Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum; Osman Kavala, Selahattin Demirtaş gibi isimlere ilişkin aldığı karar özelinde AİHM kararlarının bağlayıcı olmadığını söylemiş ve bu söylem tartışmaya neden olmuştu. Birçok hukukçu, konuyla alakalı yaptığı açıklamalarda AİHM kararlarının bağlayıcılığına işaret etmişti.
Tartışmaya bugünkü Karar’da yayımlanan “Bazılarını hiçbir şey bağlamaz” yazısıyla (27 Ocak 2021)dahil olan Yıldıray Oğur, AİHM’in Türkiye’yi mahkum ettiği bazı siyasi davalara örnekler vererek değerlendirmelerde bulundu.
Bu bağlamda “Bugünlerde ‘bizi bağlamadığı’ söylenen AİHM kararları, en çok mahkumiyette en ciddi rakibimiz olan Rusya’yı bile bağlıyor.” diyen Yıldıray Oğur, Rus muhalif Navalny davasını örnek verdi.
Türkiye Birleşik Komünist Partisi girişimcilerinden Haydar Kutlu (Nabi Yağcı) ile Nihat Sargın örneğini de bu bağlamda hatırlatan Yıldıray Oğur, 28 Ocak 1987’de Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını kabul etmesinde rol oynayan bu davaya yazısında genişçe yer verdi. İç kamuoyu ve uluslararası arenada uzun yıllar boyunca gündemdeki yerini koruyan bu dava nihayet 1996 yılında AİHM’in Türkiye aleyhine verdiği kararla sonuçlanmıştı.
Bugüne kadar AİHM’in Türkiye aleyhine verdiği diğer birçok karara daha atıfta bulunan Yıldıray Oğur, Abdullah Öcalan’ın bile AİHM’e başvurduğu bir ülkede şuana kadar hiç kimsenin AİHM kararlarına ilişkin "AİHM kararları bağlayıcı değildir" diye hukuki mugalâtaya girişmediğini belirterek, bunun bugün bir Cumhurbaşkanı Başdanışmanı tarafından yapılmasının garip bir durum olduğuna dikkati çekti.
‘Bazılarını AİHM bağlamazken, bazılarını ise hiçbir şey bağlamıyor’
“Normal olarak bu tarihi birikim ve deneyimi yaşamış birinin, buradan ders olarak hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı için mücadele etmeyi çıkarması beklenirdi” diyen Yıldıray Oğur, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum'u kastederek şunları söyledi:
Ama buna rağmen Türkiye’de kimse o günlerde "AİHM kararları bağlayıcı değildir" diye hukuki mugalata yaparak AİHM’in tespit ettiği hukuka aykırılığı giderme görevinin Türkiye mahkemelerine ait olduğu gerçeğini inkara kalkmadı.
Bunu yapmak ise 2021 yılında bir Cumhurbaşkanı Başdanışmanına nasip oldu.
Üstelik bu başdanışman, 1987’de Türkiye’nin AİHM’e bireysel başvuru hakkını tanımasına yol açan Kutlu ve Sargın'ın tutuklanmasına karşı hukuki mücadele vermiş, 10 Şubat 1989 günü Adımlar gazetesinin Şişli temsilciğini basan polis tarafından gözaltına alınanlar arasında olan, 27 Şubat’ta hukuksuz olarak basılan hukuk bürosunun ortaklarından, Ömer Ağın’ın avukatlığını yapmış, AİHM’in Türkiye’ye adil yargılamayı ihlalden yeniden yargılama kararı verdiği Ükünç-Güneş davasına bakan büronun avukatlarından bir başdanışman...
AİHM’le bunca tecrübeden, devlete karşı verilmiş hukuk mücadelesinden sonra, bu mücadelelerin verildiği yıllarda ancak DGM savcısı Nusret Demiral’dan duyulabilecek şu sözler de ona ait:
"AİHM’e egemen batıcı üstünlük anlayışına ve batının çıkarlarına dayanan bir siyaset olduğu net bir şekilde görülüyor. Ayrıca AİHS’e göre kararların uygulanmasının denetiminin Avrupa Konseyi’nin siyasi organı olan Bakanlar Komitesince yapılması da AİHM sürecinde pozitif hukuktan çok siyasi gücün belirleyici olduğunu gösteriyor. Bu nedenle AİHM kararlarının salt bir pozitif hukuk konusu olduğunu ve sadece hukuk alanında değerlendirilmesi gerektiğini savunmak fetişizmden başka bir şey değildir. AİHM sürecindeki ideolojik yaklaşımları, güç savaşlarını ve siyasi dinamikleri dikkate almadan yapılacak her değerlendirme Türkiye karşıtı siyasi proje olan kararlara farkında olmadan yahut bilerek ve isteyerek teslim olmak anlamına gelir. Ancak Türkiye’nin milli ve bağımsız yargısının siyasi proje içeren kararlara geçit vermeyeceğine inancımız tamdır."
Normal olarak bu tarihi birikim ve deneyimi yaşamış birinin, buradan ders olarak hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı için mücadele etmeyi çıkarması beklenirdi.
Ama geriye, "Organik lider", "Milli Demokratik Halk Devrimi", "Halk düşmanları" gibi eski komünist günlerden sloganlarla meşrulaştırmaya çalıştığı, ülkedeki eksik demokrasinin, hukuk devletinin de sonunu getiren dünyada benzersiz bir hükümet sisteminin mucidi olmak kaldı.
Mağdurların mağrur olması, Türkiye’nin klasik trajik hikayelerinden...
Çünkü bazılarını AİHM bağlamazken, bazılarını ise hiçbir şey bağlamıyor.