilimler Merkezi’nin (GPOT) “2015 Temmuz ayında İran ile varılan nükleer anlaşmanın birinci yıldönümünde İran ve bölgedeki gelişmeleri konuşmak” amacıyla düzenlediği, programı aylar önceden belli olmuş, tarihi bir kez ertelenmiş, yapılacağı internet sitesinde ilan edilmiş gizli saklı olmayan “İran ve Komşuları” adlı program dünyadan ve Türkiye’den bir grup İran uzmanının katılımıyla 15- 16 Temmuz günleri Büyükada’da yapılmıştı.
16-17 Temmuz günleri yapılan çalıştayın oturumlarının başlıkları şöyleydi: Ortadoğu’da Yeni Bir Soğuk Savaş mı var? İran’ın Bölge Algısı. Türkiye’nin İran’a Bakışı ve Bölgesel Gerilimler. Suriye: Yüzyılların Gerilimi. Türkiye ve İran Arasında Irak. Mısır ve Afganistan.
Çalıştaya davetli olan 3’ü Türk ve 9’u yabancı uzman ve akademisyenin de çoğunun uzmanlık alanı Türkiye değildi.
Toplantı için Kabil’den gelen Mesud Karokhail, Afganistan’ın ilk dış politika think-tanklerinden birinin kurucusu ve direktörüydü. Samir Sumaida’ie, 74 yaşında Iraklı eski bir siyasetçi ve Irak’ın eski ABD elçisiydi. Ahmed Mursi, George Washington Üniversitesi’nde Mısır-İran ilişkileri üzerinde uzman olan bir akademisyendi. Georgetown Üniversitesi’nden Merve Davudi Suriye uzmanıydı. İranlı Ellie Geranmayeh Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin, sık sık ABD televizyonlarına çıkan, gazetelerinde yazan ünlü İran uzmanlarındandı. Ellen Laipson, Obama yönetiminde danışmanlık yapmış, BM’de görev yapmış tecrübeli bir isimdi. Ali Vaez ise Uluslararası Kriz Grubu’nun İran projesi direktörüydü. Türkiye’den katılan akademisyen Şaban Kardaş Dışişleri Bakanlığı’na çok yakın olan ORSAM’ın başkanı, Bayram Sinkaya ise Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim görevlisi ve Türkiye’nin önde gelen İran uzmanlarından biriydi.
Tek bir sorun vardı: İran nükleer anlaşmasının yıldönümüne denk getirilen toplantı için konukların Büyükada’ya geldiği gece 15 Temmuz darbe girişimine denk gelmişti.
Yabancı uzmanlar olayı anlamaya çalışmış, bazıları darbeyle ilgili İngilizce tweetler atmış, bazıları yabancı kanallara bağlanıp yorum yapmıştı.
Ertesi gün toplantıya devam kararı alınmış, toplantı darbeyi kınayan bir açılış konuşmasıyla başlamış, programda belirlenen başlıklar tartışılmış, iki gün sonra da herkes evlerine geri dönmüştü.
Hatta İzmir doğumlu Henri Barkey gibi Amerika’dan gelen bazı konuklar toplantının ardından birkaç gün daha Türkiye’de kalıp tatil bile yapmıştı.
Fakat gözün gözü görmediği, havada türlü iddianın uçuştuğu günlerdi.
Toplantının aslında CIA tarafından darbe girişimini yönetmek için yapıldığıyla ilgili medyada ileri sürülen iddialar, manşetlere çıktı ve soruşturma açıldı.
Her şeyi başlatan bu medya kampanyasının faillerine en sonda tekrar döneceğiz.
Bu manşetlere emniyet kayıtsız kalamadı, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, “15-07-2016 tarihinde gerçekleşen FETÖ/PDY Terör Örgütü’nün darbe girişimi ile ilgili olarak basında “Büyük Adada bulunan Splendid Hotel de CIA ajanlarının Büyük Adada Darbe toplantısı yaptıkları” şeklinde haberlerin yer aldığı tespit edilmiştir” diye başlayan bir soruşturma açarak 4 Ağustos 2016’dan itibaren çalıştaya katılan ve Türkiye’de bulunan isimler Emniyet’e davet edip ifadelerini aldı.
Kimse gözaltına alınmadı, toplantıyla ilgili ileri sürülen dev iddiaları ve manşetleri karşılamayan yine OHAL şartları için hukuki standartları yüksek, rutin bir soruşturmaydı bu.
Peki bütün bunların Osman Kavala ile ilgisi neydi?
Kavala, İran uzmanı değildi.
Büyükada toplantısına ne davetliydi, ne de katılmıştı.
Bu soruşturmada Osman Kavala’nın ismi ilk olarak toplantıyı organize eden GPOT yöneticilerinden, uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan Slovak asıllı akademisyen Slyvia Tiryaki’nin emniyette verdiği ifadede geçti.
Tiryaki, medyanın ve savcılığın gizli darbe toplantısı olduğunu iddia edeceği toplantıyı ayrıntılarıyla anlattı.
KRT’den Sultan Eylem Keleş’in ilk kez yayınladığı Emniyet’teki bilgi alma tutanağına göre Tiryaki, 15 Temmuz gecesi kendisini arayan “Slovakya, Çek Cumhuriyeti ve Polonya’dan haber kanallarına darbenin başarısız olacağını, demokrasinin kazanacağını, halkın askerlere karşı büyük bir özveriyle demokrasiye sahip çıktıklarını” söylemişti.
https://www.krttv.com.tr/gundem/o-yemegin-taniginin-ifadesine-krt-ulasti-h131227.html
İfadede Tiryaki, ortalık sakinleştiği için devam etme kararı alınan toplantının açılışında konuşan Henri Barkey’in “darbenin ne kadar kötü bir durum yarattığını ama sonunda demokrasinin kazandığını” belirttiğini de anlatmıştı.
Ama soruşturma açısından kritik olan bu ifadelerin hiçbiri dava dosyasına girmedi.
Ama Tiryaki’nin toplantıdan iki gün sonra Karaköy Lokantası’nda gittiği yemekle ilgili anlattıklarından biri soruşturmayı yapan polislerin ilgisini çekmişti.
Slyvia Tiryaki, 17 Temmuz günü yapılan son oturumlarla biten toplantıdan sonra Büyükada’dan vapurla ayrılıp Kabataş’a oradan da evine gitmiş, toplantının diğer yabancı katılımcıları ise birkaç gün daha İstanbul’da vakit geçirmek için Beyoğlu Tünel’deki bir otele yerleşmişti.
Hiçbirşey medyada anlatılan “gizli darbe toplantısı” hikayesine benzemiyordu.
Tiryaki, toplantıya katılan Georgetown Üniversitesi’nden Arap asıllı İsviçre vatandaşı Ortadoğu uzmanı Doç. Dr. Marwa Daoudy ile ertesi gün akşam yemeği için sözleşmişti.
Yemek için seçtikleri yer ise tavsiye üzerine Karaköy Lokantası’ydı.
Gerisini onun ifadesinden okuyalım:
“Lokantaya girdiğimde Marwa Daoudy henüz gelmemişti, ben masaya oturdum ve yemeye başladım. Yaklaşık 10-15 dakika sonra Marwa Daoudy geldi ve masaya oturdu. Marwa masaya oturduktan yaklaşık 5-10 dakika sonra bizim arkamızdaki masaya bir grup geldi ve oturdu. Bu grup arasında kendisini daha önce açılışlardan tanıdığım Osman Kavala’yı gördüm. Kendisiyle selamlaştık ve nasılsın iyi misin şeklinde 1-2 dakika kadar ayakta sohbet ettikten sonra kendi masama oturdum. Osman Kavala da arkamızda oturan grubun bulunduğu masaya geçti. Osman Kavala’nın oturduğu masadan herhangi bir kimseyi tanımıyorum. Biz Marwa ile sohbet ettiğimiz esnada lokantaya Henri Barkey girdi. Bizi görünce bulunduğumuz masaya geldi ancak oturmadı. Adadan sonra kalmış oldukları Tünel Residance Hotel’in kötü bir yer olduğu konusunda konuşmaya başladı, o esnada benim telefonum çalınca ben masadan uzaklaştım. Telefon konuşmam bitip masaya geldiğimde Henri Barkey yan tarafta bulunan masaya oturdu ve beklemeye başladı. Bir müddet sonra Henri’nin bulunduğu masaya 35-40 yaşlarında mavi elbiseli bir bayan geldi ve oturdu. Lokantadan ilk olarak Osman Kavala’nın bulunduğu grup ayrılacağı esnada Osman Kavala, tekrar benim bulunduğum masaya geldi, kendisini Marwa Dauody ile tanıştırdım, sonra da lokantadan ayrıldılar. Henri Barkey ve yanında bulunan bayan şahsın lokantadan ne zaman ayrıldığını hatırlamıyorum ama lokantadan en son Marwa Dauody ile ben ayrıldım yani Henri Barkey giderken bizim yanımıza uğramadı. Lokantadan ayrıldıktan sonra ben arabamı alıp evime gittim, Marwa ise otele gitti.”
İfadeyi dikkatle okuyunca daha önce bu köşede de yazılmış bir bilginin doğru olmadığı ortaya çıkıyor:
Aslında Slyvia Tiryaki ifadesinin hiçbir yerinde Kavala ve Barkey’in lokantada ayaküstü karşılaştığından bahsetmemişti.
Sadece ikisinin aynı akşam lokantada farklı gruplarla yemek yediğini anlatmıştı.
Polis tutanaklarına göre bu ifadeden sonra 8 Ağustos 2016 akşamı polis, Karaköy Lokantası’na gitti ve 18 Temmuz 2016 gününe ait kamera görüntülerini almak istedi.
Ama lokantadaki güvenlik kamerası kayıtları eskiye doğru uzun süre tutulmuyordu, görüntüler bulunamamıştı. Aynı güne ait lokantanın rezervasyon defterinin fotokopisi alınmıştı.
Ama ifadelerden ve toplanan bu delillerden de herhangi bir sonuç çıkmamıştı.
O yüzden bir buçuk yıl önceki bu soruşturmada polis Kavala’nın ifadesini bile alma ihtiyacı duymamıştı.
Zaten Büyükada’daki toplantıdan darbenin yönetildiği iddiası ile başlatılan bu soruşturmada 1.5 yıl boyunca herhangi bir gelişme de olmadı.
Ta ki 19 Ekim 2017 günü Antep’ten İstanbul’a gelen Osman Kavala, uçağın kapısında gözaltına alınana kadar.
Kavala’ya Emniyet’teki sorgusunda 2013-2017 yılları arasında telefonda konuştuğu onlarca insanın adı ve onlarla ilişkisi soruldu.
Bu telefon dinlemelerin 2013 yılına ait olanları cemaatçi polislerin Gezi döneminde başlattıkları soruşturmadaki dinleme arşivinden elde edilmişti.
Yani Kavala için zehirli ağacın zehirli meyveleri raftan indirilmişti.
Sorulardan anlaşıldığına göre Kavala hakkında 2016-2017 yılları arasında da bir telefon dinleme kararı alınmıştı.
Telefon kayıtlarına göre Kavala’ya ilişkisi sorulan isimler arasında eski AB Türkiye temsilcisi Marc Pierini’den ünlü karşılaştırmalı edebiyat profesörü Jale Parla’ya, Ermenistan’daki bir sanat eleştirmeninden Kavala Belediye Başkanı’na herkes vardı.
Peki kim yoktu?
Henri Barkey.
Tutuklanma gerekçesinde aralarında “olağanın ötesinde yoğun irtibat” olduğu iddia edilecek kişi.
Çünkü ikisi arasında bir telefon konuşması bulunamamıştı.
Peki ne bulunmuştu?
Telefonlarının sinyal verdiği yakın baz istasyonları…
Polisin mantığı şöyleydi; telefonları yakın baz istasyonlarında sinyal verdiğine göre görüşmüş olmalıydılar.
Delilsizlikten bulunmuş bu zorlama irtibatla Kavala’ya bir dizi Barkey sorusu sorulmuştu.
İlk soru şöyleydi:
“15.07.2016 TARİHİNDE ÜLKEMİZDE GERÇEKLEŞTİRİLMEYE ÇALIŞILAN DARBE GİRİŞİMİ İLE İLGİLİ 15-16 TEMMUZ 2016 TARİHLERİNDE BÜYÜK ADA’DA BULUNAN SPLENDİD HOTEL’DE YAPILAN TOPLANTIYA KATILDIĞI TESPİT EDİLEN HENRİ J. BARKEY İSİMLİ ŞAHSI TANIRMISINIZ? TANIYOR İSENİZ EĞER HANGİ TARİH/TARİHLERDE NERDE GÖRÜŞTÜNÜZ? BU HUSUSTA İFADE YERİNİZ?”
Kavala daha ilk soruda Barkey ile tüm tanışma hikayesini ayrıntılarıyla anlatmıştı. Ve tabii en son 2016’da Karaköy Lokantası’nda karşılaştıklarını da:
“Henri Jack BARKEY isimli şahsı tanıyorum. Kendisi ile 2000 yılında beri tanışıyoruz. Kendisi ile İstanbul'da düzenlenen birkaç uluslararası toplantıda bir araya geldik. Bir araya geldiğimiz konferanslara İstanbul Forum isimli panel-konferansı örnek verebilirim. Bu ve benzeri konferans tarzı geniş katılımlı toplantılar bölgedeki ekonomik, siyasi, demokratik gelişmeler ile ilgili sunumlar ve bilgi paylaşımı formatında olmaktadır. Genel olarak bu toplantılarının tamamının tarihlerini hatırlayamıyorum. Hatırladığım kadarı ile kendisi ile en son 2011 yılında İstanbul’da düzenlenen konferansta karşılaşmıştık. Henri Jack BARKEY akademisyen ve Türkiye üzerine çalışan bir düşünce kuruluşunun yöneticisidir. Bu konferanslar dışında kendisi ile yakın bir ilişkim olmamıştır. Toplantılar vesile ile geldiği zaman karşılıklı bir kaç kahve sohbetimiz olmuştu. Henri Jack BARKEY’in kız kardeşi Karen BARKEY Columbia Üniversitesinde antropoloji profesörüydü şimdi Berkeley Üniversitesinde görev yapmaktadır. Karen BARKEY ile bir süreden beri Paylaşılan Kutsal Mekânlar adlı bir sergi hazırlama konusunda görüşüp birlikte çalışıyoruz.
Henri Jack BARKEY ile 18 Temmuz 2016 tarihinde akşam yemeği için gittiğim Karaköy lokantasında tesadüfen karşılaştım. Ben o akşam kültürel miras konusunda uzman olan Prof. Christina Maranci ve Prof. Scott Redford ile yemek yiyordum. 15-16 Temmuz tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşen UNESCO toplantısında Ani’nin Dünya Kültür Mirası listesine kabul edilmesi sonrasında Ani ile ilgili uluslararası bir sergi yapılmasını görüştük.
Henri Jack BARKEY lokantaya girdiği zaman kendisi ile selâmlaştık ve onu misafirlerimle tanıştırdım ancak kendisi bizimle birlikte oturmadı. Kiminle oturduğunu hatırlamıyorum. Lokanta’da aym akşam Kültür Üniversitesinde çalışan daha önce Tesev’deki çalışmalarından tanıdığım akademisyen Silvia Tiryaki de başka bir masada oturuyordu onunla da selâmlaştık.
Bunların dışında Prof. Christina Maranci ve Prof Scott Redford ile anılan tarihte yapılan görüşmemiz önceden planlanmıştı bununla ilgili mail yazışmalarımız mevcut olup savcılık aşamasında bu delilleri sunacağız.”
Sorguda bir kere de şöyle soruldu.
“18.07.2016 TARİHİNDE HENRİ J. BARKEY İLE KARAKÖY’DEKİ BİR LOKANTADA GÖRÜŞTÜNÜZ MÜ? GÖRÜŞTÜ YSENİZ EĞER SİZİ ORAYA KİM DAVET ETTİ? BU LOKANTAYA SIK SIK GİDERMİŞİNİZ? GÖRÜŞMENİN MAHİYETİ NEDİR?”
Kavala bu soruya yukarıda cevabını verdiğini söyledi.
Yani Karaköy Lokantası’nda Kavala ve Barkey’in karşılaşıp, ayaküstü sohbet ettikleri bilgisinin kaynağı kimdi?
Tabii ki Osman Kavala.
Kavala gözaltına alınıncaya kadar polisin elinde sadece aynı akşam Henri Barkey ile Karaköy Lokantası’nda olduklarını gösteren bir tanık ifadesi vardı.
Kavala, soruya büyük bir dürüstlükle verirken 2011 yılında bir konferansta tanıştığını söylediği Barkey ile en son 18 Temmuz 2016 akşamı Karaköy Lokantası’nda tesadüfen karşılaştıklarını, selamlaştıklarını, yemek yediği misafirleriyle onu tanıştırdığını, sonra da Barkey’in başka bir masaya geçtiğini bizzat kendisi ayrıntılarıyla anlatmıştı.
Polisin ondan öğrendiği bu ayaküstü görüşme bilgisinden gizli bir darbe görüşmesi çıkarıp, bu irtibatın da daha sonra üzerine müebbet hapis cezası olarak yıkılacağını bilmeden.
Gerisini Osman Kavala’nın bu tartışmalarla ilgili açıklamasından okuyalım:
“Henri Barkey geçen gün, 18 Temmuz 2016 tarihinde Karaköy lokantasında kendisi ile yemek yiyen kişinin ben olmadığımı açıkladı. Savcılık bu gerçeği baştan beri gayet iyi biliyordu.
Emniyet görevlileri lokantada yaptıkları araştırmada, o akşam kimlerin hangi masalarda oturduğu bilgisine ulaşmıştı; Emniyet’te yapılan sorgumda da bu durum teyit edilmişti. “Gezi olaylarını organize etmek” ve “15 Temmuz darbe girişimine katılmak” suçlamalarıyla karşılaştığım sorgulama sırasında, Barkey ile lokantada sadece selamlaşmış ve ayaküstü konuşmuş olmamdan söz edilmişti ve bu, aramızda temas olduğunun delili olarak gösterilmişti. Ancak, Gezi davasının beraatle sonuçlanmasından sonra hazırlanan, benim Barkey ile 15 Temmuz darbe girişimini organize ettiğimi ve casusluk faaliyetlerinde bulunduğumu içeren ikinci iddianamede, bu olay planlı bir buluşma ve bir görüşme olarak değiştirildi.”
Peki neden bir lokantadaki ayaküstü buluşmaya bu kadar büyük anlamlar yüklenmişti.
Daha sonra iddianameye ne Slyvia Tiryaki’nin ayrıntılı ifadesi ne de karşılaşma bilgisini ilk Kavala’nın ifadesinde söylediği bilgisi girdi.
Üstelik lokantada ayaküstü karşılaşma iddianamede planlı bir akşam yemeğinde görüşmeye dönüştürüldü.
Ama savcılığa göre Kavala ve Barkey arasındaki tek irtibat Karaköy Lokantası’ndaki karşılaşma değildi.
Tutuklama gerekçesinde ve daha sonraki iddianamelerde Kavala’nın “Barkey ile olağanın ötesinde yoğun irtibatı?” olduğu iddia edilmişti.
Polis sorgusunda bu “irtibatlar” da Kavala’ya soruldu:
“09.03.2016 TARİHİNDE HENRİ J. BARKEY İLE GÖRÜŞTÜNÜZ MÜ? GÖRÜŞTÜYSENİZ EĞER GÖRÜŞME YERİ VE MAHİYETİ NEDİR?
18.07.2016 TARİHİNDE HENRİ J. BARKEY İLE ŞİŞLİ'DE BULUNAN MENKA A.Ş İSİMLİ İŞYERİNİZDE GÖRÜŞTÜNÜZ MÜ? GÖRÜŞTÜYSENİZ EĞER GÖRÜŞME MAHİYETİ NEDİR?
YAPILAN TEKNİK ÇALIŞMALARDA 27.06.2016 TARİHİNDE SİZİN DİYARABAKIR İLİNDE BULUNDUĞUNUZ,
28-06-20 TARİHİNDE HENRİ J. BARKEY İLE ŞİŞLİ'DE BULUNAN MENKA A.Ş İSİMLİ İŞYERİNDE BERABER BULUNDUĞUNUZ,
SONRASINDA 30.06.2016 TARİHİNDE HENRİ J. BARKEY'İN DİYARBAKIR İLİNDE BULUNDUĞU ANLAŞILMIŞTIR.”
Başsavcılık çok güvendiği bu “yoğun irtibatları” Sabah gazetesine sızdırdı:
“Barkey ile Kavala 93.5 saat görüştü”
“FETÖ soruşturmasında tutuklanan işadamı Osman Kavala ile eski CIA danışmanı Henri Barkey'in 'görüşmedik' yalanını ortaya atması ve Washington Post'un da iki ismi destekleyen makaleye yer vermesine HTS kayıtlarıyla ispat geldi. Başsavcılığın incelettiği telefon dökümlerinde Barkey, Kavala'nın şirketine ait olan ancak şirket görevlileri ya da Kavala'nın yakınlarının kullanımındaki telefonlarla 93 saat 34 dakika 1 saniye görüşme yaptı. İşte Başsavcılığın tespitleri:
Kavala, 28 Haziran 2016'da Şişli'de sahibi olduğu Menka Ticaret ve Sanayi A.Ş.'de ve iki gün sonra da Diyarbakır'da Barkey'le birlikteydi.
Barkey, 7 Haziran seçimlerinden bir hafta önce 31 Mayıs 2015'te ABD'den geldi ve HDP'nin seçim çalışmalarını yürüten Osman Kavala ile görüştü. 8 Haziran'da Türkiye'den ayrıldı. Barkey, Kavala'nın eşi Ayşe Hale Kavala'nın telefonuyla 12 saat 54 dakika 36 saniye, Osman Kavala'nın ablası Reha Kavala'nın telefonuyla da 1 saat 31 dakika 29 saniye görüştü. Şirketin yönetim kurulu üyesi olan Zeki Türkkan'ın telefonuyla 1 saat 37 dakika, genel müdür Şenel Durmuşkaya'nın telefonuyla da 54 dakika görüştü. Barkey, Kavala ile bu isimler üzerinden irtibat kurdu.”
93.5 saatlik telefon görüşmesi iddiası üzerine Kavala’nın avukatları gazeteye sızdırılan bu HTS raporlarının kendilerine de verilmesini istediler.
Nihayet raporlar kendilerine verilince gerçek ortaya çıktı.
Bu 93.5 saat telefon görüşmesi değil, her ikisinin telefonlarının yakın baz istasyonlarından sinyal verdikleri toplam süreydi.
Ama herhalde sadece Kavala’nın telefonunun baz sinyal rakamı yeterli bulunmayınca eşinin, kardeşinin, şirket çalışanlarının telefonlarının ortak sinyal sayısı da buna eklenmiş ve 93.5 saat rakamına ulaşılmıştı. Gazete de bunu 93.5 saat telefonda görüştüler diye manşet yapmıştı.
Yakın baz istasyonlarında telefonun sinyal vermesiyle sadece Kavala ve Barkey değil, bu irtibatı delil olarak kullanan Çağlayan’daki savcı, Balmumcu’daki gazeteci de Barkey ile irtibatlı gösterilebilirdi.
Hatta yıllar sonra bunu geçen hafta yine delil olarak yazan Sabah-Takvim yazarları da..
Bu “yoğun irtibat”ın çökmesiyle Kavala iddianamesi uzun süre yazılamadı.
Ancak bir yıl sonra, yeni bir Gezi operasyonu yapıldı, yeni sanıklar bulundu ve Kavala’ya yönelik suçlamalar tekrar Gezi olaylarına bağlanarak yazılabildi.
Gerisi malum.
Peki, bu komplolar yumağına ilk düğümü kim atmıştı?
Bütün suçlamalar silsilesini başlatan Büyükada’daki gizli olmayan bir İran toplantısının bir darbe toplantısı olarak sunulması olmuştu.
Bunu ilk kim yapmıştı?
Geçen hafta Kavala’nın hapiste olmasının sorumluluğunu Aydıntaşbaş ve Barkey’e yıkanların çok yakından tanıdığı bir isim…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nden beş gün sonra 20 Temmuz 2016 günü Soner Yalçın, Sözcü’de “Darbeyi izleyen bir çift göz” başlıklı bir yazı yazdı.
Ortalığın toz duman olduğu günlerdi.
Yazıda, ‘İzmir doğumlu Yahudi bir aile’den gelen, ‘CIA, Ergenekon operasyonları, Öcalan, Demirtaş bağlantılı’ bir Henri Barkey portresi çizildikten sonra o ana kadar duyulmamış bir iddia ilk kez dillendirilmişti:
“Fethullah Gülen’e sürekli övgüler düzen “Ilımlı İslam” teorisyenlerinden Henri Barkey, darbe gecesi İstanbul Büyükada Splendid Palace’da konuktu. Niye acaba?”
https://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/soner-yalcin/darbeyi-izleyen-bir-cift-goz-1322280/
Bu yazıya kadar toplantıya katılanlar ve dar bir akademik çevre dışında kimse Büyükada’da böyle bir toplantı yapıldığından bile haberdar değildi.
Slyiva Tiryaki’nin ifadesine göre toplantıyı izleyenlerden biri Cumhuriyet yazarı Nilgün Cerrahoğlu’ydu. Ama o da bu tartışmalar sırasında çıkıp toplantıyla ilgili komplo teorilerine itiraz etmemişti.
Üç gün sonra 23 Temmuz 2016 günü bu iddiayı, geçen haftaki kampanyaya “Üzgünün Aslı, Henri seni perdeleme için kullandı” teziyle katılan Türkiye gazetesi yazarı Fuat Uğur alıp biraz daha geliştirdi.
Ama bu kez perdeleme için kullanılan Barkey’di.
“Henri Barkey kamuflaj, asıl gelen Graham Fuller miydi?” başlıklı yazıda, Barkey’in Türkiye’ye havaalanından giriş ve çıkış saatleri dakikasıyla verilmişti ama yazarın İsrail’den olduğunu söylediği kaynaklarının daha büyük bir iddiası vardı:
“Henri Barkey ile hedef şaşırtıldığını ve Graham Fuller’in bizzat darbeyi yönetmek üzere darbe günü Türkiye’ye geldiğini ifade ediyorlar. Graham Fuller, Yunanistan’da Dedeağaç’a indirilen helikopterin içindeydi. Çünkü FETÖ’cü subaylara bu görev verilmişti. Helikopter Dedeağaç’a indiğinde Amerikalı görevliler oradaydı ve Graham Fuller’i alıp götürdüler.”
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/592475.aspx
Teorinin bu versiyonu hızla yayıldı. Ana akım medyada haber oldu, sosyal medyada ve Whatsapp gibi platformlarda dolaşıma girdi.
Üç gün sonra 26 Temmuz’da bu kez Sabah gazetesinde “O gece bu otelde CIA mesaideydi” başlıklı daha iddialı bir haber çıktı.
Habere göre polis bu iki yazı üzerine Büyükada’daki Splendid Oteli’ne gidip, çalışanları sorgulamıştı. İddiaların merkezinde artık Fuller değil, Barkey ve onunla birlikte ‘darbe toplantısına’ katılan 17 kişilik ‘gizemli ekip’ vardı. Haber, ezoterik bir sonla bitiyordu:
“17 kişilik gizemli ekipte yer alan FETÖ hayranı ABD'li profesör Henri Barkey 19 Temmuz'da otelden ayrılırken resepsiyoniste üzerinde Pensilvanya yazılı bir çan bıraktı”
https://www.sabah.com.tr/gundem/2016/07/26/o-gece-bu-otelde-cia-mesaideydi
Aynı iddiayı 1 Ağustos 2016 günü AK Parti’nin daha sonra diğer Büyükada davasında da iddiaların kaynaklarından biri olan Erzurum Milletvekili Orhan Deligöz tekrarladı. Helikopterle Yunanistan’a kaçan 8 askerin Büyükada’dan Graham Fuller’i kaçırdıklarını iddia etti.
3 Ağustos 2016 günü Akşam gazetesi tam sayfa “15 Temmuz gecesinin 10 karanlık yabancısı” manşetiyle çıktı.
Manşete göre “Gizlice özel bir tekneyle Büyükada’ya gelen 10’u yabancı 16 isim, burada da özel bir iskeleye yanaşmış, 2 günlük rezervasyonu olan ekip, kalkışma başarısız olunca da otelden apar topar ayrılmıştı...”
“Toplantıya katılanların ortak özelliği Irak, Mısır, Suriye ve İran üzerine uzman olmaları ve tüm darbe ve iç savaş olan ülkelerde bu isimlerin hep ön plana çıkması”ydı.
Ama en dikkat çekici bilgi şuydu:
“Toplantıda belki de en dikkat çeken isim Scott Lee Peterson isimli 44 yaşındaki azılı katildi. 2002 yılında hamile olan karısı Laci Peterson’ı öldürmekten birinci derece cinayet ile hüküm giyen Peterson, ABD’de en azılı suçlularının kaldığı California’daki San Quentin Devlet Hapishanesi’nde mahkum. Hakkında ‘iğneyle idam cezası’ hükmü verilen Peterson davayı temyize taşıdı. 13 Temmuz günü İstanbul’a gelen Peterson hala çıkış yapmadı. Mahkum olarak görünen Peterson’un hangi amaçla ve nasıl Türkiye’ye getirildiği ise soru işaretiydi.”
http://www.aksam.com.tr/guncel/15-temmuz-gecesinin-c210-karanlik-yabancisi-c2/haber-538961
Haber çıktığı gün dalga konusu oldu. Çünkü Scott Lee Paterson, Amerika’da karısını öldürmekten idam cezası almış, günlerce medyada konuşulmuş hapisteki bir katildi.
Gazete toplantıya eş durumundan katılan Amerikan Christian Science Monitor gazetesinin aynı adlı Türkiye muhabiri Scott Lee Paterson’ı birbirine karıştırıp heyecanlı bir hikaye uydurmuştu.
Bu gerçek ortaya çıkınca gazete ertesi gün “Katil Yunanistan’a kaçtı!” başlıklı haberle yanlışını toparlamaya çalıştı:
“Kayıtlara göre Peterson 'VN2100' koduyla halen hapishanede görünüyor. Böylesine bir azılı suçlunun, ABD'nin en güvenlikli cezaevinden nasıl çıkarıldığı ise akıllarda büyük soru işareti uyandırdı. İddiaya göre idam mahkumu Scott Peterson'un bazı gizli anlaşmalar yaparak Türkiye' ye getirildi, kendisine verilecek suikastleri başardığı takdirde ise hakkındaki temyiz davasının da olumlu sonuçlanacaktı. İstihbarat yetkilileri deşifre olan idam mahkumunun deniz yoluyla Yunanistan'a kaçtığı bilgisi üzerinde duruyor.”
Neredeyse bir polisiye filme dönen gazetelerdeki Büyükada haberlerini toplantıyı organize eden isimler yalanlıyordu ama o kakafonide sesleri duyulmadı.
Bir buçuk yıl sonra Kavala işte bu komplolar gayya kuyusuna atıldı ve beş yıldır da oradan çıkamıyor.
Şimdi de bu gayya kuyusuna ilk kazmayı vurmuş olanlar, sıradan bir toplantıdan darbe toplantısı, Barkey’den CIA ajanı çıkaranlar hiç bundan mahcubiyet duymadan suçu başkanlarına atmaya çalışıyor.
Ulusalcılar ve iktidar destekçisi isimler altı yıl önce olduğu gibi yine paslaşıyor.
Bu deli saçması komplo teorisinin ortasında Aslı Aydıntaşbaş’ın “Hayır, Karaköy Lokantası’nda Henri Barkey ile ben yemek yedim” demesinin Kavala’ya bir faydası olmazdı en fazla Aydıntaşbaş ın da başı ağrıtılırdı.
Ama galiba bu haberlerin motivasyonu da buydu.
Bir liberali daha günah keçicisi ilan etmenin verdiği büyük haz.
Bir haftalık bu kısa ilgi, komplo teorileri yumağına dönmüş davadaki karmaşayı daha fazla artırmaktan, delil klasörünün yerine Kavala’nın sırtına yüklenmiş şüphe, evham ve önyargı yığınını büyütmekten başka bir işe yaramadı.
Amaç üzüm yemek olmayınca…