Uzun bir dönem Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşma metinlerini yazan fakat parti çevresindeki çeteler tarafından tasfiye edilen Aydın Ünal bugün Yeni Şafak'taki yazısında AK Parti açısından ağır sonuçlar doğuran seçim sonuçlarının sebeplerini analiz ederken bu krizden çıkış için izlenecek yol ve yöntemlere dair de ciddi başlıklar açıyor.
Ne yapmalı?
Aydın Ünal/Yeni Şafak
Türkiye gibi çok renkli, çok katmanlı bir toplumda seçmenin oy davranışlarını açıklamak ve tasnif etmek kolay değil. Ancak, en yüksek orana ulaştığı dönemlerde Erdoğan ve AK Parti’ye oy verenleri kabaca şöyle tasnif edebiliriz:
Birinci kitle Türkiye’nin en büyük seçmen kitlesi. Onlara “sağ/muhafazakârlar” diyelim. Demokrat Parti’ye, Adalet Partisi’ne, Anavatan Partisi’ne, Doğru Yol Partisi’ne oy verdiler. Kuruluşunda kısmen, ilerleyen zamanlarda blok halinde AK Parti’yi desteklediler. Onlar için en önemli konu “ekmek” ve “güvenlik”. Milli ve manevi değerlere de saygı duyulsun istiyorlar. Süreçle ilgilenmiyor, sonuçlara bakıyorlar. Yani Hükümetin yöntemlerini, tercihlerini, hatta hatalarını umursamıyor, tabii ki belli bir çerçevede kalmasını istiyor, ama daha çok ücretlerine, ürettiklerinin değerine, çarkların dönmesine, pazarın canlı olmasına, iç ve dış güvenliğe, istikrara, gelecek umuduna odaklanıyorlar.
Erdoğan bu kitleyi Menderes, Demirel ve Özal’dan bile daha iyi tanıyor. Hassasiyetlerini, ihtiyaçlarını, arzularını biliyor. Tolerans marjlarını iyi kestiriyor. Bir tercih yaparken, yakınındakilerin, muhalefetin, medyanın ne diyeceğine değil bu kitlenin ne diyeceğine bakıyor ve kitleyi iyi tanıdığı için çoğunlukla da isabet ettiriyor.
AK Parti ve Erdoğan’a oy veren ikinci büyük kitle “dindarlar”. MSP, MNP tabanı 90’larda yüzde 6’lara kadar ulaşmıştı. Nüfus artışı, dindarlaşma, cemaatlerin gayretleri ve AK Parti’nin başarılarıyla bu kitle daha da çoğaldı. Önce “One Minute” hadisesi, ardından Gezi ve 15 Temmuz’la birlikte siyasetin dışındaki birçok dini yapı da bu tabana eklendi. Bugün yüzde 20’lere varan oranda bir ağırlığa sahipler. Dindarlar artık Türkiye siyasetinde kilit konumdalar. Ayrıca bu kesim okumuş, kentli ve sorgulayan bir kesim. Kuşkusuz ekmek ve güvenlik bu kesim için de önemli ama dini değerleri, dini kimliği daha önde görüyorlar. Sonuçlardan ziyade süreçle ilgililer. Hükümetin kimi tercihlerini hoş karşılamasalar da özellikle kutuplaşmanın etkisiyle tolerans gösteriyorlar.
Erdoğan bu kitleyi sadece tanımakla kalmıyor, bu kitlenin içinden geliyor; dolayısıyla tüm hassasiyetlerini biliyor.
AK Parti ve Erdoğan’a oy veren üçüncü kitle, önce muhafazakâr Kürtler, ardından muhafazakâr milliyetçiler. Erdoğan ilk günden itibaren Kürtlerin gönlünü kazandı ve hakları için devrim niteliğinde reformlar yaptı. 2015’te Çözüm Süreci’nin bitmesi ve güvenlikçi politikalara yönelmeyle birlikte Kürtler AK Parti ve Erdoğan’dan büyük oranda koparken, MHP ile ittifak, muhafazakâr milliyetçilerin desteğini artırdı.
Şimdi 31 Mart seçimlerinde ve o güne gelen süreçte bu 3 kesimin nasıl davrandığına bakalım.
Sağ/muhafazakâr kesim özellikle 2018 seçimleriyle birlikte ekonominin seyrinden rahatsız olmaya başladı. Kazanımlarını kaybetmeye başladıklarına şüphe yok. Gerek alternatifsizlikten gerekse güvenlik endişelerinin Hükümet tarafından fazlasıyla gideriliyor olmasından dolayı tercihlerini değiştirmediler. 2023 Mayıs’ında da, ekonomiyi yine sadece Erdoğan’ın toparlayabileceği umudunu taşıdılar. 31 Mart’ta yine çoğunlukla AK Parti’yi desteklemekle birlikte az bir kısmı CHP’ye kaydı, bir kısmı sandığa gitmedi.
İkinci büyük kesim olan dindarlar ise, ekonomideki kötüleşmenin de açtığı alanla süreci ve tercihleri daha fazla sorgulamaya başladılar. Kibir, atamalar, yolsuzluk iddiaları, adalet ve özgürlüklere ilişkin tartışmalar, medya ve sosyal medyadaki ilkesizlik, kadrolaşmadaki dikkatsizlik, parasal dedikodular ve daha nice konu radarlarına girdi ve daha fazla rahatsız etti. Bir nevi bardak taşmaya, sabır taşı çatlamaya başladı. İsrail’e ihracatla ilgili tartışmaların karşılık bulması örneğin, Ya da hiç gereği yokken yapılan Kemalizm övgülerine reaksiyon aslında biriken sorunların taşmasıydı. Dolayısıyla 31 Mart’ta sandığa gitmeyerek ya da YRP’ye oy vererek tepkilerini sert biçimde gösterdiler.
Kürtlerin 2015’ten sonra koptuğunu söylemiştik; muhafazakâr milliyetçiler ise, MHP’ye bir süredir yapılan operasyonun etkisiyle 31 Mart’ta Cumhur İttifakı’ndan bir miktar uzaklaştılar.
Tablo kabaca, aşağı yukarı bundan ibaret. Peki, ne yapmalı?
Erdoğan ekonominin durumunun farkında. Önünde seçimsiz 4 yıl var ve Mehmet Şimşek’e verdiği tam yetkiyle ekonomiyi düze çıkaracaktır. Güvenlik konusunda yegâne liman olduğu açıktır. Sağ/muhafazakâr büyük kitleyi yeniden toparlamakta zorlanmayacaktır.
Bu toparlanma sürecinde dindarların gönlünü yeniden kazanmak teknik olarak zor olacaktır. Zira çürümeye yönelik tüm iddiaların üzerine kararlılıkla gitmek, yani “öze dönmek” gerekecektir. Erdoğan, acımasız davranır, çeteleşmeleri, gruplaşmaları dağıtır, lejyonerlerden, asalaklardan mahalleyi temizler, samimiyeti, tevazuu yeniden egemen kılarsa, özgürlükçü ve kucaklayıcı dili yeniden inşa ederse, örneğin Külliye’den kibirle sallanan parmakları kırarsa, örneğin Monako’dan ıstakoz fotosu paylaşan sızıntılarla hesaplaşırsa, mahalle yanarken saçını tarayanları kapının önüne koyarsa, dindarları yeniden kazanabilecektir.
Irkçı/kafatasçılarla arasına mesafe koymuş bir MHP’nin muhafaza edilmesi, MHP’nin altını boşaltma gayretlerinin boşa çıkarılması da Cumhur İttifakı’nı daha güçlü kılacaktır. Hatta şunu da ekleyelim: Türk ırkçısı olduğunu söyleyip, PKK ile aynı istikamette yürüyenlerin karşısında, MHP, muhafazakâr Kürtlerle barışık bir çizgiye rahatlıkla gelebilir. Bu da hem Türkiye’nin bekası için hem de toplumsal barış için eşsiz bir aşama olur. Sadece Türkiye’de değil bölgedeki birçok denklemi altüst edebilir. En başta doğru bir dil, doğru bir söylem bile bu kapıyı aralayabilir.
Özetle, ekonomide toparlanma, iç ve dış güvenlikte istikrar, öze dönüş ve Türk-Kürt kardeşliği mevcut tabloyu tam tersine çevirecektir. AK Parti ve Cumhur İttifakı daha uzun yıllar geniş kitleler tarafından tercih edilecektir.
İki kısa not: “Seküler Dindar Gençlik” olarak isimlendirilen yeni bir nesil geliyor. Dini meseleler kadar adalet ve özgürlük konusunda çok keskinler. Hassasiyetleri mutlaka dikkate alınmalı. İkincisi de bu yeni nesil sosyal medyada yaşıyor. Üzerlerine çok operasyon yapılacaktır. Bunun emareleri de zaten görülmeye başladı. Buna da önlem almak gerekir. AK Parti, en başta, gündem belirleme gücünü yeniden kazanmalıdır.