‘Suriye meselesi neden Libya’dan da daha çetrefil?’ sorusuna ilginç cevaplar veriliyor. Bu cevaplar, adeta akıl hastanesinde yatan deliler diyaloğunu hatırlatıyor. Birinde peygamberliğe, diğerinde ise ilahlığa hevesleniyorlar. Fark bu. Sahte peygamber gitti şimdi sırada sahte ilahlar var. Kaddafi kimi biyoğrafi yazarlarına göre tek adamdı. Kimilerine göre de ‘ çölün peygamberi.’ ‘Bir Çöl mesajcısı Kaddafi’ kitabında İtalyan asıllı yazar Mirella Bianco (Türkçesi Cemal Süer) Kaddafi için ‘ çöl peygamberi desem ne mahzuru var?’ diye yazıyor.
Kaddafi en azından biyografi yazarlarının gözünde peygamberliğe heveslenirken Suriye’de ise zat-ı akdes yani Cenab-ı Hakkı hedef alıyorlar. Bir taraftan insanların namusuna ve onun ötesinde zat-ı akdese dil uzatılırken diğer taraftan da bazen fiilen bazen de sözel olarak Beşşar Esat’a uluhiyet atfediliyor. Hatta mesele Arap yazarlar arasında nükte konusu haline geldi.
Bazıları, şebbihanın ve Esat yandaşlarının kardeşi Mahir Esat’la, Beşşar Esat’a şirk koştuğunu yazıyorlar! Nasıl mı? sorusunun cevabı şu: Yandaşlardan bir kısmı ‘la ilahe illa Beşşar’ derken diğerleri de ‘la ilahe illa Mahir’ demekteymişler. Yani bir kısmı Beşşar’dan başka tapılacak ilah yok derken diğerleri de Mahir’den başka tapılası yok diye diretiyorlarmış. Ayıkla pirincin taşını! Bu öyle bir iki kişinin anlattığı bir şey de değil. Şuyuu vukuundan beter dedikleri cinsten. Humuslu milli sporcu Abdulbasıt Sarot, şebbihanın yani Esat yanlılarının sürekli olarak zat-ı akdese küfrettiklerini aktarıyor.
*
Al Misriyyun yazarlarından Ahmet İzzetin de son yazılarından birisini meseleye tahsis etmiş. Başlığı çarpıcı olmaktan öte Suriye rejiminin nasıl bir cüret içinde olduğunu ortaya koyuyor: “rabbukum Beşşar” yani ‘tanrınız Beşşar.’ Bir rejim bu kadar yoldan çıkabilir ve sapıtabilir mi? sorusunun cevabı şüphesiz ‘evet’tir. Son Stalinist kale olarak anılan Suriye rejimi baba Esat’tan beri böyledir. Ahmet İzzettin bu yaratıcıya küfretme ve beşere uluhiyet atfetme geleneğiyle Suriye’yi yöneten azınlık Nuseyri adet ve gelenekleri arasında bir bağ olup olmadığını sorguluyor. Gerçekten de Nuseyriler hulul ve ittihada inanıyorlar (Bir başka inanç sistemleri de tenasüh). Veya başka bir ifade ile Hıristiyanlar gibi lahutun nasuta geçtiğini savunuyorlar ve imamlarına ilmen veya yaratıcılık anlamında da uluhiyet atfediyorlar.
Muhalefet mensupları Humus gibi yerlerde duvarlara ‘İrhal ya Beşşar/ Beşşar çekil’ ibareleri ve duvar yazıları yazarken şebbiha sürüleri ise ‘rabbukum Beşşar’ ifadesi yazıyorlar.
Bu mesele Hülagu ile Tusi beraberliğini hatırlatan Beşşar ulema beraberliğinin simgesi Muhammed Said Ramazan el Buti’ye soruluyor. Muhalifler, kıstırılan ve gözaltına alınan halkın bir biçimde Beşşar’ın posterlerine secde etmeye zorlandıklarını ve bunun şer’i hükmünün ne olduğunu soruyorlar. Ne tahmin edersiniz? Buti ne cevap vermiş olabilir? Diyor ki: Beşşar posterlerine secde etmek halıya ve kilime secde etmekle eşdeğerdir ve bir hükmü ve mahzuru yoktur.
*
Daha sonra da yandaşları bunu tekzip ediyorlar ve Buti’nin fetvasının umum posterler için geçerli olduğunu ve Beşşar’a has böyle bir fetva vermediğini söylüyorlar. Bağlamından koparıldığını savunuyorlar. Suriye devriminin başında da yine aynı şekilde zat-ı akdese küfreden güvenlik güçlerinin durumu sorulduğunda Buti şöyle cevap vermişti: “Siz sonuca kilitlenmişsiniz! Sebebe bakın? Siz onları tahrik ediyorsunuz onlar da böyle yapıyorlar!” Demek ki insanların hataları yüzünden siz yaratıcıya küfredebilirsiniz. Hiç mahzuru yok! Atış serbest! Şam rejimi ve rejimin uleması işte böyle! Siyasi rehberi Beşşar olan ulema böyle vartalardan kurtulamaz.
Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde şebbiha sürüleri ‘rabbin gençleri’ grupları kurmuşlar ve kendilerini ‘rab Beşşar’ın gençleri olarak takdim ediyorlar (http://www.almesryoon.com/news.aspx?id= 86028 ). Kimi Suriyeli bazı muzipler de matraklık olsun diye ‘Hindistan’da insanlar inek ve maymun türü hayvanlara tapınırken Beşşar yandaşlarının kendisine tapınmasının lafı mı olur?’ diye dalgalarını geçiyorlar. Nuseyrilik tarihte ilk Babilik örneklerinden biridir. Zira, Nuseyriliğin kurucusu Ebu Şuayb Muhammed İbni Nuseyr kendisinin Hasan Askeri’nin (Şia’nın Mehdisi) babı yani kapısı olduğunu ileri sürmüştür. Nuseyriler Hazreti Ali’nin katili Abdurrahman İbni Mülcem’i tebcil ediyorlar. Zira inançlarına göre lahutu nasuttan kurtarmış oluyor.
Onlar da bazı Hıristiyanların Mesih’e atfettikleri gibi Hazreti Ali’nin çift tabiatı olduğuna inanıyorlar.
Aynı taifeden gelen Süleyman Mürşit ilahlık iddia etmiş ve bundan mütevellit olarak 1946 yılında idam edilmiştir. Oğullarından Mucip de aynı hezeyanından dolayı öldürülmüştür. Süleyman Mürşit’in ikinci oğlu Mugis ise aynı yolda yürümüş ve ilahlık iddiasında bulunmuştur. Kısaca Suriyeli Nuseyrilerin en azından bir kısmında beşere ilahlık atfetme geleneği vardır. Adonis gibi çağdaş mensuplarının bulunduğu Nuseyrilik fırkası ezotorik ve batini bir fırka yani inanç grubudur. Hem İsmaililikte hem de Nuseyrilik de imamlara veya şahıslara uluhiyet isnadı bulunmaktadır (Bak: Kadaya fi’l fikri’l İslami, Ali İdrisi, Daru’s Sakafe, S. 259, Nuseyrilik ile ilgili kısım için de bak: http://alagidah.com/vb/showthread.php?t=6200 ).
Son dönemlerde Nuseyrilik de yumuşama olduğu ve kimisinin inancını On iki İmamcılık içinde değerlendirdiği kimileri de Sünniliğe özendiği ve meylettiği söylense de Ahmet İzzettin, Beşşar ve Mahir Esat’a yönelik ilahlık isnatlarında söz konusu kadim inançların tortularının görüldüğünü savunuyor. Yani yandaşlar Mahir ile Beşşar arasında şirke devam ediyorlar.
YENİ AKİT