Öyle demişti şu an Ergenekon sanık listesinde olan bir rektör: "Bu ülkede türban sorunu yoktur." Bilirsiniz, tipik okullar kapanınca milli eğitimin sorun olmaması gibi bir durum bu! Şimdi bu zihniyete kalkıp, eğitim hakkından, binlerce genç kızın geleceğinden, anaların babaların ahından filan dem vurmanın anlamı da yoktur. Onlara göre 'sorun yoktur' zira.
Mesele sanırım bakışımızın açısında. Bakışın zaviyesi yamulunca teşhisin doğru olması mümkün olmadığı gibi, tabii netice olarak da tedavi iyileştirmeden ziyade durumu felakete dönüştürebiliyor.
Bir de şöyle bir durum var:
Bu ülkede bir kısım zevat var ki, bazı meseleler gündeme getirilmezse, tartışılmazsa öylece yerli yerinde duracak zannediyor. Bir tür tuhaf, idrak körlüğü mü desem, öyle bir şey. Kuzey Irak meselesini dile getirmeyi yıllarca 'vatan hainliği' ile eş tutan bir zihniyet vardı bu ülkede, hâlâ da var elbette. Keza Kıbrıs meselesini de öyle. Zannediyorlardı ki, kimse bahsetmez, konuşmazsa mesele hallolmuş olacak. Tipik 'elleme, kurcalama, ayarını bozarsın' zihniyetindeki ebeveyn mantığı...
Oysa hayatın gerçekleri öyle değil tabii ki. Zannedildi ki kimse lafını açmazsa Kuzey Irak'taki Kürtler buhar olacak, orada öyle bir toplum varlık göstermeyecek, kendi yönetimlerini kurmayacaklar filan. Kıbrıs çok mu farklı sanki?.. 'Aman konuşmayalım, kulağımızın üstüne yatalım' zihniyetiyle geçilen on yıllar boyunca sanıldı ki Rumlar boş duracak, Kıbrıs da sonsuza kadar mevcut durum ile gidecek. Orada da öyle olmadı tabii, başta AB olmak üzere birçok oluşum yıllar yılı suskun ve hareketsiz oluşumuzun bedelini ödetmeye çalıştı, hâlâ da çalışıyor.
Kürt meselesi, terör sorunu... Hangisi sebep, hangisi sonuç bunu elbette uzmanlar bilir. Ancak –daha önce de ifade etmiştim- Aydın Menderes'ten duymuştum, bu ülkenin Kürtleri ile Türklerinin kaderi aynıdır. Yani bir kader birliği vardır, ayrılmak filan isteseler Birinci Dünya Savaşı, Çanakkale gibi sıkıntılı dönemde tıpkı Araplar gibi sırtımızdan vurup ayrılırlardı. Ama öyle yapmadılar, cephede çarpıştılar, şehit ve gazi oldular. İnanmayan gitsin Çanakkale Şehitliği'ne ve 16-17 yaşındaki Kürt ana kuzusu şehit mezarlarını görsünler.
Bu konuda CHP'yi asla eleştirmem. Zira onların siyasî tarzları ve durumları budur; bu ülkenin herhangi bir meselesi için ürettikleri bir çözüm yoktur. İktidar olup sorumluluk üstlenme üzerine değil, muhalefet olup eleştirme üzerine bina edilmiş bir siyasî anlayışları vardır. Dolayısıyla şimdi kalkıp, 'Niye böyle yapıyorsunuz? Gelin çözümü konuşalım' demek abesle iştigaldir.
Açıkçası beni şaşırtan Sayın Bahçeli oldu. Zira MHP'nin '80 öncesi duruşundan oldukça farklı ve bilinçli bir noktada olduğunu düşünüyordum. '80 öncesi diyorum zira bir anım var ki hiç unutmam.
Liseyi Urfa'da okudum ben. Tam darbe sonrası batı şehirlerinden birinde doğmuş bir öğretmen geldi dersimize ve daha ilk deste bir Türkiye haritası çizip, Ankara'dan hemen öteden bir dikey çizgi çizdi ve 'siz bu ülkeyi bölmek istediniz' diye bağırdı. Hâlbuki şeker gibi bir insandı Ahmet hoca... Demokrat, inançlı ve dobra. Ama öyle bir gard alarak Urfa'ya gelmişti ki sanırım herkes terörist ve bölücüydü onun gözünde.
Sonra mezun olduk tabii, sanırım Ahmet hocanın da fikirleri değişmiştir Doğu'da görev yaptığı süre içerisinde. Ama böyle bir algı ile bakıyordu meseleye. Şimdiki MHP'nin algısı o dönemkinden farklı gelmiyor nedense bana. Yani ortada bir 'sorun'dan ziyade 'düşmanlık' var ve düşmana ne yapılacağı belli!
Epey ürkütücü olan bu açıyı kabul etmeyecektir elbette MHP'li dostlarımız. Yanıldığımızı filan ileri sürüp düzeltmeye çalışacaklar ama oluşturdukları görüntünün buna neden olduğunu söylememiz lazım. Kendileri böyle düşünmüyorlarsa bile manzara bu açıkçası.
Bir 'kazanma-kaybetme' edebiyatı yapılıyor ki acayip derecede aptalca geliyor bana. Herkes bilmeli ki esas bu kangren devam ettikçe biz kaybediyoruz ve kaybedeceğiz. Çözümün her türlüsü kazançtır, galibiyettir. Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arnavut vs... Herkes için.
ZAMAN