İlk haber şöyle yayınlanmış, 21 Eylül 2006’da: “Üniversitede ‘türbanı çıkarmayın’ baskısı”
İkinci haber de hemen ertesi günü: “Öğrenciye ‘türbanı çıkarmayın’ baskısı”
Haber bu başlıkla yetinmiyor, devam ediyor: “Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, bu kez de Bitlis Ahlat Meslek Yüksekokulu’nda Yücel İslam adlı öğretim görevlisinin türbanlı öğrencilere ‘türbanınızı çıkarmayın’ baskısı yaptığı iddiasıyla sarsıldı. İslam hakkında inceleme başlatıldı.”
Üçüncü haber 25 Eylül 2006’da: “YYÜ öğretim görevlisi Yücel İslam hakkında soruşturma başlatıldı”
Sonrası mı?
İşte sonrasında esas skandal..
Önce bir ajans ve devletin yarı resmi gazetesi Hürriyet, arkasından tüm medya bir öğretim üyesini yukarıdaki gibi hedef tahtasına oturtuyor. Tamamen yalan, tamamen iftira mahiyetinde iddiaları haber olarak sunuyorlar..
Öğrenciler başlarını örterek üniversite kapısından içeri bile giremezlerken, onlar “öğrencilere türban baskısı” haberi uyduruyorlar..
Arkasından soruşturma açtırıyorlar. Onu da haber yaptırıyorlar.
Hem idari, hem cezai soruşturmanın sonucunda, iddiaların tümüyle iftira olduğu ortaya çıkıyor.
İşte o haber olmuyor!
İftirayı at. Yalanı uydur. Sonra geç karşısına kahkaha at..
Benzer oyunlar oynadığı vergi konusundaki tezgahını birileri deşifre etti, cezayı kesti mi? Hemen ayağa kalk: “Basın özgürlüğü kısıtlanıyor!”
Olay işte bu kadar basit..
Ama bu basit olayda, Yargıtay’ın da rolünü unutmayalım..
Niye?
Çünkü mağdur öğretim üyesi, “Bana iftira edildi. Ben kimseye, ‘Türbanını çıkartma’ demedim. Baskı kurmadım. Gazeteler bana iftira ettiler” demiş..
Peki Yargıtay ne demiş?
Yargıtay tam üç sene sonra demiş ki: “İddialar görünür gerçekliğe uygundur. Tazminata gerek yoktur.”
Yani Yargıtay şunu diyor: “Birisi aleyhinde, uydurma da olsa bir mektup varsa, gazeteler bunu yazabilirler. Tazminata gerek olmaz.”
Evet, Yargıtay aynen bunu söylüyor..
Bazı uyanık okuyucularımız diyecekler ki, “Bir basın mensubu olarak, buna niye itiraz ediyorsunuz ki? Bu içtihad, iki tarafı keskin bir bıçağa benziyor. Bu tarafı mütedeyyin insanları kesiyor ise, diğer tarafı da laikçileri keser. Onlar da benzer yayınlara katlanmak zorunda kalırlar!”
İşte orada duralım beyler..
Bu içtihad, sadece mütedeyyin insanların karalandığı haberler için.
Biz böyle masabaşı bir suçlamayı laikçilere de, başkalarına da yapmayız ama, kazaen yapan bir yayın organı çıkarsa, anında tazminat cezasını yer!
Hatta dahasını söyleyeyim, bizzat benim başımdan geçen bir olay..
Bırakınız bir iftira mektubuna dayanmayı, mahkeme kararına dayanarak yazdığım yazıdan bile mahkum oldum.
Nasıl?
Aynen şöyle:
Bir medya patronu var.. Kendisi, bir mahkemeden, kesinleşmiş kararla mahkum oldu. Gerekçe, müstehcen neşriyat yapmak. Kararın içinde de, medya patronunun mahkum olmasının gerekçesi, “porno resimler yayınlamak” olarak gösteriliyordu.
Ben de; bu kesinleşmiş kararı gerekçe göstererek, “pornocu ...” nitelemesinde bulunmuştum. Tazminata mahkum oldum.
Niteleme; “görünür gerçekliğe” değil, “gerçeğin kendisi”ne uygun..
Elimizde uydurma bir mektuptaki karalamalar değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir mahkemesinin kararı vardı.
Kararın altında, “kesinleşmiştir” diye not vardı.. Ama yine tazminat, onaylandı..
Mahkeme kararına dayalı olarak birisine “pornocu” demek tazminat gerektiriyor.
Ama bir başkasına, elde mahkeme kararı olmadan, hatta iddianame bile olmadan, hatta o kişi hakkında soruşturma bile açılmamış iken, üniversite yönetimine bir mektup geldi diye, en ağır nitelemelerle haber yapılınca, Yargıtay “Tazminata gerek yok” diyor..
İşte böyle sayın seyirciler.. İşinize gelse de böyle.. Gelmese de böyle..
VAKİT