Aydın Ünal / Yeni Şafak
Mahmud Abbas ve esmeyen rüzgar
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, TBMM Genel Kurulu’na hitap etti. TBMM’nin davetiyle ben de konuşmayı Genel Kurul’da izleme fırsatı buldum. Önce bazı gözlemlerimi aktarayım:
Mahmud Abbas’la defalarca görüşme fırsatım oldu; 2016 yılında, son Meclis ziyaretinde, Filistin Dostluk Grubu Başkanı olarak mihmandarlığını da yapmıştım. O gün Meclis’ten uğurlarken “sigaraya devam mı?” diye sormuştum, “doktorlar bırak diyor ama bırakmayacağım” demişti. Sigarayı bıraktı mı bilmiyorum ama dün Abbas’ı çok yaşlanmış gördüm. Artık yürümekte de zorlanıyor.
Konuşması çok cılızdı. Ne Arapça’nın belagati vardı üslubunda, ne de mazlum bir halkın temsilcisi olarak heyecan ve hamaset.
Konuşmasında Gazze ve Kudüs’e gideceğini söyleyince hem Genel Kurul hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan dahil izleyiciler Abbas’ı ayakta alkışladılar. Bir çeviri hatası yoksa “yürüyeceğini” değil, “gideceğini” söyledi. Bir Devlet Başkanı’nın kendi ülkesinin iki şehrine gideceğini duyurması, bunun da heyecan oluşturması açıkçası garibime gitti.
Bir de şu var: 2012’deki bir konuşmasında, doğduğu Safed şehrine gideceğini söylemiş, “Görme hakkım var ama içinde yaşama hakkım yok” diyerek Filistinlilerin büyük tepkisiyle karşılaşmıştı. Dünkü konuşmasında sıkça Gazze’den bahsetmesi, Gazze ve Kudüs’e gideceğini söylemesi belki de bu gafa ya da itirafa bir cevap olabilir.
Sıkça Gazze’den bahsetti. Gazze’nin gündemine nihayet bu kadarcık bile girmiş olması büyük gelişme. Ancak aynı zamanda, Batı Şeria’nın, Kudüs’ün ve Gazze’nin meşru devlet başkanı olduğunun da altını birkaç kez çizdi. Gazze’nin Filistin toprağı olduğunu ve Filistin’den ayrılmayacağını vurgulamasını takdir etmek lazım.
Şehit İsmail Heniyye’den “kardeşim” diyerek söz etti. Çok şükür! “Zafere ulaşmanın en kısa yolu ulusal birlik” ve “TBMM’de 4 Başkan Yardımcısı var, hepsi de farklı partilerden” diyerek zayıf da olsa demokrasi vurgusu yapması da dikkat çekiciydi.
Konuşma cılız olup rüzgar estirmeyince, Genel Kurul’daki milletvekillerinin ayakta alkışları da biraz yapmacık, biraz ABD Parlamentosu’na nazire oldu.
Özetle Mahmud Abbas, adeta bir formaliteyi, bir angaryayı ifa etmek için geldiği ve konuştuğu izlenimini bıraktı. Yerinde Halid Meşal ya da Yahya Sinvar olsa, hatta FKÖ’den, El Fetih’ten başka bir isim olsa, daha fazla heyecan oluşturur, hatta fırtına estirirdi.
ABBAS HAİN Mİ?
Mahmud Abbas, hayatı boyunca müzakere taraftarı oldu. Çok fazla taviz verdi ve sürekli kaybetti. Selefi Yaser Arafat gibi, ailesiyle birlikte çok fazla yolsuzluk iddiasına muhatap oldu. Epeyce de yaşlandı. Buna rağmen, seçim yapmadığı için, İsrail’in de, Batı’nın da, Arap diktatörlerinin de hoşnut olduğu bir idareci. Ama artık Filistin halkı arkasında değil. Son yapılan anketlerde destek yüzde 20’lere kadar düştü; o yüzde 20’nin çoğunluğu da maaşlı çalışanlar. Gazze’deki soykırıma yönelik tutumuyla Filistin’in ve dünya genelinde Müslümanların öfkesine maruz kalıyor. Yine de, mücadele gibi, çekilmek gibi bir niyeti yok, yerine geçecek birini de hazırlamıyor.
Bu ihanet midir? Açıkçası Mahmud Abbas için bu ifadeyi kullanmam. Öyle ya da böyle, uzun süredir, meşakkatli bir mücadeleyi sürdürüyor. Devlet adamlarını, büyük ve köklü hareketlerin liderlerini zahirle değerlendirmemek gerekir. Aynı şartlar altında olmadıkça insanları kolayca yaftalamamak gerekir.
Bütün diğer iddialar bir yana, Abbas, Filistin mücadelesinin liderliğinde başarısız oldu. Bırakmak için geç bile kaldı. Uzunca bir zamandır direnişin “takozu” algısı var üzerinde. Hatta bugün kıyasıya eleştirilen Hamas’ın, FKÖ’nün Arafat’tan başlayarak Abbas’la devam eden bu pasifliğinin, tavizkarlığının, kirlenmesinin bir sonucu, bir eseri olduğunu da biliyoruz.
Dünkü konuşmadan aldığım tek mesaj var: Mahmud Abbas artık bırakmalı. Zamanı gelmiş ve çoktan geçmiş.