"Türkiye'de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler" (Aralık-2008) adlı çalışma, sosyolojinin ve siyaset biliminin sınırlarını zorlayan amaçlarda kullanılmaya başlanmasaydı, diğer herhangi bir araştırma gibi belli bir zaman içinde tartışılır, sonra gerektiğinde referans gösterilmek üzere rafa kaldırılırdı.
Anlaşılan, benim "operasyonel" olarak tanımladığım araştırma kendi alanında kalacak gibi görünmüyor. Binnaz Toprak ve çalışmada yer alanların niyeti bu değilse de, birileri bundan gündelik iktidar mücadelesinde malzemeler elde etmeye çalışıyor. Bu yüzden araştırmayı kavramsal çerçevesindeki zaafları ve sonuçları itibarıyla kritik etmek vacip oldu.
Önce "mahalle" kavramının kendisinden başlamak gerekir. Şerif Mardin, kavramsallaştırmayı politik bir durumu anlatmak üzere teşbih yoluyla yapmıştı. Araştırma ise, bunu mecazi değil, hakiki anlamında ele aldı ve bütün Türkiye'nin baskıcı bir yöne doğru gittiğini iddia etti. İkisi farklı şeylerdir.
"Baskı" ile ilişkilendirilen mahalle, geleneksel şehir kültürümüzde esaslı bir sosyal ünite olup, şehre aittir. Yerleşik hayat yaşamak isteyenler, fizikî mekânla sosyal mekân arasında entegrasyon sağlarlar. Bu ameliyede mahalle fizikî ve sosyal çevrenin en küçük ölçekteki adıdır. "Mahalle baskısı"nın kadim veya geleneksel bir geçmişi yoktur. Tarih ve sosyoloji açısından bakıldığında, bunun mahallede meskun şehirliler tarafından herhangi bir çağrışımı olduğu söylenemez. Belki aklımıza gelen tek örnek "Müslüman mahallesinde salyangoz satmak"tır ki, bu da salyangozun kendisi veya salyangoz yiyenlerin yargılanmasıyla ilgili değil, belli bir inanca ve fıkha göre yaşayan Müslümanların salyangoz yemedikleri halde, birilerinin hiç de akıllıca bir iş yapmayıp, bir ürünü müşterisi olmayan pazarda satmaya kalkışmasına ilişkin bir göndermedir.
Bu, bize aslında mahallenin dinle ve elbette İslam dinine özgü fıkhî düzenlemelerle yakın ilişkili olduğunu göstermektedir. Şöyle ki: Müslümanların kendi dinî referans kaynaklarına göre fizikî ve sosyal olarak yaşadıkları bir şehirde veya orta ölçekli bir kasabada mahalle, karşılıklı sorumluluğu ifade eder. Müslüman fert, önce kendinden, yani nefsinin istek ve tutkularını denetim altına almaktan, kendi meşru ve tabii ihtiyaçlarını karşılamaktan sorumludur. Sorumluluk alanı ikinci halkada aileyi, üçüncü halkada yakın-akrabaları (Zi'l-kurba) içine alır. Dördüncü halkada mahalle vardır. Beşinci halka yurda (Dar) aittir, altıncı sorumluluk halkası evrensel olup ümmetle ifade edilir. Son halka yaratılışta eşlerimiz olan bütün insanlardır (En Nas).
Bu çerçevede düşündüğümüzde, İslam fıkhına göre, bir mahallede açlıktan ölenin sorumluluğu mahallede yaşayan herkese aittir. Nasıl olmuş da, biri açlıktan ölmüş, mahalle sakinleri bundan haberdar olmamıştır? Osmanlılardaki "sadaka taşı", bir şekilde kendisinden haberdar olunamayacak yoksulların ulaşabilecekleri yardım sandığı mesabesindedir. Sadece açlık ve yoksulluk değil, cezai konularda da mahalle sakinlerinin belli bir sorumluluğu vardır. Mesela katili bulunmayan cinayet olaylarında bütün mahalleliye yemin ettirilir; yine de katil bulunmayacak olursa maktulün diyeti bütün mahalleliye ödettirilir.
Bilinen bir fıkhî hükümdür: Biri öldüğünde onun cenaze namazını kılmak farz-ı kifayedir. Mahalleden bir grup insan cenaze namazına giderse mesele kalmaz, ama hiç kimse namaza gitmeyecek olursa, cenaze namazı farz-ı ayn hükmüne çıkar ve bu bütün mahalle sakinlerine terettüp eder. "Mahallenin namusu" sanıldığı gibi, erkeklerin kadınların bedenleri üzerinde kurmak istedikleri denetim anlamına gelmez. Aksine; cinsel istismar, tecavüz, taciz ve benzeri saldırılara karşı kadını korumaya matuftur. Her beşeri fiil gibi yozlaşmaya müsait olması, asıl sebebinin makul ve meşru karakterini ortadan kaldırmaz. Mahalle, aynı zamanda bir "sosyal kontrol mekanizması"dır ki, bunu da mütegallibe/hegemonik bir zümrenin mahalle üzerinde kurduğu tahakküm veya baskı olarak görmek mümkün değildir.
ZAMAN