"Mahalle baskısı"

Mustafa Kutlu, mahallenin ne anlama geldiğine değinirken "mahalle düşmanlarının" gerçek niyetini sorguluyor.

Mustafa Kutlu / Yeni Şafak

Mahalle baskısı

İnsanlar “mahalle hayatını” özlemle hatırlıyor; bazıları “Ah nerede o huzurlu-şen günler” diye iç geçiriyor.

Bu yüzden TV yapımcıları “Şöyle sıcak bir mahalle dizisi çeksek de krizi aşsak” diye düşünüyor. Perihan Abla’dan bu yana hep böyle. Şu anda oynayan dizilere bakıyorum çoğu bahçeli-ahşap bir evde geçiyor. Kim özlemez asma çardağı altında komşuların birlikte dolma sarmasını. Kim aramaz mahallenin delisini, delikanlısını, hocasını, muhtarını, arkadaşını, kahvesini, bakkalını, berberini, komşusunu, okulunu, maçlarını ve bu maçlardan sonra içilen gazozları. Bu mahalle bize Osmanlı mirasıdır. (Ama redd-i miras ederek kriz, entelektüel yaşantısını mahalle dışında sürdürenler hep olmuştur). Bu yüzden ona mensubuz ve onun değerlerini benimsemişiz. Asırların geleneği üç günde değişmez. Bu mahalle sakinleri Ramazan’ı, bayramı, doğumu, ölümü, düğünü, derneği, kır gezisini, sünneti, hastalığı, sevinci, acıyı birlikte yaşar. Birlikte dua eder, birlikte salça kaynatır, bir dayanışma içindedir ve kimse kendini yalnız hissetmez. Ne cemaat ferdi ezer, ne fert cemaate hükmetmeye kalkışır. Din ve örf bir denge kurmuştur. Ne baskısı yahu, darda kalan onun müşfik kollarına sığınırdı. Bu çok önemli bir husus.

Bir aidiyet taşımak. Ama buna itiraz eden, ait olmayı reddeden, mahallelinin inancına, geleneğine, hayatına uymayan, onu hor gören, küçümseyen hatta bununla da yetinmeyip elinde güç varsa mahalleyi ve mahalleliyi yola getirmeye çalışanlar daima olmuştur. Bunlar bazan mahalle hayatının hududuna tecavüz eder, mahalleliyi kaale almaz, hatta ona meydan okur, hakaret eder. Eh sabır sabır bir yere kadar.

Ben bir mahallede büyüdüm. Alevi-sünni içiçe yaşanılan bir mahallede. Arkadaşlarımın yarıdan fazlası alevi idi. Bu mahalleden ayrılıncaya kadar ne bir kavga gördüm, ne hırsızlık, ne arsızlık, ne baskı, ne yaygara. Cinayet olmadı yirmibeş yıl içinde. Ama şunu önemle belirteyim. Anlattığım mahalle hayatı “eski dünya”ya ait bir oluşumdur. “Yeni dünya” mahalleyi dümdüz edip dağıttı.

Komşuların her biri bir yere dağıldı, o ahşap evler, o duvarlarından sarmaşıklar, leylaklar, sarkan bahçeler, o dutlar, erikler, o asma çardağı altında kanaviçe işleyen ablalar yok artık. Bütün bunların ardından ağıt yakmanın da lüzumu yok. Kapitalizm ve tüketim ekonomisi bütün hayata hakim oldu. Bir yerde bir olay çıkıyorsa orada mutlaka ya siyasî bir çatışma veya rant kavgası vardır. Mahalle kalmadı ki baskısı olsun. Bu tabir (mahalle baskısı) baştan ayağa yanlıştır. Hele İstanbul gibi metropollerde. Mahalle eski hali ile kalmışsa belki her geçen gün güçten düşen, göç veren taşra kasabalarında, küçük taşra şehirlerinde kalmıştır. Büyük şehirlerde hemşehrilerin toplandığı semtleri mahalle sayamayız. Onlar dahi köy dernekleri kurarak, senede bir gün toplu piknik yaparak, yaz gelince memleketi ziyaret ederek eski günlerden bir esinti arıyor; birbirlerini tümden kaybetmek istemiyorlar. Alafranga zenginler sitelere taşındı.

Alaturka aile kalmadığı için trendleri takip eden sonradan görme zenginler de onların peşisıra gitti. Boşalan sokaklara, evlere Kastamonu’dan, Ağrı’dan, Sivas’tan, Arapgir’den vb. gelenler yerleşti. Terörden kaçanlar yerleşti. O semtler İstanbul’un ağrıyan dişleridir. Tarlabaşı, Süleymaniye ve Gedikpaşa bunların en çok görüneni. Şehrin içinde birer metruk semt. Yıkılıp yeniden yapılmayı bekliyor, aslına bakarsanız İstanbul kabuk değiştiriyor. Bir gazeteyi açın, bütün sayfalarında kocaman konut ilanlarını görürsünüz. Sur dışında bunlar müstakil bir ada yaratıyor. Etrafı duvarla çevrili, nizamiye kapısı olan, içeri girmesi fermana mahsus birer kışla. İnsan üzülüyor, o yapmacık havuzlara, o sahte bahçelere, o yapay kaldırımlara baktıkça buraya acaba bir kuş konar mı diye şüpheye düşüyor. Rezidanslar her yerden mantar gibi bitiyor. Şehir yatay değil, dikey büyüyor. Fotoğrafın bütününe baktığınızda kendi gitmiş adı kalmış bir mahalle görebiliyor musunuz?

Keşke olsaydı. TOKİ’nin apartıman ormanları yerine; tek katlı, bahçeli, eski evlerimiz kadar küçük ve mütevazı mahalleler kurulsaydı. Bir hayal bu. Hayat geri dönmez, biliyoruz. Ama artık lütfen ömrümüzün cennet yıllarını geçirdiğimiz mahalleye yüklenmeyin. Eski, solmuş-sararmış fotoğrafları yakmayın. Hatıralar azizdir, ilişmeyin. Koca koca ilim adamları şu memleketi, şu serapa, iylik kokan insanları keşke biraz tanıyabilseydiniz. Tanırdınız, tanırdınız ama bunun için ayık kafa lazım.

Kültür Sanat Haberleri

Genç Birikim dergisinin Aralık 2024 sayısı çıktı
Vatanına dönerken yaşadıkları kadar ağır değildi yükü
“Made in Gaza: From Ground Zero” Savaş bölgesinde mahsur kalan film yapımcılarının sesi oluyor
Taksim Camii Filistin Kitap ve Kültür Günlerine ev sahipliği yapacak
Ümraniye Kitap Fuarı cumartesi günü başlıyor