Zaman yazarı Etyen Mahçupyan, Today's Zaman'da yayımlanan "Hrant'ın parazitleri" başlıklı yazısında Habertürk'ten kovulan Ece Temelkuran’ı sarsıcı bir şekilde eleştirdi ve ifşa etti.
"Ergenekon davasının meşruluğunu yitirmesi için Hrant Dink cinayetinin kullanıldığını" belirten Mahçupyan, "parazit kolonisinin beslenmek için cinayete saldırdığını" söyledi.
Mahçupyan, bu tutumun son örneği olarak gazeteci Ece Temelkuran'ın Guardian'a yazdığı yazıyı gösterdi. Temelkuran'ın yazısıyla "Ergenekon dünyasından ideolojik olarak çok da uzaklaşmadığını" gösterdiğinin altını çizen Mahçupyan, Temelkuran'ın "Ahmet Şık ve Nedim Şener'in mağduriyetleri ile Hrant Dink cinayetini kullanmasının ahlaksızlık olduğunu" söyledi.
Mahçupyan'ın Today's Zaman'da yayımlanan yazısını T24 sitesinin çevirisiyle ilginize sunuyoruz:
Hrant'ın Parazitleri
Etyen Mahçupyan / Today's Zaman
Hrant Dink cinayeti, Hrant'ı kendisinden başka bir şeye, genel kullanımdaki bir araca dönüştürdü. Bu dönüşümün ilk adımı, Hrant'ı, toplumla oluşturduğu duygusal bağları anlamsızlaştıracak kadar "seküler bir solcu" olarak sunmak oldu. Böylece Hrant'ın, neredeyse toplum üzerinde bir figür, aynı zamanda toplum dışında bir kahraman olarak çizildiğini gördük.
Dönüşümün ikici adımında, devlet, mevcut seçilmiş hükümetle yer değiştiriyor, böylece özgürlük mücadelesi ekseni karşısına AK Parti yerleştirilirken, Ergenekon davaları gayri-meşrulaştırılarak devletin yeniden hayata döndürülmesi için girişimde bulunuluyor. Ancak, "ideolojik ahlaksızlık" olarak etiketlenebilecek bu tutum, Hrant temelli bir faydacılıktan hareket ediyor ve Hrant'ı basmakalıp, içi boş bir varlığa çeviriyor.
Türkiye'deki sol adına yapılan, Hrant'ın anısını bir araca dönüştürmek, bir parazit kolonisinin, aslında saygı ve sükûnet hak eden, bir olaya beslenmek için saldırmasından başka bir şey değil. Buna benzer son vaka, köşe yazarı Ece Temelkuran'dan geldi. Temelkuran'ın, Guardian'da yayımlanan makalesi, hiç şüphesiz ki, Batı'daki seküler çevrelerde bazı olumlu karşılıklar buldu. Fakat, Türkiye'ye aşina insanlar için, kendine inanç arzusuyla eksik algı ve anlayışın bir bileşimi olan bu yazı, yozlaşmış bir yazım tanımı dışında hiçbir şey hak etmiyor.
Temelkuran, makalesi için şu başlığı seçiyor: "Türk gazeteciler çok korkuyor—ama bu yıldırmaya karşı mücadele etmeliyiz." Bu sözcüklerden hemen anlıyoruz ki, Temelkuran sözde büyük bir cesaretin örneğini, meslektaşları için liderlik standardını gösteriyor. Fakat, maalesef bunu üzücü, gerçeği söylemek gerekirse komik bir analiz takip ediyor. Analize göre, Temelkuran'ın Habertürk'ten kovulması hükümetin Hrant cinayeti kadar derine inen baskı stratejilerinin sonucu. Temelkuran'ın yazdıklarına göre, Hrant'ın öldürülmesini isteyen ve cinayetle sonuçlanan gerçek irade, aslında hükümete ait. Temelkuran, tabii ki, itiraflara dayanarak bildiğimiz Ergenekon komplosundan veya AK Parti'yi yarı-meşru olarak gösterme çabalarından veya diğer cinayetlerden bahsetmiyor. Bunun yerine, Ergenekon'u bir "iddia" olarak ileri sürüyor ve temel olarak, "kaos yaratmak ve darbeye zemin hazırlamak" için girişim iddialarının yanlış olduğunu ima ediyor. Kısaca, Temelkuran'ın fikirleri çok iyi bilinen ultra-milliyetçi tez çerçevesinde sunuluyor ve kelimeleriyle Ergenekon dünyasından ideolojik olarak çok da uzaklaşmadığını hatırlatıyor.
Birinin, bu çürük temellerin tepesinde "dolaşmak" için bile, bir gerçeklikten diğerine atlamasını sağlayacak asılı bir köprüye ihtiyacı vardır. Temelkuran, buna benzer bir köprüyü Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tutuklanması için kullanıyor. Temelkuran, sadece bu 2 gazetecinin Hrant cinayetinin perde arkasında neler olduğunu araştırdığını söyleyecek kadar ileri gidiyor. Bundaki temel hatayı bir saniyeliğinde kenara koyarsak, Şener'in kitabı sadece bazı politikacıları değil, orduyu da koruduğu izlenimi veriyor. Şık'ın kitabı ise, bu konuyla hiç alakası olmamakla birlikte, basitçe Gülen hareketinin devlet üzerindeki etkisini kanıtlamak için yazılmış. Şener, kendi yazdığı bir kitap için değil, Hanefi Avcı'nın yazdığı başka bir kitapla suçlanıyor. Problem, bu kişilerin yazdıklarından Ergenekon çevrelerinin işine yaraması ve biz hala gerçeği bilmiyoruz. Fakat, bu iki insana dair asıl konunun onların siyasi fikirleri veya bağlantılarıyla alakası yok. Şener'in tutuklandığında "Hrant için" diyerek bağırması ve Şık'ın "Dokunan yanar" sözleri -- eğer bu 2 adamın kendilerini ne kadar önemsediklerini gösteren abartılardan ibaret değilse -- iç dünyalarındaki çok derin zayıflıklara işaret ediyor.
Bu 2 gazetecinin davalarının durumları, hiçbir nedenle onaylanamaz. Temelkuran'ın gazeteden ayrılma sebepleri kamuyla paylaşılmalı ve bu nedenlerin akla uygun olması önemli. Ama, bu mağduriyetleri ve Hrant'ı ideolojik bir araç gibi kullanmak, sadece ahlaksızlık olarak tanımlanabilir. Çünkü sadece hakikat değil, vahşice öldürülen bir kişi de çarpıtılıyor.
Bu arada, Temelkuran yazdığı kitabı Hrant'ın istediğini yazmayı ve İçişleri Bakanı'nın utanç verici sözlerini eklemeyi de unutmuyor. Böylece, AK Parti bu bakanın seviyesine indirilirken, Temelkuran da kendisini Hrant'ın yanına oturtuyor.
Anlaşılan, "Türk" gazeteciler o kadar da korkmuyor. Tersine, baya cesurlar. Türkiye dışındaki algıları manipüle etmek için sıradan hukuksuzlukların ötesine geçmeye dahi çekinmiyorlar.