Mahpusluk: Gizlilikten aleniyete;İşkence: Aleniyetten gizliliğe

Hilmi Yavuz

Türkiye'de yıllardır işkence uygulamalarından söz edilir ve nedense bu işkencelerin önü alınamaz. 12 Mart ve 12 Eylül gibi, rejimin işkence ve işkencecilik üzerine inşa edildiği, iktidarın işkence ile özdeşleştiği ya da daha doğru bir deyişle işkencenin iktidar olduğu dönemleri bile yaşadık.

'Ziverbey Köşkü'nün, bir işkence metaforu olarak siyasal hayatımızın simgelerinden biri haline geldiğini kim gözardı edebilir?

Daha önce de yazdım: İşkencenin icadının tarihöncesi var. Talat Asad'ın, Ortaçağ Hıristiyanlığında bedene acı verici uygulamalar üzerine, 'Economy and Society' dergisinde yayımlanan makalesine göre, hakikatin öğrenilebilmesi için işkenceyi hukuksal bir pratik olarak legal sistemin içine alıp kurumsallaştıran Roma Hukuku olmuştur. Asad'ın Esmein'den aktardığına bakılırsa, Roma'da önceleri, işkence sadece kölelere uygulanırken, İmparatorluk döneminde 'vatana ihanet'le suçlanan yurttaşlara (özgür Romalılara) da uygulanmaya başlanmıştır. İşkencenin, daha önce de, pagan dinlerinde dinsel bağlamda uygulandığını biliyoruz; ama sanık ya da sanıklardan doğruyu söylemelerini sağlamanın yasal yollarından biri olarak, ilk defa Roma Hukuku'nca meşrulaştırılmış olduğunu da belirtmek gerekiyor. Talat Asad, işkencenin, 12. yüzyılın başlarından itibaren Ortaçağ Hıristiyan Avrupa hukukunda da yer bulduğunu; 14. yüzyılda yaygın bir göreneğe dönüştüğünü bildiriyor.

İşkencenin, sanığın hakikati söylemesi için uygulanan bir sorgulama pratiği ('quaestio') oluşu kadar, bir cezalandırma pratiği olarak da, İktidar'la ilişkili olduğunu Foucault'dan öğreniyoruz. Foucault'nun o çok bilinen 'Surveiller et Punir' ('Gözetleme ve Cezalandırma') adlı çalışması, 1757 yılında Fransa kıralı XV. Louis'ye karşı başarısız bir suikast girişiminde bulunan Damiens adında birine verilen cezanın infazı sahnesiyle başlar. Foucault'nun Damiens'e uygulanan işkenceyi en ince ayrıntılarına kadar ürpertici, dahası dehşet verici bir biçimde anlattığı bu sahne şöyledir: Damiens'in göğüs, kol ve bacaklarındaki et parçaları kızgın bir kerpetenle teker teker koparılır. Majestelerinin yaşamına kastettiği eli, kükürtle yakılır. Daha sonra da vücudu (geriye ne kaldıysa!) dört ata bağlanarak dört parçaya ayrılır ve yakılarak kül edilir... Foucault üzerine kuşatıcı bir çalışma yapmış olan J.G. Merquior, bunları aktardıktan sonra, Damiens'e uygulanan bu işkencenin 'dini bütün Paris halkının gözleri önünde' cereyan ettiğini de özenle vurguluyor.

Bedene yönelik işkencenin sırasıyla dinsel, hukuksal ve siyasal bağlamda sorgulama ve cezalandırma pratiği olarak dönüşümü, Avrupa'da 1830'larda tamamlanır. Merquior, 'geçmişteki yoğun işkence[nin] 1830'lara gelindiğinde, yerini biçimsel kurallara düşkün ince yönetmeliklere bırak[tığını]' belirtir ve 'bu değişik[liğin] fiziksel işkencenin kaybolmasında kendini göster[diğini]' bildirir. Artık işkence, Foucault'ya göre, cezaevlerine konulanların 'günlük yaşamına ilişkin kılı kırk yaran yönetmelik'te gizlidir. Modern cezaevleri, (Merquior'un deyişiyle) 'ne zaman gözetlendiklerini bilemeyen mahpuslar[ın] her zaman izleniyormuş gibi davranmak zorunda kal[dıkları]' aydınlık yapılardır. Gizli ve karanlık zindanlar sahneden çekilmiş, yerini aydınlık ve gözetlenebilir hücrelere bırakmıştır.

Burada kışkırtıcı bir dönüşüm söz konusu: Mahpusluk, karanlık zindanlardan aydınlık hücrelerde alıkonulmaya dönüşürken, işkence, Damiens örneğinde görüldüğü gibi, aleni ve açık bir uygulama olmaktan kapalı ve gizli mekanlarda icra edilen bir pratiğe dönüşmüştür. İşkence, Damiens'e uygulandığı gibi,

halkın 'gözü önünde' icra edilen açık ve aleni bir uygulama değildir; sadece işkencecilerin olduğu; işkence edenlerle işkence edilenin bulunduğu kapalı ve gizli mekanlarda gerçekleşmektedir artık.

Bu tuhaf bir çelişki gibi görünmüyor mu? Şöyle: Aydınlanma sonrasında cezaevleri, karanlık zindanlardan günde 24 saat aydınlatılan hücrelere ya da başka bir deyişle söylersem, gizlilikten aleniyete doğru evrilirken, işkence tam tersine, aleniyetten gizliliğe doğru evrilmektedir. Dolayısıyla, bana göre elbet, Foucault'nun önesürdüğü gibi, Aydınlanma sonrasında, sadece açık hücrelerde zihinlerin denetimi değil, ama gizli mekanlardaki işkence pratiğiyle bedenlerin denetimi de yürürlüktedir.

'Ziverbey Köşkü'nde işkenceye uğrayanlar, nedense, Aydınlanma'nın kurbanı olduklarının farkında değiller!

ZAMAN