Geçtiğimiz hafta yeni bir anayasa raporu ile kamuoyunun karşısına çıkan TÜSİAD teklifinin arkasında bir hafta bile duramadı. Neden acaba yaklaşık beş ay süren ve bir grup aydın-akademisyene sipariş edilen anayasa raporunun sorumluluğunu hiçbir surette üzerine almadığını deklare etme durumuna düştü? Oysa TÜSİAD’ın kuruluşunun 40. yılı etkinlikleri çerçevesinde kamuoyuna oldukça gururlu bir eda ile takdim edilmişti söz konusu rapor.
Gerek şimdiki başkan Ümit Boyner gerekse eski başkanlardan kocası Cem Boyner yeni anayasa tekliflerine ilişkin oldukça iddialı konuşuyorlardı. Anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinin yeni anayasada yer almamasının sivil, özgürlükçü ve demokrat olmasının doğal bir sonucu olarak gördüklerini beyan eden Boyner ailesi her ne kadar TÜSİAD’ı temsil edermiş gibi konuşuyorlardıysa da içeride ciddi bir çatışmanın yaşanacağı besbelliydi.
TÜSİAD, önceki yıllarda da bu tür bir geri dönüş yapmıştı. Bülent Tanör’e hazırlatılan anayasa teklifi de bugün Ergun Özbudun başkanlığındaki bir heyete hazırlatılan raporun akıbetine maruz kalmıştı. Gerek dernek içerisinden gerekse askeri-sivil bürokrasiden gelen tepkiler üzerine geri adım atılmıştı. Böyle olunca anayasa raporunun sorumluluğunu “bir grup aydının beyin fırtınası” olarak ortada bırakıp kenara çekilmek gibi bir hareketle kendi kendini ofsayta düşürmüş oldu.
Peki ama neden ve hangi faktörlerin etkisiyle TÜSİAD yönetimi neredeyse yeni bir rapor sayılacak kadar uzun bir açıklama ile anayasanın başlangıç ilkelerine başından beri sadık olduğunu uzun uzun ispatlamaya girişti? Aslında kamuoyuna yansıyan tepkilerin şiddeti ve adresi belliydi.
Mesela AK Parti ve CHP sözcüleri raporda yazılı olan tekliflerin gündemlerinde olmadığı, seçimden sonrasına ilişkinde böyle bir çalışma yapmayacaklarını deklare ettiler. Ama suçlayıcı bir ifade kullanılmadı her iki partiden de. Ancak MHP lideri Bahçeli’nin tepkisi çok sertti. Fakat buradaki sertlik TÜSİAD’ı değil asıl olarak hükümeti hedef alıyordu. Çünkü MHP liderine göre, TÜSİAD farkında olmadan hükümetin taşeronluğunu yapıyor ve Türkiye’nin bütünlüğünü tehlikeye düşürecek tezlere meşruiyet kazandırıyordu. TÜSİAD kendisinden beklendiği üzere statükoyu güçlendirecek tezlere değil, statükoyu sarsacak tezlere zemin açmak zorunda kaldı esasen.
Klasik tezleri tekrarlama, top çevirip günü kurtarmanın imkanı kalmadığını görülüyordu. Aynı zamanda değişen şartlara, yaklaşan seçimlere ve seçim sonrasında yeniden yapılanması kuvvetle muhtemel siyasi-iktisadi yapıya bir nevi önden perspektif sunuyordu. Fakat bu perspektif sunumu İshak Alaton’un deyimiyle “TÜSİAD’ın ağır topları” tarafından içeriden bloke ediliyordu.
Ağır toplar TÜSİAD’ı TÜSİAD yapan ve kimin yönetime geleceğinden askerle, siyasetle, AB’yle ilişkilere kadar hemen her alanda ‘sufle’ yaparak vitrine koyduklarını yönlendirenlerdi. Ağır toplar “Yüksek İstişare Konseyi”nde istişare için değil komuta-kontrol etmek üzere konuşlananlardı. Sayıları az ama yetkileri ve güçleri fazlaydı. Ağır toplar sermayenin Türkleştirilmesi sürecinde Mustafa Kemal ile omuz omuza mücadele ettikleri gibi sermayenin laikleştirilmesinde de durumdan vazife çıkaranlardı.
Anayasa raporu çerçevesinde ortaya çıkan manzara TÜSİAD için sadece siyasetle ilişkileri açısından değil kendi içindeki iktidar ilişkileri açısından da bir yol ayrımıdır. Darbe atmosferlerinden maksimum düzeyde istifade etmiş, devletin eteklerine tutunarak semirmiş bir sermaye sınıfının eski dönemle hesaplaşmadan yeni dönemde pozisyonunu koruyabilmesi mümkün görünmüyor.
40. yıl resepsiyonuna Demirel ile Gül’ün davet edilmesi ve plaketlerin eski ve yeniyi temsil eden iki sembol isim tarafından takdimi yönündeki program bu açıdan sembolik bir değere sahiptir. TÜSİAD yönetimi hem hesaplaşmaktan kaçmaya hem de yeni imkanlara kucak açmaya bakıyor anlaşılan. Fakat bu hesap ne kendi içinde sorunsuz ne de dışarıda sorunsuz yaşanacak gibi görülmüyor.
Her şeye rağmen TÜSİAD’ın kendi hazırlattığı raporu sahipsiz bırakması, hatta raporda teklif edilen değişmezlerin değiştirilmesine cevaben “hiçbir zaman böyle bir görüşümüz olmadı” diyerek çark etmesi gidişatı engelleyemeyecektir.
Olan olmuş, söylenen söylenmiştir. Bu çark ediş olsa olsa sermaye sınıfının intibak sorununun içeride ciddi bir tartışmaya hatta ayrışmaya gideceğinin işaretidir. Rapora yönelik farklılaşan yaklaşımlar sermaye sınıfı için ciddi kırılma noktası olarak tarihe geçecektir.
TÜSİAD, halk nezdinde yaşadığı güven krizini bu süreçten sonra bu kez de bürokratik oligarşi nezdinde yaşayacaktır. Eski tezgahın dönmeyeceği ihtimaliyle sermayeleri adına yeni döneme hazırlıklı olmaya çalışanlarla, yeni dönemde korumasız, hatta hedef olma korkusuyla eski tezgahı korumak isteyenler arasındaki çatışma pek kolay durulacağa benzemiyor. Bakalım sermaye sahiplerinin iç çelişkileri nasıl sonuçlanacak?