Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye isimli kitabında, Tanzimat'ın asıl fonksiyonunun Müslümanlardaki "Hakim millet" fikrini ortadan kaldırmak olduğunu söyler.
Amaç, Müslümanların "ülkenin sahibi" duygusundan çıkarılması, bununla bağlantılı olarak "Belirleyici irade" psikolojisinin tasfiyesidir. Bu, Batı'nın Osmanlı'ya, gayrimüslim azınlıklara sahibiyet çerçevesinde, yenilgi döneminde kabul ettirdiği projesidir.
Tanzimat sonrası bütün yapılanmaların temelinde, böyle bir öz vardır. Osmanlı dönemindeki "gayrimüslim azınlık" sahiplenmesi, daha sonraki dönemlerde "laik azınlık" üretimi ya da Alevi ve Kürtleri "azınlık" diye tanımlayarak sürdürülecektir. Sonraki dönemlerde "Çoğunluk iradesi"nin kontrolüne yönelik tüm fikri yaklaşımlar ve uygulamalar, Tanzimat ruhu taşırlar.
Cumhuriyet dönemi, bir yandan "asli unsur" kaygısı taşır, bir yandan da Batıcı reformlarla toplumun değerler dünyasını dönüştürmeyi öngörür. Bu Cumhuriyet'in iç çelişkisidir. Tüm çok partili hayat dönemi, muhafazakar - dindar toplum çoğunluğunu iktidara getirdiği için, sürekli gözlem altında bulundurulmuş, bazı yargı kurumları, bu çoğunluk iradesini denetleme misyonu ile oluşturulmuştur.
AYM'nin ve daha ötede AİHM'nin başörtüsü yasağını perçinleyen kararlarının özünde, "çoğunluk yönelişi"ni baskı altında tutma yaklaşımı bulunmaktadır.
Ve... Şerif Mardin'in Ruşen Çakır'a verdiği demeçle Türkiye gündemine giren "Mahalle baskısı" söylemi, çoğunluk iradesine karşı kuşatma iradesinin bir uzantısı olmuştur. AK Parti iktidarı, toplumun yüzde 80'lerini oluşturan muhafazakar - demokrat çizginin önemli bir bölümünü temsil etmektedir ve bu irade, "muhtemel baskı beklentisi" sürekli gündemde tutularak kontrol edilmelidir.
Nitekim, mahalle baskısı söylemi, sistemin muhafazakar çoğunluğuna karşı en net baskısı olan "başörtüsü yasağı"nı meşrulaştırmak - pekiştirmek için bir gerekçe haline getirilmiştir. Mahalle baskısı söylemi, şimdi, üç gazetecinin katkısı ve Açık Toplum Enstitüsü ile BÜ Bilimsel Araştırmalar Projesi tarafından yapılan bir araştırma ile yeniden gündeme sokulmuş bulunuyor.
Bu çerçevede Ruşen Çakır ve İrfan Bozan'ın aracılığı ile benim de görüşlerim alındı. İrfan Bozan'a şunu söyledim: "Bu mahalle baskısı söylemi ile, muhayyel - muhtemel bir baskı gündeme getirildi ve sonuç olarak, başörtüsü yasağını perçinleyen bir gerçek baskı ortamı üretildi." Görüşlerimi NTV stüdyolarında bildirirken Ruşen Çakır yoktu, dedim ki Sayın Bozan'a:
"...Ve bu işte, kendisi başörtüsüne özgürlük taraftarı olsa bile Ruşen Çakır'ın büyük günahı vardır!" İrfan Bozan, "Çok üzülecek bu sözünüze Ruşen Çakır" diye cevap verdi. Ne yapayım, böyle düşünüyorum. "Mahalle baskısı" söylemi, ne yazık ki, AK Parti hükümetine bir muhalefet yöntemi olarak benimsendi, kullanıldı ve bunun faturasını başörtülü genç kızlar ödedi.
Sonra İrfan Bozan'a "mahalle baskısı"nın başka alanlardaki örneklerini sıraladım:
-Reha Çamuroğlu nasıl aforoz edildi Alevi camiası içinde?
-Bu söylemin mucidi olan Şerif Mardin, Risale- i Nur üzerinde araştırma yaptığı için nasıl TÜ- BA'ya alınmadı?
-Haşemalı bir kadının denize girmesi nasıl önlendi Ege kıyılarında?
-Medya, muhafazakar bir kamu görevlisini yakaladığında nasıl boğuyor?
-Ve Baykal'ın çarşaf girişiminin CHP bünyesinde ortaya çıkardığı laikçi mahalle baskısı... Sonra sordum: -Ne yani, içki içecek olanları tatmin edebilmek için Konyalılar illa şarap mı satmalılar?
Kayserililer illa birahane mi açmalılar? Erzurumlular, sokaklara "Burada herkes dilediği gibi oruç yiyebilir?" diye afiş mi asmalılar? Anadolu'nun normal dini hayatı birilerini rahatsız ediyorsa, ne yapmalı Anadolu? Dedim ki:
-Birilerinin mahalle baskısı diye tanımladığı şey, Anadolu insanının tabii muhafazakar hayatıdır. Bir başkasına baskı niteliği taşımadığı sürece, bunu neden yadırgamalı ve yargılamalıyız?
Bir kısım insan, Anadolu'ya gittiğinde daralıyor. Diyelim hiç içki içmeyen insanlar arasında içki içiyor olmak, onu sıkıyor. Diyelim, sokakta oruç yenmeyen bir şehirde, sokakta oruç yemek utandırıyor.
Bu durumda ne yapsın, içki içmeyenler, oruç tutanlar? O vatandaşın utancını ortadan kaldırmak için içki mi içsinler, oruç mu yesinler? Ben, bu tür araştırmaların, ne kadar bilimsel iddia ortaya koyarsa koysun, Anadolu gerçeğini vermediği kanaatindeyim.
Anadolu insanının, İslam'la en müsamahakar çerçevede kurduğu ilişkiyi, çok negatif bir yaklaşımla, ters yüz edip, baskı diye nitelemek, Anadolu gerçeğine açık bir bühtandır.
"Mahalle baskısı" söyleminden yola çıkarak toplumun büyük çoğunluğu üzerinde yeni bir baskı oluşturmak akıl kârı değildir. Makul olan, bir baskı söz konusu ise ona tekil bir olay olarak bakmak ve sadece ona münhasır bir yaptırım uygulamaktır.
BUGÜN